*

  • (bkz: mevlana) kitaplarindan.
  • mevlana'nin cesitli toplantilarda yaptigi konusmalardan ve kendisine sorulan sorulara verdigi yanitlardan olusur.
  • söz, söze muhtaç olana söylenir

    söz, anlaması için söze muhtaç olan kişiye söylenir. söz söylemeden de anlayan kişiye söz söylemenin ne lüzûmu var? gökler, yerler, anlayan kişiye hep sözdür.

    temel olan maksattır ; maksada bakılırsa ikilik kalmaz ; ikilik parça - buçuklardadır; temelse birdir.

    bir fili , su içsin diye bir su kaynağına götürdüler. fil , kendini suda görüyor, baika bir fil var sanıyor, ürküyordu. bilmiyordyu ki kendinden ürkmektedir. zulmediş, kin güdüş, haset, hırs, insafsızlık, ululuk taslamak gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. ama bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin. bil ki kendinden ürkmektesin kendinden incinmektesin. insan, kendi kelliğinden, kendindeki çıbandan iğrenmez ; yaralı elini yemeğe sokar, parmağını yalar, gönlüne hiç de tiksinti gelmez. fakat bir başkasında küçücük bir çıban, yahut azıcık bir yara görse onun yediği yemekten tiksinir, o yemek, içine sinmez. işte kötü huylar da kelliklere, çıbanlara benzer. insan bunlar kendisinde oldu mu incinmez ; ama bir başkasında bu huyların pek azını bile görse ondan tiksinir. sen ondan ürküyor, kaçıyorsun ya, o da senden ürker, incinirse mâzur gör ; senin incinişin de onun için bir özürdür ; çünkü sen de onu görünce inciniyorsun ya , o da aynı şeyi sende görüyor da senden inciniyor. "inanan, inananın aynasıdır" dedi ; kâfir, kâfirin aynasıdır, demedi. ama bu, kâfirin aynası yok demek değildir ; onun da aynası vardır ama aynasından haberi yoktur.

    bir padişahın gönlü sıkılmıştı, bir ırmak kıyısına oturmuştu. beyler, ondan ürküyorlar, korkuyorlardı. hiçbir sûretle yüzü gülmüyordu. bir maskarası vardı ; pek yakınıydı onun. beyler onu çağırdılar ; padişahı güldürürsen dediler, sana şu kadar dünyalık veririz. maskara, padişahın yanına vardı ; fakat ne kadar çalıştı, çabaladıysa bir türlü güldüremedi. padişah ona bakmıyordu ki bir maskaralık yapsın da onu güldürsün ; boyuna suya bakıyor, başını kaldırmıyordu bile. maskara, padişahım dedi, suda ne görüyorsun? padişah , bir kaltaban görüyorum dedi. maskara ; a âlemin padişahı dedi, bu kul da kör değil ya.

    işte buna benzer hani ; sen onda birşey görüyor da inciniyorsan o da kör değil ya, senin gördüğünü o da sende görür.

    fîhî mâ - fîh
  • kelime anlamı “onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir. bu eser mevlana’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu sultan veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. bu bölümlerden bir kısmı, selçuklu veziri süleyman pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret, mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.
  • mevlana'nin apocryphasi arasinda sayilir. sultan velet tarafindan yazildigi dusunuluyor.
  • celikmetre sallamiyorsa uluslararasi istanbul bienali'nin 1989 yilinda olaninda ilk defa sergilenmis erol akyavas yerlestirmesinin de adidir. 3 semavi dini temsil eden pleksi levhalar ve kadideler vardir, cok yaklasmadikca bir fark anlasilmaz. yaklasildiginda kaidelerin icinden sizan isik cizilmis varaklardaki simgeleri, yazilari belli eder.

    evet celikmetre tasviri pek bayik oldu, yanlis anlasilmasin bayik degildir, ve alisagelmis oryantalizm kaliplarina dusmeden yapilmis bir eserdir.
  • abdülbaki gölpınarlı çevirisinde fîhi mâ-fîh'in anlamı hakkında şunları belirtir: "tam anlamı, "içindedir ne varsa içinde" oluyor; fakat bu söz türkçe'ye uymuyor. bu sözle, "ne varsa onun içinde var", "ne varsa onda var" anlamlarının kastedildiği muhakkaktır..."

    yine sunuş yazısında içerik hakkında şunları da belirtir:
    "eserde mevlana'nın düşünüşü, dünya görüşü, devrini bildirişi, din ve insanlık hakkındaki düşünüşleri, hasılı bütün fikri hayatı, bir tüm olarak belirir. mesela beylerle padişahların hareketleri, onlara yakın olmanın neden kötü sayıldığı (bölüm 1,2), sözün ayırdedişin önemi (2,6), sözün istidada tabi olduğu, düşünceden doğduğu, hatta düşüncenin sözden ibaret bulunduğu (12, 52), soruya, sorana göre cevap verileceği (27), bütün bilgilerin bir faydaya dayandığı (4), bilginliğin sarıkla, cübbeyle, kılık kıyafetle olmadığı (19), herkesin bir işe bir maksatla giriştiği, fakat bundan bir başka şey elde edildiği (24), gerçeğe erişen kişinin bilgisinin can kesileceği (41), dinlerin hepsinin de gaye bakımından bir olduğu, küfürle imanın, dostlukla düşmanlığın ikilikten ibaret bulunduğu ikisinden de öte bir alemin varlığı (51), insanın üstünlüğü (4), bu üstünlüğü elde etmek için derdin, aşkın, hevesin gerektiği, ayıp görenin kendi ayıbını gördüğü (6), dünyadaki ayrılığın, aykırılığın şekilde olduğu, görünüşe göre belirdiği (11), arifin, bilginden daha üstün bulunduğu, ibadetlerin şekilden başka bir şey olmadığı maksadınsa öz olduğu (3, 8, 16, 37), kur'ân'ın bütün oluş alemi olup anlamdan ibaret bulunduğu (18, 34), aşkın ihtiyaçtan doğduğu, şeklinse aşkın parça-buçuğu olduğu (35), dünyada her şeyin bir ihtiyaca karşılık olduğu, yeraltında karanlıkta yaşayan hayvanların göze ihtiyaçları olmadığından kör olarak yaratıldıkları (32), dünyanın yeniden yeniye yaratılıp durduğu (14), hasılı bütün bunlar, bunlara benzer daha da birçok şey, pek güzel örneklerle bu eserde görülür..."
  • çok pardon ama çağrışım aklımı başımdan aldı.
    (bkz: mamafih)
  • inglizceye: "what's in it, in it" diye çevrilmiştir.
hesabın var mı? giriş yap