• gerçek hayattaki iyilik ve kötülük üzerine çekilmiş bir belgesel ve izlediğim en dokunaklı öykü diyebilirim.
    yönetmenin film boyunca gelişen trajik olaylar sebebiyle filme önce kaybettiği arkadaşı için başlayıp, daha sonra arkadaşının oğlu için devam edip ve en son da arkadaşının ebeveynleri için bitirmesi izleyicinin duygularını gerçekten altüst ediyor. resmen ağzıma sıçtılar diyebilirim.

    velhasıl kelam, çok iyi kotarılmış bir belgesel. gerçek hayata ait büyük bir trajedi görmek ve hayatta hem bu kadar iyi hem de böylesine kötü insanlar nasıl ver demek isteyenler izlesin derim.
  • kurt kuenne'in 25 eylül 2001 latrobe, pennsylvania'da, eski sevgilisi shirley turner tarafından vücudunun beş yerinden vurularak öldürülen arkadaşı andrew bagby anısına önce shirley turner'dan doğacak oğlu zachary için başladığı, sonra ise andrew'in ailesi david-kathleen bagby için tamamladığı tamamen gerçek kişi ve olayları konu edinen filmi.

    bagby ailesinin torunları uğruna oğullarını öldüren kadına tahammül edebilmeleri ve özellikle hikayenin ikinci kısmında david'in anlık öfke patlamaları izlerken bile ailenin içinde bulunduğu trajedinin büyüklüğünü dolaysız olarak izleyicinin üzerine kolayca yıkabiliyor. andrew'in arkadaşları, video kayıtları, ailesinin zachary'i kurtarma çabaları ve zachary'nin masumluğu, bu güzel insanların başına gelen şeyleri anlamak adına, bir kaybın ardından oğullarının anısına adeta hayatlarını adayan yaşlı bir çifti tanımak adına çok önemli şeyler. hayatın en gerçek olduğu anların bazılarını barındıran bir film.
  • dear zachary insani sarsan, aglatan bir belgesel. yillarca suren bir hukuk savasi ve yerine gelmeyen adaletin nelere sebep oldugunu goruyorsunuz. izlemeyip hic aglamamis olmak da vardi tabii ama bazi konular hakkinda birseyler izleyip/okuyup bilinclenirken doktugunuz gozyasinin bosuna aktigina inanmiyorum.
  • beni neredeyse ağlatacak olan belgesel. yönetmenin kurgu yeteneği sayesinde film, belgesel olmaktan çıkmış, her şeyden öte bir dava kazandırmış kendine. hem de haklı bir dava.

    türkçe altyazısı yok diye aylardır tuttum, sonunda ingilizce altyazısıyla izlemeye karar verdim. kendimi böyle bir filmi izlemeye üşendiğim için suçlu hissettim (belki üşenmeyip altyazıyı da çeviririm). filmin içeriğiyle ilgili ayrıntılara çok girmeyeceğim çünkü hem filmin en kuvvetli yönü olan kurgusunu bozacağından hem de hala etkisi altında olduğum için daha fazla duygusallaşacağımdan korkuyorum. ama şu kadarını söyleyebilirim ki, başta edinilen, filmin tek bakış açısıyla çekildiği, objektif anlamda kusurlu olduğu izlenimi filmin akışıyla birlikte yok oluyor (bunu teyit etmek için film dışındaki kaynaklara da bakacağım). bir de dünyada ne kadar salak adli kararlar verilebildiğinin farkına varıyorsunuz. artık sözleşmeyle mi, doğal yollarla mı her nasıl kurulduysa, büyük ihtimalle adalet vurgusuna kanıp kendimizi teslim ettiğimiz sistemde o kadar da güven içinde olmadığımız hissini veriyor.

    etrafta "pek bilinmeyen güzel filmler", "imdb puanı düşük olan güzel filmler" gibi listeler dolaşıyor. filmin imdb puanı 8,6 ve insan başta şaşırsa da izledikten sonra hak veriyor. eğer bu gibi listelerdeki gibi bir film arayışındaysanız kesinlikle izleyiniz.
  • eğer izlemeyi düşünüyorsanız lütfen hiçbir araştırma yapmadan izleyin. şahsen ben öyle yaptım ve izlediğim en güzel belgesellerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. izlerken sinirden bir yerleri yumruklamamak için kendimi zor tuttum. fikir vermek gerekirse film yapımcısı sevgilisi tarafından öldürülen çocukluk arkadaşının çocuğu için babasını tanıtan bir belgesel çekiyor tabi olaylar ilerleyince başka şeyler çıkıyor ortaya. izlerken adeta öldürülen adamın yaşamış olduğu hayatı kıskandım bu kadar sevilen bir insanı hayal bile edemiyordum. neyse daha fazla ayrıntıya girmeyeyim izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
  • herhangi bir sey hakkinda yorum yaparken abartmayi severim ben, yeri gelir komik olur, yeri gelir itici, yeri gelir hissettiklerimi tam karsilayamaz bile. simdi su soyleyeceklerim en son tanima giriyor; gelmis gecmis en sarsici, en duygusal, en dramatik, en belgesel otesi film bu olabilir sanirim. nutkum tutuldu. filmin yarisindan sonra ve dahasi bitirdikten sonra, 852 karis acik kalan agzim, ve aglamaktan sisen gozlerimle kendime gelmem gercekten biraz uzun surdu.

    hakkinda lutfen bilgi sahibi olmadan izleyin. ben tesadufen acip izledim, benim ayibim olsun, belki bu kadar etkilenmem bundandir, bilmiyorum, hazirliksiz yakalandim, sok gecirdim. bir daha cesaret edip de seyredebilecegimi ise hic sanmiyorum. belki bi 10 yil sonra falan :/ ne demek istedigimi seyrettikten sonra daha iyi anlayacaksiniz. yani umarim anlarsiniz.

    bunu baska bir baslikta daha soylediydim, yeniliycem, sinirimi baska turlu cikaramiyorum: amerikasi kanadasi butun haksiz sacma ucubik kararlarla dolu tum hak, hukuk, adalet sistemlerine kafam girsin lan!!!!!!!!!!!!!! ya girsin artik. nereye sokuyoruz? ya ınsanin kendini parcalayasi geliyor yemin ederim, bu nedir artik. bu. nedir. ???!!!

    neyse... sakinim.

    --- spoiler ---

    olur da "ureme fikri"nin aslinda ne manalara gelebilecegini merak ederseniz: o babaanneyle, dedenin, biricik ogullarinin tipatip neredeyse aynisi torunlariyla cektirdikleri ilk ve son mutlu noel fotograflarina bakin.

    --- spoiler ---
  • ilginç bir belgesel. amatör havası var, ancak hikayenin vurucu kısımları etkileyici.

    adalet sisteminin herkese tam olarak, eksiksiz lazım olduğu ve sistemin ehil ellerde olması gerektiğini gösteren bir örnek.

    cinayet işleyen birinin elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşması ve minik bir çocuğun bakımını üstlenmesine devam etmesi, öldürdüğü kişinin ailesiyle ilişki kurabilmesi, toplum içinde yer edinebilmesi... her karakter açısından söylemek gerekirse, olaylardaki soğukkanlılık şaşırtıcı.
  • yıllardır izleme listemde tutuyordum bu filmi, zamanında google'larda search eylemiştim, "ağlamaktan gebermelik filmler" diye. öyle çok bilindik de olmasın istemiştim. bildiğim tek şey belgesel olduğu ve izlerken muhtemelen ağlayacağımdı. keşke ağlamakla kalsam, içim parçalandı. "ağlar geçerim" diye düşünerek açmıştım, filmi kullanacaktım bu açıdan, allah belamı verdi. böğrüme hançer sapladılar. yiğitliğime bok sürdürmemek için istediğim kadar ağlayamadım da burnum hep tıkandı, biri "ağlıyo musun" dese ağzına yüzüne sıçacağım, öyle de sinirlendim.

    hiçbir şekilde ne sinopsis ne bi şey okuyun, internette haberlere bakmayın, vay anam neymiş konusu demeyin, bi kere de meraklanmayın arkadaşım, açın izleyin işte.

    --- spoiler ---

    ulaaaaaan! el kadar bebeğe yapılır mı, hiç beklemiyordum, aklımın ucundan geçmedi. ehehe film bitsin de zachary'nin tipine bakayım, dana gibi olmuştur şimdiye, uyy yerim seni diyordum, öldüğünü gösterdiklerinde yemin ediyorum bütün vücudum titredi. uzun süredir hiçbi filmden bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. bi daha belgesel melgesel izlemem uzun süre. o kadına ne denir bilemiyorum, tipinde hayır yok, gerçekten inanılmaz korkutucu bi tipmiş.

    en azından acı çekmemiş :(
    --- spoiler ---
  • bir olayın gerçek hikayesini izlerken içinize birkaç defa öküz oturmasını ve birkaç defa da ağzınıza sıçılmasını istiyorsanız bu filmi izleyin. yoksa izlemeyin.

    lan ben ömrümde böyle acıklı, üzücü, iç parçalayıcı bir film izlemedim.

    izledikten sonra kesinlikle aynı kişi olmazsınız. biraz hayatın tokadını yemiş, olgunlaşmış, büyümüş gibi olacağınız kesin.
hesabın var mı? giriş yap