*

  • (bkz: fureya koral)
  • oldukça akıcı ve ilginç kitap...özellikle osmanlı'nın son dönemlerinden cumhuriyet'e geçiş dönemi çok güzel anlatılmış. kişi ve olay kalabalığına boğulmuyorsunuz okurken, her şey açık ve net.
  • ayşe kulin'in; füreya koral'ın hayatını anlattığı kitabı... (bkz: adı aylin)
  • bir demet tiyatro'da neslihan yeldan'ın canlandırdığı karakter.
  • elinden birçok erkek, hayatından birçok acı ve başarı geçen füreya koral ın çok çok güzel anlatılmış hayat hikayesidir. ayşe kulin yerine göre abarttığı anlatımıyla daha da derin izler bırakır insanda. özellikle atatürk ün konu olduğu bölümleri çok hoştur. okunmalıdır.
  • ilkokulda atatürk'ü en ufak bir hata bile yapamayacak kadar mükemmel bir karakterde biri olarak bana tanıttıklarını fark etmemi çok dolaylı yoldan da olsa sağlayan kitaptır. kitapta hatırlayabildiğim kadarıyla bir yerde füreya atatürk'ün masasına oturur ve orada sigara yakar. füreya gittikten sonra atatürk arkasından yanındaki elemana yine hatırlayabildiğim kadarıyla "şunu görüyor musun daha birkaç sene evveline kadar küçük bi piçken şimdi gelmiş sigara yakıyor yanımda." gibisinden bişi söyler (cümle tam böyle değil ama içinde kesin bir "piç" lafı var). tabi olay ne kadar doğruyu yansıtıyor bilinmez, sonuçta ayşe kulin'in kurgusu ama çok garipsemiştim on iki yaşındayken atatürk hiç "piç" der mi diye.
  • geçirdiği hastalıklara inat yaklaşık kırk yaşında seramik sanatına başlayan ve bu sanatı türkiye'ye getirip yeni sanatçılar yetiştiren, 1910-1997 yılları arasında yaşamış olan füreya koral'ın hikayesinin anlatıldığı kitap. ayrıca kitaptaki hangi detayın ne kadarı kurgudur bilemiyorum ama, atatürk'le olan yakınlığı da insanı resmen kıskandırıyor.
  • bana somut belirtilerle hayata şekil vermeyi, o somut belirtileri sabırla beklemeyi öğretmiş kitap.
  • herşeyi yaşamış kadın aşkı parayı zenginliği yokluğu hastalığı o dönemlerde şöhreti yakalamış daha ne olsun... hiç birşeyi kıskanmadım kadının hayatında ama...çok istediği halde çocuklarını daha doğmadan kaybetmiş çocuk sahibi olamamış... birkaç gün sonra 30 yaşıma girecek olan ben 6 tane yeğen sahibi olup her birinde bir sürü emekle onları büyüttükten sonra inanılmaz derecede anne olmak istiyorum. eğer birgün hayatımdaki şartlarımı düzeltirsem onun yaptığını yapmak isterdim bunu ailemde kimse kabul etmez o kadarda eminim bundan... o yeğenini evlat ediniyor benim öyle bi şansım yok ama bi çocuk alıp onu büyütmek isterdim bi kere anne desin sadece bi kere... kitabın sonlarını okurken fürayanın evlat edindiği yeğeni saranın gelmesini beklerken bi an nefessiz okuduğumu farkettim sara geldi sonunda tabi ben o arada gözyaşlarımı siliyordum...neyse kısaca okuyun sabırla güzel kitap...
  • “…
    füreya, şakir paşa ailesi’nin bir üyesi olmak gibi bir ayrıcalığa sahipti.
    ancak onun “kader”ini değiştirecek olan verem hastalığıdır.
    “verem oldum. ay bu verem çok antipatik bir kelime, hiç sevmiyorum… evliydim o zaman. kılıç ali’yle… ikinci evliliğimdi.”
    “ilk evliliğim ondokuz-yirmili yaşlarındaydı. bursalı bir çiftlik sahibiyle evlendim. dramatik bir olaydır yaşamımda… o zamanlar çalıkuşu’luk vardı bende. bilgiliydim, kültürlüydüm, eğitim görmüştüm. türkiye cumhuriyeti benden çok şey bekliyordu. umutluydum. anadolu’ya gidip öğretmenlik yapacaktım… ancak pratikte çok güçtü. tek başıma yapmak istediklerimi, iki kişi yaparız dedim. ve ondan sonra sevdim onu. ama hiç, hiç anlaşamadık. sekiz buçuk aylık çocuğumu yitirdim. hiç bu, insanı etkilemez mi? yaa. nasıl bugünkü insan oldum… çocuğumu yitirince aklımı da yitirdim. gerçekten o bir süre korkunçtum, hastaydım, akıl hastasıydım… tüm inançlarımı, bütün değer ölçülerimi, her şeyimi, her şeyi yitirdim… yirmi beş yaşında kılıç ali’yle evlendim. atatürk’ün muhitinde olmak bana çok şey kazandırdı da, benden çok şeyler götürdü de… hayır bir daha çocuk sahibi olmak istemedim. hiç istemedim. sonra kendimi senatoryumda buldum…”
    “buldum, diyorum, çünkü öyle yuvarlanıp yaşıyordum işte. sürüklenip gidiyordum. hiçbir şey yapmadan. amaçsız, isteksiz, gayretsiz… senatoryumda kendimle baş başa kalınca: bu böyle sürüp gidemez, bir şeyler yapmalıyım arayışı ve elime çamuru alışım… sonrasını biliyorsunuz, senatoryumda çamur bir tutku haline geldi, tutukunun peşinden paris’e gittim, seramik atolyelerinde öğrenim görmeyi, ciddi olarak çalışmayı seçtim.”

    verem tedavisi için isviçre’ye gittiğinde, 37 yaşındadır. doktorlar ciğerleriyle uğraşırken o da kağıtlar, boyalarla uğraşır… senatoryumda çamuru keşfeder, çamur tutkuya dönüşür ve seçimini yapar…
    “seramiği seçmemin tek nedeni çok sevmem… çamurla toprakla oynamayı çok sevdim…”
    çok sevdiği seramiği seçer. ancak bu bilinçsiz bir sevgi, salt duygularla, tutkularla tanımlanacak bir sevgi değildir. emekle, öğrenmekle, bilgiyle, birikimle gelişir…
    bundan böyle seramik sanatı tüm yaşamı, tüm yaşamı seramik sanatı olacaktı. yaşamıyla tutkusunu birbirinden asla ayırmayacaktı.
    “seramiği seçmeye karar verdiğim an, hiç taviz vermemeye de karar vermiştim. ondan evliliği yürütemedim. kimileri aynı zamanda birkaç tutkuyla yaşayabiliyor. ben yapamadım. sonradan da yapamadım, hala yapamıyorum. seramik benim için bir iş, bir çalışma değil, bir yaşamdı. seramiğin içinde, seramikle birlikte yeniden kitaplar, müzik, şiir, edebiyat, tiyatro yani sanat vardı artık yaşamımda… işte bu tutkunun içinde başka bir şeye yer olmadığını anlayınca seçimimi yaptım.”
    “seramiği seçmeye karar verdiğim an, hiç taviz vermemeye karar vermiştim.”


    güçlü bir sanatçı olmakla, yalnız bir kadın olmak arasında çelişkileri nasıl çözdü füreya?
    “tek başına bir kadın olmak bana zor gelmedi. çünkü ekonomik özgürlüğüm vardı. bu özgürlüğü kendi çalışmamla kazanmıştım… aslında her şey ekonomik özgürlükle, bağımsızlıkla başlıyor… “
    “yalnızlık kolay mı? hayır hiç değil. ama özgürlüğüm öyle önemli ki benim için, karşılığını vermeye, ödemeye hep hazırım. nitekim ödedim de. ama hep özgürlüğümü korudum… yalnızlık en çok karar anlarında güç. hem güç hemde yorucu oluyor tek başına kararlar vermek. ama çevreme bakıyorum. beraber olanlar da eninde sonunda yalnız değiller mi?”
    peki ya sevgi, aşk? beraberlik umutları taşımadı mı?
    “hayır. hayır, böyle bir umut yoktu. bu tutkumu paylaşamazdım. paylaşırsam, taviz vereceğime inanıyordum. hala inanıyorum. yani pişman değilim. hayır, beraberlik umudu besleyemezdim… sevdim, çok sevdim… sevmeden yaşayabilir mi insan? tabii sevdim. sevgi çok önemli bir şey… ama aynı anda iki tutku birden yaşanmaz. yaşanamıyor…”

    yaşamında pişmanlık duyduğun şeyler oldu mu?
    “bir şeyden pişmanlık duydum: ah niye daha önce başlamadım sanatai seramiğe, niye bunca vakit kaybettim diye… ama belki de öncesini yaşamasam bugün böyle olmazdım… ne de olsa, her şeye bir teselli bulmak gerekiyor hayatta.”

    bu bir teselli değildi elbet. füreya’nın gerçekleştirdiği, yaşamda ve sanatında gerçekleştirdiği sentezdi.
    gücüyle tutkusunu, yerelliğiyle evrenselliğini, tarih bilinciyle çağdaşlığını, cesareti, cömertliği ve öncülüğüyle bütünleyen füreya’ya bu sentez müthiş bir özgürlük kazandırmıştı.
    …”**
hesabın var mı? giriş yap