• borges'in* bir oykusu. piyangoya yuklenen yeni anlamlar gayet hostur. ikramiyeler arasinda malini mulkunu kaybetmekten olume bolca secenek vardir.
  • borges'in içinde gnostisizme pek çok gönderimleri olan öyküsü.
  • bir oyunun ne anlamlara gelebileceğini gerçekten biliyor muyuz? borges bu öyküsünde piyango üzerinden oyunun ne demek olduğunu araştırıyor. öyküde bildiğimiz piyango, çok tuhaf bir biçime bürünmeye başlıyor. çünkü piyangonun kuralları sürekli değişiyor.

    bildiğimiz piyangoda olasılık belli bir bedel üzerinden insanlara eşit oranda dağıtılır ve rastlantı bu şekilde kodlanır. normal piyangoda bu bedel paradır ve bu bedeli ödeyenler şanssız olarak kabul görmez, daha ziyade şanslı biri veya birileri vardır ve onlar ödülü kazanır. her ne kadar kazanan şanslı kişinin çalışmadan kaçabileceği ortaya konsa da, aslında bu kaçış oyunu oynarken ve onun heyecanını yaşarken gerçekleşir. piyango kazanıp bir süre mutlu olan fakat sonra derin bir mutsuzluğa gömülen insanın trajedisi de burada yatar. (böyle trajediye can kurban dediğinizi duyar gibiyim.) borges de bunu duymuştu belli ki ve o yüzden mütemadiyen şu gerçeği öyküsünde vurguladı:

    çalışma eşittir para eşit değildir oyun

    oyun dediğimiz şey aslında bir anlamda çalışmadan kaçıştır ve onu oynarken çalışmayı ya da çalıştığımızı unuturuz. gamification olarak ifade edilen çalışma biçimleri de zaten çalışmayı oyunlaştırarak onun rutinliğinin yarattığı ölü toprağından insanı arındırmak ve üzerinde çalışılan şeyin hafızaya daha iyi kazınmasını sağlamak, insanı motive etmek üzere kurgulanır.

    borges'in piyangosu ise, gamification'ın ortaya koyduğu bir kaçış olarak çalışmadan ziyade çalışmadan bir kaçışa benzer. normal bir piyangoda bu kaçış çizgisinin ne kadar ilerisine gidebiliriz ki? borges'in kurguladığı sistemde insanlar yavaş yavaş bu çizgide oldukça ileri giderler ve gilles deleuze'ün anlamın mantığı adlı eserinde ifade ettiği şekliyle normal oyundan ideal oyuna geçmeye başlarlar.

    normal piyangoda oyun, içinde eşit oranda para kaybeden kişiyi ve birkaç şanslıyı barındırır. peki ya piyango içinde şanssızları da barındırsa ve o şanssızlar da değişen oranlarda büyük paralar kaybetmeye başlasa? hatta bu para kaybedenlerden bazılarıyla ilgili olarak hapse girme ihtimali de doğsa ve hatta bir noktada fakirler ayaklansa ve "bu oyunu sadece zenginler oynuyor, oyunu paradan bağımsızlaştıralım." dese. oyunun kuralları yol üstünde değişmeye başlasa? hatta hapis de yeterli olmasa ve piyangonun bir noktasında artık ölüm cezaları da piyangoyla belirlenmeye başlasa? hatta piyangoyla nasıl ne ve ne zaman öleceğimizin de kurasını çekebilsek? oyun tamamen serbest bir hâl alsa? ortalık fena karışmaz mıydı? tabi ki karışırdı ama oyun bu şekildeyken, aslında olduğu şey hâline dönüşmez miydi?

    eğer onu ideal olarak ele alacaksak dönüşürdü belki fakat bu sefer de rastlantısallığın bu yüksek dozu içerisinde hayattan tamamen kopmuş olurduk. hatta oyunun özünde olan eğlence bile mümkün olmazdı. çünkü böyle bir durumda olasılıklar ete kemiğe bürünme şansı dahi bulunmadan yerlerini yenilerine bırakırdı. zamanı sonsuzca bölebildiğimize duyduğumuz inançla oyunun her değişen kuralını yeniden çatallandırırdık. dolayısıyla, her ne kadar oyunu mümkün mertebe özgürleştirmek, onun kurallara boğulup olduğu şey olmaktan çıkmaması adına fena bir fikir olmasa da, hayal gücünü biraz dizginlemek ve yasalılığa, evrensel olana kulak vermek de yaşam açısından fena olmaz. zira benzer bir şekilde, kant'ın yargı gücünün eleştirisi adlı eserinde ortaya attığı güzellik teorisine göre, estetik olarak güzel olan, yetiler arası serbest bir oyundan doğar. fakat yine de bu serbest oyun yasalılıktan bağımsız olarak düşünülemez, düşünülmemelidir.
  • bildiğin squid game altyapısı taşıyan borges öyküsü. geçen gün açık radyo podcast yayınında bu öyküyü ve deleuze'ün oyun kavramına yaklaşımını tartıştılar, maalesef bu detaya dikkat çekmeden programı bitirdiler... eee katılan abi felsefeci imiş, popüler kültüre uzaktır herhalde, platon aristo de geç...
hesabın var mı? giriş yap