• çok iyi olduu söylenen bi bas gitar firması. italyandır.
    http://www.laurus.it/
  • (bkz: taurus)
  • dave weckl band basçısı ric fierabracci de bir süredir bu aletlerden kullanmaktadır.
  • şu aralar heyecanla ilk entry'lerini girmeye çalışan biricik sıpacık yedinci nesildir.
  • eugene vodolazkin arkadasimizin yazdigi roman. ortacag rusyasini cok guzel anlattigi icin bir cok odul ve olumlu elestiri almis ancak o donem rusyasindan baska pek bir sey de olmadigi icin sahsima gore cok da gerekli olmayan bir yapit.

    --- spoiler ---

    sifacilik yetenegi olan bir genc acilarin cocuguyum moduna gecer (aslinda hakli taraflari var) ve kitap boyunca insan iyilestirip aci ceker. sonra kuduse gonderirler lamba yakmak icin, lambayi caldirip geri doner ve sonra tekrar aci cekme gayretine girisirken olur.

    kisaca rusya betimlemeleri ve o zamanki insanlarin genel dunya anlayisi, inanislari ve hayatlari ilginc gelmiyorsa kitabin da cok ilginc gelebilecegini sanmiyorum.

    --- spoiler ---
  • lâtince defne ağacı.
  • yevgeni vodolazkin'in 15.yy'da yaşamış bir azizin hayatını konu alan kurmaca romanı.
    adamın doğumundan ölümüne kadar geçen süreyi anlattığı için bir bildungsroman olarak tanımlanabilir.
    ana karakterin hayatı dört bölüme ayrılıyor. ona göre bu dört bölüm dört farklı insan ve hepsinin ayrı bir adı var:
    arseni: bir şifacı olan büyükbabasının ölümünden sonra yine onun izinden giden münzevi bir şifacı.
    ustin: aşık olduğu ustina doğum yaparken ölünce, onun günahlarına kefaret olarak bedensel tüm zevklerden ve kendisinden vazgeçen meczup
    ambvrosa: italyan bilge ambrossia ile hac yolculuğu dönüşünde bir manastırda yaşamaya başlayan keşiş (ambrossia'nın rusça karşılığını alır)
    laurus: şifa verdiğine inanılan ve her mevsim yeşil olan defne ağacına ithafen aldığı son isim. ömrünün ilk dönemindeki gibi ormanda münzevi bir şifacı olmaya geri döndüğü, kitapta sıkça geçen zamanın tekrarlayan sarmal yapısını da temsil eden, başa dönüş.
    kitabın ana karakterinin bir şifacı olması, uzun zamandır dikkatimi çeken, rus edebiyatında doktorluğun özel yerini daha net anlayabilmemi sağladı. fark ettiniz mi bilmem, neredeyse tüm rus klasiklerinde, ya ana karakter bir doktordur veya ana karakterin çok yakın bir arkadaşı. doktorların, henüz modern tıbbın olmadığı zamanlardan itibaren, otlarla hastalıkları iyileştiren şifacılardan başlayarak, kutsal, saygı duyulan, neredeyse azizlere eş bir statüsü var rus toplumunda. iyileştirmenin ötesinde, herkesin hikayesini bilen, en gizli sırlara bile sızabilen, özel insanlar onlar. arseni de bu özel insanlardan biri. yine de rus ortodoks inancına, azizlerine, mucizelerine, rus taşra geleneklerine vs özel ilgisi olmayanlara konusu çekici gelmeyebilir. hatta 450 sayfaya yakın uzunluktaki roman, tekrarlayan mucizelerden, karakterlerin çokluğundan ötürü sıkıcı bile bulunabilir. diğer yandan ben kitabın konusundan çok dili ve yapısı ile çağdaşı diğer eserlerden ayrıştığını düşünüyorum.
    bunu biraz daha açarsam, zaman ve dil kullanımını vodolazkin'in romanda en çok kafa yorduğu unsurlar olarak görüyorum. olay örgüsü kronolojik bir sıra izlese de, arada solucan deliklerinde (örneğin yanan bir ateşte birbirine bakan bir çocuk ve onun yaşlılık hali) veya bir rüyada zaman atlamalarına ve zaman kavuşmalarına rastlanıyor. ayrıca dili, bambaşka bir dönemin izlerini taşıyor. bu açıdan vodolazkin'in, dil bilimi alanındaki akademik çalışmalarını başarıyla romanına yansıttığını söyleyebilirim.
    örneğin:
    “aslına bakılırsa, dedi bilge, sana söyleyecek bir şeyim yok. şunu diyebilirim yalnızca, dostum, mezarlığa yakın bir yerde yaşa. sırık gibisin ve seni oraya taşımak zor olur. bir de tek başına yaşa.
    işte böyle dedi bilge nikandr.”
    son cümle ile yapılan tekrar, bu ufak dokunuş, kesinlikle anlatımı bambaşka bir şeye dönüştürüyor.
    veya şu bölüm:
    “on beş yıllık evliydi ama çocukları olmuyordu. birçok manastırı ziyaret ettikleri ve en yetenekli doktorları çağırdıkları halde eşinin dölyatağı açılmıyordu. umutları gitgide sönüyordu, dünyanın yaratılışından bu yana yedinci bin yılın yaklaşmasıyla birlikte çocuk sahibi olma arzusu da sönüyordu…
    ölecek çocuğu niye doğuralım, dedi boyar grol evdekilere.
    herkes ölmek için doğuyor, diye itiraz etti insanlar, şimdiye kadar başka türlüsünü görmedik.
    hanol ve ilyas'ın göğe canlı olarak alındığını size bildiririm, diye yanıtlar boyar, ancak siz onları gerçekten görmediniz.”
    gülümseten, alttan alta komik bölümlerden biri bu da. tıpkı dualarına yanıt olarak gönderilmiş bir melek olduğunu düşündüğü haydutun küfrettiğini duyduğunda, onun melek olduğuna dair şüphe duymaya başlayan saf arseni'nin düşünceleri gibi.
    yer yer kendisini gösteren ortaçağ dili ve mizahi unsurlar bir yana, romanda anlatımın farklılaştığı özelliklerden biri de zaman çekimleri.
    tanrı anlatıcılı kitapta zaman çekimleri bir cümleden ötekine değişiyor. okur, bazen o anı izliyorken bazen ortaçağdan kalma el yazması bir kroniği okur gibi bir dilde buluyor kendisini. derken bir zaman atlamasıyla 20.yy'a geçiyor, oradan bir ana tanıklık ediyor. dil değişiyor.
    anlatımın değişkenliğinden ötürü, çevirideki en ufak bir aksama kitap için büyük başarısızlık olurmuş. alfa yayınevinin türkçe çevirisi için genel olarak başarılı diyebiliriz. tek sorun, roman boyunca arseni'nin sevgilisine “aşkım” diye seslenişiydi. ortaçağdan kalma bu azizin diline aşkım yerine, en basitinden sevgilim bile çok daha uygun olurdu.
hesabın var mı? giriş yap