*

  • ödül almış berbat çevirisi ile dilimizde yoksunluğunun hâlâ ve derinden hissedilmesine yol açılmış lawrence durrell'ın başyapıtı. dört ciltten oluşur. ingilizce orijinalinde yoğun bir şiirsellik ve sürekli akan ve değişen zaman ve mekân anlayışı vardır. ama türkçe çevirimsisini okumaya çabalamak, kuru havuç ve kerevizle beslenmiş bir tavşanın huzursuzca oynayan kulaklarını izlemeye benzer: kekelemeyi andırırcasına tekleyen, asenkron ve takıntılı bir lüzumsuzluk! belki şu aralar moda olmaya başlayan durrells dizisiyle yeniden gündeme gelir de, çevirisinin ne menem bir halt olduğunu birileri yazar ve sonra da doğru düzgün bir çevirisine mazlum dilimiz kavuşuverir.
  • birçok kez başlamamın sonunda son bir kez daha başlayıp sonunda okuyabildiğim(birkaç sene oluyor), nedenini bilmememe rağmen beni derinden etkileyen bir kitap. tercümesi kötü deniyor fakat o halde bile insana mısır'ın o kavurucu, bunaltan sıcaklığını en derinden hissettiren, tamamen anlamak için hakikaten birkaç kez okunmaya gerek duyulan bir başyapıt.
  • bu kitabı hem orientalist hem de freudiyen okumak lazim... biraz görelilik teorisi de eklersen lawrence durell'in büyük adam olduğunu anlıyorsun ama batılı ahlaksızlığı gerçeğini de değiştirmiyor büyük adam olması.
  • lawrence durrell tarafından yazılmış bu eser, aynı dönemde ve aynı kişiler etrafında dönen olayların aslında her kişinin bakış açısına göre değiştiğini gözler önüne seriyor. kitapların isimleri ve dönemleri sırasıyla; justine (1957), balthazar (1958), mountolive (1958) ve clea (1960). bu eserle ilgili ilginç olan kısım ise kitapları sırasıyla okumanın gerekmemesi. hangi sıradan başlarsanız başlayın bir puzzle gibi tamamlanıyor ve bence okuyucunun da bakış açısı da hangi kitaptan başladığına göre değişiyor.
    bununla ilgili olarak da kitap kapağında şöyle bir yazı var; "bu dörtlü, roman kurgusu olarak birbirini izleyen bir süreci yansıtmaz. aynı roman kahramanlarının, aynı zaman diliminde yaşadıkları olayları, kendi bakış açılarından, kendi yorumlarına göre farklı biçimde dile getirilmeleri ile biçimlenir. durrell'in amacı, bakış açıları değişince, olayların ve kişilerin görünümlerinin de değişik anlamlar aldığını vurgulamaktır. "

    benim okuma sıram ise mountolive, justine, clea ve balthazar oldu. kitaplara göre değişen bakış açılarını şöyle özetleyeceğim; mountolive'de justine ve darley arasında olan ilişkiden sadece bir cümle ile bahsediliyor ve okuyucu da aynı şekilde umursamıyor bu ilişkiyi. ama justine'de bu ilişkinin aslında ne kadar derin olduğu, her iki taraf için ifade ettiği anlamlar ortaya çıkıyor. sonra balthazar'da bir görüyoruz ki o ilişkinin perde arkasında aslında bambaşka bir gerçek ve hatta kişi varmış.

    ya da justine'nin nessim ile olan ilişkisi her kitapta farklı bir boyuta ulaşması. bir kitapta birbirlerini seviyorlarmış gibi dururken, diğer kitapta sadece bir tasarı ilişkisi olduğu izlenimine kapılıyorsunuz.

    dört kitap için ana karakterler aslında bu dörtlü gibi gözükse de asıl ana karakter pursewaden. pursewaden ile ilgili her kitapta aynı olay anlatılıyor neredeyse ama yazar nasıl başarmışsa her birinde farklı bir yönünü görüyorsunuz.

    yazarın iskenderiye'ye ilişkin gözlemlerini her karakterin ağzından duyuyorsunuz. kimi zaman rengarenk, eğlenceli kimi zaman ise kötü kokulu, karmaşık bir şehir çiziliyor.

    okuma zevki yüksek ve merak uyandıran bir eser. ayrıca lawrence durrell'in de gözlem yeteneği yüksek, farklı fikirleri aynı bünyede barındıran, dünya, insanlar, şehirler, ilişkiler üzerine sınırsız gözlemleri ve görüşleri olan bir yazar olduğu da anlaşılıyor.
  • can yayınlarından olan klasik beyaz üzerine ve kitaba uygun görselli kapaklar yerine şu tuhaf kapakla yeni basısını yapmış mükemmel lawrence durrell serisi.

    hakikaten aklım almıyor kapak tasarımlarını hangi ruhsuz, sanatsız, zevksiz yapıyor. bu haltın benzerini bir iki haftaya yeni basısı çıkacak olan avignon beşlisinde de yiyecekler ya gözüm kanıyor, sanat damarlarım kesiliyor.
hesabın var mı? giriş yap