• kişisel gelişim denilen akademik süreçlerden bağımsız bir 'çağdaş şarlatanlık alanı'nın bilir kişileri.

    insanlara umut tacirliği yaptıkları gibi felsefe geleneğinin yağmalanmasına katkı da sağlamaktalar.
  • ben bu tipleri çoğunuz gibi internet ortamlarında görürdüm ve yine çoğunuz gibi acımayla karışık bir tiksinti duygusu ile bakardım.

    ama sonunda gerçek kanlı canlı biri ile uzun bir mesai dönemi geçirip daha yakından tanıma imkanım oldu. düşüncelerim daha da keskinleşti

    aslında kendisi kişisel gelişimci değildi, ik'cı idi. sorunlu kişiliğinin de etkisi ile tam olarak şutlanmak diyemesek de şirketle karşılıklı bağlarını keserek ayrıldı ve birden kişisel gelişim uzmanı olmaya karar verdi.

    şahıs (diyelim cinsiyet vermeden) dediğim gibi kişisel ilişkileri müthiş sorunlu, kendini beğenmiş, olur olmadık muhabbetlerin arasında kendini alakasız şekilde övmeye başlayan, herkese üstten bakıp kendini olduğu pozisyondan yüksek bir yerde göstermeye çalışan, hatta bu konuda kendini çok tanımayan kişilere yalan söyleyen, gittiğine tüm mesai arkadaşlarının sevindiği, hala zaman zaman bilmiş bilmiş attığı sosyal medya postları ile taşak konusu olmaya devam eden biri.

    internette kendi biosunu da gerçekte yürüttüğü pozisyonlardan farklı şekilde, yani aşırı abartılmış hali ile yayınlayıp müşteri kovalıyor. internette çizdiği profil gerçek halinden çok çok farklı. sanalda tam bir ferrarisini satan bilge, her türlü kişisel hırstan arınmış bir sevgi kelebeği. reel hayatta yaptığı çirkeflikleri, büyüklenmeleri, etrafında yarattığı bıkkınlığı, nasıl bir hırs küpü olduğunu yazsan roman olur.
    gerçi buralarda takılıp az çok kafası basan biri postları gördüğü anda şahsin tırtlığını anlar ama heyhat metin hara'nın hoplatıp zıplattığı tipler gibi herifler bayılıyor bunlara.

    demem o ki, olur da bu tiplerle yolunuz kesişirse anlattıklarının en az yarısı yalandır, abartılmıştır. dediklerini dikkate dahi almayın.
  • (bkz: yaşam koçu)
  • internetin yaygınlaşmasıyla zararları da faydaları kadar göz önüne gelmeye başladı. ne tür bir fırsata sahip olursanız olun, elinizdeki kaynağı doğru kullanmayı bilmediğiniz sürece her şeyi kaosa çevirirsiniz. ınfluencer insanların büyük bir kısmı buna örnek gösterilebilir diye düşünüyorum, bunların bir kısmına da kişisel gelişim uzmanı deniyor. kişisel gelişim uzmanı olduğunu iddia eden insanları bir süre inceledim ve ulaşmak istedikleri kitleyi aşağı yukarı çözdüğümü düşünüyorum. ulaşmak istedikleri kitledeki insanlar, kısa yoldan para kazanmayı hedefleyen insanlar ile aynı mantaliteyi taşıyorlar. hepsi de özel, büyük, önemli bir insan olmak istiyor. kişisel gelişim uzmanlarının bizzat kendisine bakıyorsun ve pek de önemli, bilgili bir insan göremiyorsun ama kendilerini lanse etme şekillerine baktığınız zaman zıttını görüyorsun. kendilerini öyle iyi satıyorlar ki herkesi bu konuda kandırıyorlar. sanki hepsi bu hayatta çok büyük makamlara, mevkilere varmışlar gibi konuşuyorlar. neredeyse hepsinin “sırrı çözdüm” gibi bir tavrı var. hepsi birer çok iyi demagog. hedeflediği kitle ne duymak istiyorsa onu söylüyorlar, tam anlamıyla umut tacirliği yapıyorlar.

    şimdi bu kişisel gelişim uzmanlarının sundukları bilgileri ve teknikleri gözlemleyelim. az önce de söylediğim gibi aslında en büyük ekmeğini yedikleri teknik umut tacirliği. bunu çok iyi beceriyorlar, umut denen güven duygusunu sömürmeyi çok iyi öğrenmişler. herkes milyoner olabilir, herkes dünyanın en çok bilinen futbolcusu, basketbolcusu, şarkıcısı olabilirmiş gibi konuşuyorlar. sanki başarılı olmak için tek bir kalıp, tek bir rota varmış da onu izlemezsek asla bu hayattan verim alamayacakmışız gibi konuşuyorlar. az önce de bahsettiğim gibi kişileri özel hissettirmek isterler, seçilmiş insan psikolojisine sokmak isterler. küçükken herkes kendisini evrenin merkezi sanardı, ben dahil. sanki biz gerçekten tek hayatı yaşıyoruz da diğerleri bizim hikayemizin objesi gibi. bir video oyununu düşünün ve o video oyunundaki ana karakteri düşünün, oynadığınız asıl karakteri düşünün. aslında tek gerçek karakter o, siz onu yönlendiriyorsunuz ve bir şeyler yapıyorsunuz. siz oyunu kapattığınız anda oyun var olmaktan çıkıyor. diğer karakterlerin, oyunda var olan özelliklerin hepsi yazılımsal satırlardan ibaret ama sizin oynamanız farklı, siz olmazsanız hiçbir şeyin anlamı olmuyor. oyun, sizin için var oluyor ve sizin için var olmaktan çıkıyor. başka türlü hiçbir şey oyunda ilerlemiyor veya gerilemiyor. anlayabileceğiniz üzere her şeyin merkezinde siz varsınız. bu da aslında bu psikolojiyi anlatabilmek için verebileceğim iyi bir örnek. halbuki büyüdükçe fark ediyoruz ki herkes kendi hayatını yaşıyor, herkesin kendine göre hikayesi var.

    bu kendisine “uzman” diyen insanların, bir diğer hedef kitlesinin de “zor dönemlerde olan insanlar” olduğunu düşünüyorum. bunu biraz tarikatlardaki yöntemlere de benzetiyorum aslında. tıpkı tarikatlardaki gibi zor dönemde olan insanlara bir umut veriyorlar, bir çıkış yolu gösteriyorlar ve ellerinden tutarmış gibi yapıyorlar. belki gerçekten de başlarda yardımcı oluyorlar ama sonrasında yarardan çok zarar durumuna dönüşmeye başlıyor işler. hapise düşmüş veya uyuşturucu bağımlısı olan bir insanın çıkış yolu araması kadar doğal bir şey yok. tarikatlar, böyle insanları hedefleyerek onlara umut kaynağı oluyorlar ve belki de gerçekten onları bu bataktan çıkartıyorlar lakin sonrası daha vahim oluyor. kişisel gelişim uzmanları için de aşağı yukarı aynı şeyleri söyleyebilirim. belki de gerçekten her bireye başlarda yararlı alışkanlıklar katıyor olabilirler ama bir süre sonra söylenenler sadece “erken kalk, spor yap, 20 sayfa kitap oku” gibi şeylerden ibaret oluyor. bilinmedik bir şey söylememeye başlıyorlar. bundan tek kârlı çıkan da kendileri oluyor. bu insanlara dikkat ederseniz bir yerden sonra hepsi illaki kendi ürünlerine, kendi bitcoin para birimlerine veya kendi yararına olabilecek herhangi bir şeye maddi olarak katkıda bulunmanızı önerirler, isterler. siz olduğunuz yerde sayarsınız, o ise size umut tacirliği yaparak parasını saymaya devam eder.

    gelelim aslında kullandıkları en ünlü tekniğe ve bunu dayandırdıkları fenomene. bütün bu dediklerimi aslında “100. maymun fenomeni” yoluyla açıklayabiliriz. bu sosyolojik teoriye dayanarak belirli açıklamalar yaparlar ve bu açıklamaların çoğu şu şekildedir. “100. maymun belki de sensin, harekete geç!” yine görebileceğiniz gibi seçilmiş insan hissiyatı vermek isteniyor. aslında önce şu fenomeni açıklasak iyi olur. bu fenomene göre birçok adanın bulunduğu bir bölgede maymunlar yaşamaktadır. bu maymunları uzun süredir bilim insanları gözlemlemektedir ve bu bilim insanları, maymunlar için sahile, kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. maymunlar aslında patatesi seviyorlar lakin patateslerin kuma bulanmasını sevmiyorlar, yine de zorunluluktan yiyorlar. bir gün, maymunlardan biri farklı bir şey yapıyor ve patatesi alıp suda yıkıyor. bunu gören diğer maymunlar da aynı davranışı sergilemeye başlıyorlar. aslında buraya kadar olaylar o kadar da ilginç değil açıkçası, maymunların ne kadar zeki olduğunu zaten biliyoruz. daha sonrasında adadaki neredeyse tüm maymunlar da aynı davranışı sergiliyor ve patatesi yemeden önce yıkıyorlar. iddiaya göre bu davranışı sergilemeyi öğrenen 100. maymundan sonra işler değişiyor ve alakaları olmamasına rağmen diğer adadaki maymunlar da aynı hareketi öğreniyorlar. iddiaya göre bir kritik eşik varmış ve o kritik eşik aşıldığı zaman adeta bir aydınlanma oluyormuş ve o türe ait her kişi bu aydınlanmaya dahil oluyormuş. bu iddiaların çürütüldüğü sayısız makale ve araştırma olmasına rağmen birçok kişisel gelişim uzmanı bunu bir gerçeklik olarak kabul eder. zaten bu iddiayı ilk olarak ortaya atan kişilerin de kanıtı olmadığı için bilim camiasında çok da ciddiye alınmayan bir fenomendir. her şeye rağmen kişisel gelişim uzmanları bunu sanki bir hakikat gibi anlatırlar ve öyle kabul ederler. bunun sebebini uzun uzun anlattığımı düşünüyorum. çıkarları olmasa asla böyle bir şey yapmazlar zaten.

    kendimizi geliştirmemiz kötü bir şey değil. kendimizi geliştirmek için belirli insanlardan fikir almak, onlara danışmak da kötü bir şey değil. kendimizi geliştirirken onların önerdiği kaynağı dikkate almak, bir göz atmak da kötü bir şey değil ama her şeyden önce gerçekçi ve realist olarak dünyaya bakmak gerektiğini düşünüyorum. vietnam savaşında esir düşmüş amerikan savaş pilotunun yaşadıklarını anlatarak bunu daha iyi açıklayabileceğimi düşünüyorum. aylarca esir kaldıktan sonra kurtulan pilota nasıl kurtulduğunu ve nasıl diğerlerinin kurtulamadığını sormuşlar. pilotun dediğine göre diğerleri sürekli umut ediyormuş, diyorlarmış ki “yarın gelecekler, cadılar bayramı döneminde gelecekler, hiç beklemedikleri dönemde gelip bizi kurtaracaklar.” bizim pilot ise asla bu şekilde düşünmemiş ve sadece beklemiş, sabırla o günün gelmesini beklemiş. kafasına belirli bir tarih, saat, zaman, amaç koymamış. bütün esirler aynı muameleye, işkenceye maruz kalmasına rağmen tek kurtulan bizim pilot olmuş, bunun sebebi ise umut denen duygunun aslında insanı içten içe bitirmesi. her şeyin dozu önemli, umudun bile.

    aslına bakarsanız bu anlattığım hikayenin de tam anlamıyla bir kanıtı yok ama onların silahını onlara karşı kullanmak istedim. zaten onlar pek de kanıt, delil gibi belgelerle pek ilgilenmiyorlar. merak ettiyseniz “dieter dengler” hakkında araştırma yapabilirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap