• meybuz'dan keçi boynuzuna bir ömür....

    ihtiyarlık zor zanaattır. zamansız çişler, göbeğe dek çekilen pantolonlar, yaz günü yün yelekle dolaşmalar, her "selamın aleyküm" için "aleyküm selam, kimlerdensin sen" cümlesini hazırda bekletmeler ve torun torbaya karışmalar.. hepsi de ince bir işçilik ister, ustalık ister. öyle hemen olmaz bu ustalık. en az 60 yıl uğraşıcaksın, kolay mı? kolay olmayan bir diğer şey ise, yaşla beraber yeni tatları keşfetmektir. her yaşın bir yiyeceği var sonuçta. 6 yaşındaki bir çocuk çokanat yer, 15 yaşındaki bir kız nutella kaşıklamaya başlamıştır. ama 67 yaşında, tadelle yiyen bir amca göremezsin. 73 yaşındaki bir nine, eti puf yemez. ha bir şekilde eline geçmişse, en yakınındaki çocuğa verir. diğer yandan, meybuz yalayanını da göremezsin. varsa yoksa, pekmezle, tarçınla yapılmış karlama. neyse, entry yavaştan ömür dediğin programına evrimleşti sanki.

    bugün allah kabul etsin, cuma namazına gittiydim. de biraz erken gitmiştim. caminin avlusunda, yaş ortalaması benim gruba dahil olmamla ancak 68'e düştüğünü tahmin ettiğim bir amcalar topluluğu vardı. selamın aleyküm dedim. amcalardan birisi "aleyküm selam"; bir diğeri "aleyküm selam ve rahmetüllahi", bir diğeri de "aleyküm selam ve rahmetüllahi ve berekatühü" dedi. bi diğeri ise kendi içinden hatim indirmeye başladı. şaşırdım. "moruk naber lan görüşemiyoruz" şeklindeki hal hatır sorma çağlarımdan, hatim indirmeye uzanan bir selamlaşma ritüeline mi evrimleşektim ben de? hadi beni geçtim "iyidir yarram senden naber" diyen arkadaşım serdar'ın, aynı cami avlusunda, bu ve benzeri bir uhrevi dinginliğe ulaşması için kaç yüz yıl geçmesi gerekiyordu? peki ya değişmezsek? bu amcalar zaten gençliklerinde de böyleyse? biz de yaşlanınca, "naber", "moruk", "aramıyon yavşak" nidalarıyla mı yankılanacak bu avlular? allah korusun! kendimi "oğlum satışa mı getiriyonuz lan? beni neden ikindiye çağırmadınız" derken, camii avlusunda bekleşen yaşlanmış arkadaş grubuma kızarken düşenmiyorum bile.

    ben bunları düşünürken, amcalardan birisi cebinden bir poşet çıkardı. poşetin içersinde kara kara bi şeyler var. sonra tüm arkadaşlarına tek tek dağıttı. bi tane de bana verdi. baktım, bildiğin keçi boynuzu. küçükken köye gittiğimde, nenemin tarla tarifi sırasında kullandığı bir yön tabelası: kaçi boynuzu ağacını geçince soldaki tarla! böyle böyle büyüyünce, keçi boynuzuna da yabancı kalmıyorsun tabi. amcalarla ellerimizdeki keçi boynuzunu gevmeye başladık. ben ısırıyorum ama keçi boynuzu bana mısın demiyor. amcalara bakıyorum, alışmışlar. rodeo ısırır gibi koparıyorlar. dikkat ettim, nurlu yüzleri pembeleşiyor, küçük bir çocuk gibi neşeleniyorlardı. 5 yaşında bir çocuk parkta ülker çikolatalı gofreti nasıl sevinçle yiyorsa, amcalar da aynı mutlulukla yiyorlardı. farkları; aradaki 65 yıl, ısırmaktan ziyade kemirmek ve park yerine camii avlusu idi.

    o sırada, bir şeyler sorayım da muhabbet olsun, dedim. "amca, bu keçi boynuzu da çok yararlıymış, öyle diyorlar.." amcalardan en nurlusu, "evet evladım öyledir, kabızlığa iyi gelir." dedi. hemen yanındaki, "kanı temizler torunum" diye ekledi. bir diğer amca detaya inerek "yüksek sodyum ve potasyum içeriği sayesinde tansiyon, karaciğer ve akciğer üzerinde çok yararlı etkileri olur" tebliğinde bulundu. laf olsun diye bir soru sormuştum meğerse amcalar, semavi dine mensup, asklepios imiş. bir diğer amca çıtayı yükselterek, "yüksek ham selüloz etkisi ile bağırsak rahatsızlıklarına ve gastrite etkilidir. mide ve bağırsak gazlarını dışarı atarak mide şişkinliğini giderir.." amcalara şaşkınlıkla bakıyordum. günah olmasa, camii avlusuna asklepion kültü yapsak, sembol olarak da keçini boynuzunun heykelini diksek, antik bir sağlık merkezimiz olabilirdi.

    her şey uhrevi bir selamla başlamış, tıbbi bir sempozyum havasında giderken, amcalardan birisi bu atmosferi bozuverdi. osurdu mu? yok öyle değil. her amca kaçi boynuzunun faydalarını sayarken, arkadaşım serdar'ın da yaşlanacağının kanıtı olan muzur bu amca, "sen bakma bunlara evladım, çükleri kalkmıyor ya bunların, diğer tarafa güçlü gidelim de hurilere rezil olmayalım diye yiyorlar bunu.." ben, gülmek ve şaşırmak arasında kalmışken; selam verdiğimde hatim indirmeye başlayan amca "sikimizin hesabını şükrü amcan tutuyor ya orada biliyor, torunum.." deyiverdi. deminki, cuma selası ritminde ruhunu dinlendiren amcalar, şaha kalkmış, keçi boynuzunun etkilerini yaşıyorlardı. boynuzun etken maddesi çenelerine vurunca da; "cennet", "huri", "sik", prostat", "taşak", kelimelerini cümle içinde kullanmaya başlamışlardı. asklepion'un tahtına talip amcalar, artık, afrodit'i yakalasalar ulu orta sikecek kıvamdaydılar.

    sonra, bir kişi daha geldi. selam verdi. selamlar alındı. hatimler indirildi. ezan okundu. amcalar yavaş yavaş, huşu ile 403 mercedes otobüslerin "tıss tısss" diye ses çıkarması gibi, "bisss", "bisssmm", "bissssmmiill" diye tıslaya tıslaya camiye girdiler. ben? bunların önünde secdeye mi inilir birader? izimi kaybettirip, farklı bir camiye gittim. allah kabul etsin.
hesabın var mı? giriş yap