• geçen gün kediyle konuşuyoruz. rahatsız mıyız olm niye evleniyoruz biz diye sorma gafletinde bulundum. hemen çöktü yanıma. bizde yok böyle lüzumsuzluklar, nerde akşam orda miyav diye çıkıştı. olm dedim. biz evlenmezsek, bugünün toplumu bile bizi kabul etmekte güçlük çeker dedim. cebinden çıkardığı kuru mamayı kıtlamaya devam etti ve dinledi. çekirdek aile olmayana maymun gözüyle bakıyorlar bu coğrafyada dedim. taze sütünden bir yudum aldı. koluyla ensesini kaşıdı ve düşündü. nasıl yani? sen sevdiğin dişiyle bir süre nikâhsız takılsan, senden yavruları olsa bunu toplum kaldıramaz mı? diye mırıldandı. adam gibi konuş mıymıy bir şey anlaşılmıyor dedim. evet kaldırmaz dedim bu toplum. ne o kadınla olan ilişkimi ne de çocuklarımı benimser. hepsini geçtim bu zorlukları göğüsleyebilecek eş bile bulamazsın dedim. ta ki; eşi bulsan bu derece anlayışlı anne babası olmaz diyordum ki; sinirlenmiş olacak, koltuğun tepesine falan çıktı. benimsemez tabi ne sandın y.rram dedi. senden 2600 yıl evvel yaşayan ataların evlilik diye bir müessese kurmuş, sen daha bana toplumsal histeriden, çekirdek aileden, yöresel infiallerden, beraber yaşamaktan, çok eşlilikten bahsediyorsun diye carlamasıyla irkildim. ciyak ciyak bir şeyler daha ekledi. gurultusunu çok derin hissettim. sordum ben de, söylediklerini niye anlamıyorum? diye. "bildiklerini" dedi, yüzleştir hayatla ve sınamaktan korkma. doğruyla yanlışı o zaman ayırabilirsin ve onu anlayabilirsin. ben sustum, kanım dondu. iki kıt mama daha aldı. bizim gibi eş uğruna ensende pençelerle yaşamak revâyi hak mı diye sordu? ve ekledi;

    "...önemli duruşmaların tutanaklarından, daktilolara, el yazmalarına kadar uzanan bin parçalık koleksiyonun yer aldığı müzede, mitolojiden günümüze kadar hukukun gelişimi anlatılıyor. asurlular'dan kalma tarihin ilk evlilik sözleşmesi ise dikkat çekiyor. m.ö 600'lü yıllara ait sözleşmede, erkeğin başka bir kadınla evlenirse ne ceza alacağı tablet metnine şu şekilde kazınmış: "idi-adad , anana ile evlendi. memlekette ikinci bir eş ile evlenemeyecek. eğer evlenirse ve onu boşarsa 5 mina gümüş takacak." (1)

    dedi.

    durdum. kedi mi besliyoruz, kütüphane müdürü mü belli değil dedim. idi-adad dedi. kuru mama boğazına takıldı sandım. ilk koca dedi. anana dedi. hop dedim anamı karıştırma ! carladı. tırnaklarını görebiliyordum. o keskin, o tehditkâr tırnakları. ne zaman bir sahnede keskin tırnak görünür, o tırnak elbet bir yerde silah olarak kullanılır. biliyordum. anana diye devam etti. ilk ev hanımı. onlar evlenmemiş olsa bugün sen de koloni halinde geziyor ve eş ararken ensende pençe gölgeleriyle yaşıyor olurdun. "anandan yine çıkardın ama baban kimdi bilmezdin şerefsiz" diye de mırıldanınca, artık dayanamadım çektim kuyruğunu, bastım tokadı. tırnakladı beni ve kaçtı. peşinden koştuysam da yetişemedim. dur dedim. sorularım bitmedi! hep böyle yapıyorsun. şu güzel ortamı bozuyorsun. bir soru yanıtlayıp bilinmeze kaçıyorsun. bu gençler kendi aralarında anlaşmış, evlenmiş. bize yâd etmek düşer. amenna. peki ya ilk boşanma? diye haykırdım ardından. uzaklardan 1546 diye bağırdı.

    ________________
    (1) http://arsiv.sabah.com.tr/…gnc121-20060421-103.html
  • benim için sonu "sabahları aç karnına tatlı bir şeyler yemezsem başım dönüyor biliyorsun" ile başladı.

    bilmiyordum.

    bizimki eski evliliklerden, facebook'ta sayfalarca fotoğraf olan, birlikte tatillere gidilip tanışılanlardan değil. ortak arkadaşın, akrabaların ara yaptıkları ve buna ses çıkarılmayan dönemler. 2 kere pastane(cafe ne arar? en ücra saatlerde kimsenin gelmemesi sağlanarak), 2 kere de parkta kuzenini sallamak için bahane ürettiğinde karar vermiştik evlenmeye. evet ben ilk eşimle saat sabahın 11'inde yenilen bir dondurmalı keşkül ve öğlenin sıcağında beyne vuran güneşin şahitliğinde evlenmiştim.

    o kadar uzaktık, o kadar tanımıyorduk ki birbirimizi, nikahımız kıyılırken "acaba ayağına bassam kızar mı?" diye düşündüğümü hatırlıyorum hayal meyal. filinta gibi delikanlı kavramı vardı o zamanlar, ispanyol paça takım elbiseler ve tarık akan cinsi saç modaydı. afedersiniz kadınların popolarının bohça gibi göründüğü yıllar da bu yıllara tekabül ederdi dar ve yüksek bel pantolon modaydı çünkü kadınlarda da.

    ben ilk eşimin o halini bile evlendikten sonra gördüm. evet evet şaşırmayın, o zamanlar pantolon giymekti marjinal olan. rusların levis pantolonla yakalandığında hapse atıldığı yıllara yakın, belki biraz sonrası. yeni karamürselin lüks olduğu vakitlerde evlenmiştim sanırım, ne günlerdi...

    ne zaman boşanmaya karar verdiğimi daha net hatırlıyorum. ilk eşime balayımızda yüzme öğretmeye çalıştığım anlardan biriydi. ben balık gibiydim, hayatım denizdi, hayatım balık tutmaktı ve o balığı rakıyla ıslatmak. birlikte kumsala çıktık, ben biramı açtım, o "ne yapıyorsun içki mi içeceksin balayımızda?" diye sordu ve ben ise "ne yaptın sen?" diye, ama kendime.
  • aynı zamanda sonuncu olması arzu edilen evlilik.
  • hic iple cekmedigim olgu.
  • birinci evlilik.

    - kaçıncı evlilik?
    - onun ilki değil, benim sonuncusu.
    - söz nişan ne yaptınız?
    - saatlerce nişanlı kaldık, günlerdir evliyiz.

    ilk evliliğimi bir yaşlı kadınla yapmıştım. görücü usulü. ikimizin sosyal çevreleri ayarlamıştı. o bana, ben ona bakacaktık. görev buluşması gibi. yetki ve sınırlarımız büyük ölçüde belirlenmişti. başbaşa ve boş da bırakılmıyorduk. hep öyle olmaz mı? paşa karısıydı, aramızda büyük fark vardı. ben deli tay veya danaydım. aramızda seks yoktu, ama bunun da şart olmadığını anladım zamanla. o sırada da gereksizdi, kafama takmıyordum. gene geleneğe uyarak belki, kısa süre içinde mutluluğu dışarıda, arkadaşlarımda ve ilk aşkımda aramaya başladım. o ağırbaşlı, haklı kadını oynuyordu. her zaman evinde, hep hazır, affedici ama keskin gözlü, oturduğu yerden her şeyi biliyor, sorguluyordu. çok kavgalarımız oldu. bu sevgiyi eksiltmiyor, çoğaltıyormuş. iki insanı birbirine sıvama eylemiymiş, veya çamur karma diyelim. sonraları öğrendim ki benimle çatır çatır kavga eden eşim (şimdi yerli yerine oturduğu halde, hala kulağımı tırmalıyor, sanki adını koymadan o'ymuşuz, eşmişiz); eşim işte, başkalarının bana söz söylemesine izin vermezmiş.

    güzelim benim. insan nasıl bilmeden geçiyor dehlizlerden, karanlık sanarak aydınlıklardan.. illa kaybetmek gerekiyor. mutlak uyum koşulu da yokmuş. birbirinin bir ucundan tutmak. seksimiz yoktu; ayıp gibi geliyordu bana, sadece rüya ve fantezilerde yer vardı, ev içinde olmazdı. dolayısıyla çocuğumuz da olmadı. belki ayrılığı kolaylaştırdı bu. gene şöyle kolaçan edince çocuğun da zorunlu olmadığını görüyorum. şimdiye dek kaçlarca kişiye, evlenmenin tek meşru gerekçesi çocuktur yollu hikmetler savurdum. insan hali kör dürbünlük canım!

    utanmadan, dışarıdaki günlük hayatımı ve maceralarımı anlatırdım ona. bu, senin beğenmediğini beğenenler var demeye gelirdi. o katlanırdı, hatta yüzünde acı ifadesi yoktu. gerçi öyleymiş, kendini teyzem, büyüğüm sayıyordu; bu onun korunma zırhıydı. ne arkadaşlarıma ne sevdiğime karşı altta kalmamı istemezdi. önceki evliliğinden olan çocuklarını bir güzel yönetir, yeri gelince olanaklarını ve paralarını bana yönlendirirdi. kendisi de kimsenin iyiliği altında kalmaz, kalmak istemezdi. o sıralar dikkatimi çekmiş, ayrılışımızdan sonra onu aileme savunurcasına hala görüştüğümüzü, onun yiyici değil tutucu-koruyucu bir kadın olduğunu söylemiştim.

    öbür teyzem teyzeliğini dama attım sanarak çok karşı çıkmıştı ilişkimize, ama her şey birden olup bitti, kırılmasına kulak asamadım. zamanla, evlilikler gelip geçici diye umarak, teyzem teyzelik belgesini sağlama aldı. aynı, en iyi arkadaşının öteki arkadaşlarını kıskanan çocuklar gibi. allah için, ben de don juan'lar gibi habire yeni teyzeler buldum, ömrümü bir teyzeler veya yarı-anneler galerisi haline getirdim. yaşam ekonomisinde her şey her şeyle dip dibe olabiliyor.

    bunlara annem ne gözle bakıyordu? ya kendine, karadelik çekimine güveniyordu, malını tanıyordu. ya da zamanında yanlış bir adım atmıştı ve sonuçlarına katlanıyordu. durumu biraz şimdiki eşime benziyormuş. dışarlıklı bir adam/çocuk olduğumu anlamıştı. anlamıştı ipimi hafifçe gevşek tutmazsa kendimle ilişkimin bile patlayıcı olabileceğini, usul yaklaşmak gerektiğini, hırsımı; yerine göre yapıcı olabilen şiddetimi.

    ***
    suçlu olarak olay yerine dönme deneyimim, ilk evlilikten sonra uzayan ve artan aralarla olmakla birlikte ani direksiyon kırmalarla eski ortak evimizin mahalle ve sokağına gidiyor, bazen artık başka tanımadık insanların yaşadığı o eve biraz bakıp dönüyordum. sanki hipnotize. ne yaptığımı uğrak öncesi ve sonrası kimse bilmiyor, bir tür araya parça atılması gibiydi. kişiyi öldürmesem de o evliliği öldüren bendim. çaresiz kalıp, çaresizim sanıp işlediğim o suç, beni yitirilen mutluluk projesinin simgesi ev ve mahalleye çekiyordu. (bkz: suçlunun olay mahalline geri dönmesi/@ibisile)

    (bkz: ilk evlilik yıldönümü)
    (bkz: evlilik/@ibisile)
    (bkz: ikinci evlilik/@ibisile)
    (bkz: ilk aşk/@ibisile)
    (bkz: ilk giri tarihi)
    (bkz: mantık evliliği/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap