• liv ullmann'la ingmar bergman'ın sıradışı aşk hikâyesini liv ullman'ın ağzından dinleyeceğimiz belgesel. sağlam ağlatacağı kesin.

    http://www.youtube.com/…k&feature=player_detailpage

    http://24.media.tumblr.com/…gbgv3z1r4119so1_500.jpg
  • (bkz: pingmar)

    --- spoiler ---

    yalnızdım, fakat bu yalnızlık bana aitti.
    bu, ingmar'ın yarattığı bir şey değildi.
    yalnızlığınızı kimse yaratmaz.
    midenizdeki bu karanlığı kimse yaratamaz.
    çünkü hepimizde zaten vardır.
    bu onunla nasıl başa çıktığınızla ilgilidir.

    --- spoiler ---
  • "çok az insana kısmet olacak şeyleri başardık diye düşünüyorum, çünkü birlikte bir şeyler yarattık. birlikte bir çocuk dünyaya getirdik, birlikte sevdik. muazzam bir dostluğumuz oldu. asla ama asla "hoşçakal" sözünün geçmediği." trailer'ı bile güzel.
  • "papaz erik bergman, çocuklarını cezalandıracağı zaman bir dayak töreni düzenler, önce onların ifadesini alır, sonra da çırılçıplak soyunmuş evlatlarını yüzü koyun yatırıp halı dövme sopasıyla vurmaya başlardı. annenin işlevi ise oğlanların dayaktan kabarmış bedenlerine pansuman yapmaktı. bu iki çocuktan biri, 20. yy’ın efsanevi yönetmeni ıngmar bergman’dı. yönetmen olma kararını da bir başka ceza yöntemi sırasında aldı, ihtimal. kapatıldığı karanlık dolaba yerleştirdiği ışıklı el feneriyle dolabın içinde görüntüler yaratıp, kendini sinemada varsayarak korkusunu geçiştirmeye çalıştığı günlerde.

    huzursuz bir hayat
    anne babalarımızın çocukluğumuzda yaptığı hatalar, bütün bir ömrü etkiler. bergman’ınkini de etkiledi. denetlemekte zorlandığı huzursuz bir ruhu oldu. önceden kestiremediği şeylerle karşılaştığında hep acı çekti. ‘ölüm korkusu’ onu dehşete düşürecek kadar yoğundu. ağır bir ‘kaygı’ hali yaşadı; tıpkı son filmi ‘saraband’de dediği gibi kaygısı kendisinden çok daha büyüktü. etrafı kasıp kavuran öfkesiyle mücadele etti yıllarca. ve bütün bu süreçte, insan ruhunun tüm girdaplarında kulaç attı, bu netameli deneyimlerini de filmlerine yansıttı.
    annesi ve babasıyla ilgili olarak yaptığı ‘anlamaya çalışma’ ve onları affetme mesaisi uzun sürdü. 1965’te 47 yaşındayken, 27’sindeki norveçli oyuncu liv ulmann ile tanıştığında kadınlarda ‘annesini’ arıyordu hala. ulmann ise babasını... çocuk yaşta kaybettiği ‘kahverengi deri ceketli’ babasını... o da, sık sık kahverengi deri ceket giyen bergman’da gidermeye çalıştı bu özlemini. çocukluktan getirdikleri ‘boşluk ve yalnızlık’ duygularını birbirlerinde azaltmaya çalıştılar ama olmadı. tanışmalarına vesile olan film ‘persona’nın (1966) farö adasındaki çekimleri sırasında tutkulu bir yakınlaşma başladı aralarında. adada, birlikte yaptıkları uzun bir yürüyüşün sonrasında denize bakan taşlı gri bir bayıra oturup soluklanırken ulmann’ın elini tutup “dün gece bir düş gördüm. senle ben, acılar içinde birbirimize bağlanmıştık,” dedi bergman. tam da böyle bir ilişkileri oldu, beş yıl süren. narsisizm, kıskançlık, yoğun beklentiler, hayal kırıklığı...
    aşkın hatrı vardı
    ‘birbirlerini ele geçirme’ savaşıyla geçen beş yıl, ayrılıkla sonuçlandı. arkadaş kalmaya karar verdiler ve dostlukları bergman’ın ölümüne dek, tam 42 yıl devam etti. kendileriyle yüzleşmiş, yanlışlarını görmüştüler. 5 evlilik yapan bergman yalnızken de hayatında biri varken de, ulmann yeni aşklara yelken açmış evlenmiş boşanmışken de hep görüştüler. onlarınki sadece birbirlerine ihtiyaç duyduklarında, bencilce diğerine ‘ses verdikleri’ türden bir arkadaşlık değildi. bu arkadaşlığın karinesi ‘samimiyet’ti. ayrıca iyi günlerin, vaktiyle birbirlerinden gördükleri desteğin, bitmiş bile olsa aşkın hatrı vardı. öte yandan, 12 yapımda birlikte çalıştılar. ‘utanç’ (1968), ‘kurtların saati’ (1968), ‘tutku’(1969), ‘çığlıklar ve fısıltılar’ (1973), ‘evlilik yaşamından sahneler’ (1973), ‘yüz yüze’ (1976), ‘yılanın yumurtası’ (1977), ‘sonbahar sonatı’ (1978), ‘özel itiraflar’ (1996), ‘sadakatsiz’ (2000) ‘saraband’ (2007).

    ulmann sadece sevgilisi, arkadaşı, oyuncusu olmadı bergman’ın. aynı zamanda ilham perisiydi de... ama öyle sıradan bir peri değil, bergmann’ın deyişiyle liv ulmann onun ‘stradivarius’uydu. liv ulmann da kendi içindekileri keşfetti, ‘hayatımı değiştiren erkek’ dediği, kızının babası bergman’la olan ilişkisi boyunca."
    kaynak
  • yakın bir zamanda filmerini ya hiç izlemediğim ya da çok azını izlediğim yönetmenlerin bir listesini yapmıştım. listede siradaki isim ingmar bergman'di-evet malesef personayi bile izlemedim-.hakkinda ufak bir araştırma yaparken bu belgesele denk geldim.iyi ki de denk geldim; boğazımda hep bi düğüm bazen de tatlı tatlı göz yaşlarıyla izledim. bazı duygular hakikaten aşktan öte ve çok daha değerli bu da onun en güzel örneklerinden, herkese denk gelmesi dileğiyle.

    --- spoiler ---

    -beş yıl önce adaya geldiğimde kim olduğumu hatırlamaya çalıştım.bazi şeylere içim burkulmustu ve icimde bir şeyler canlanmıştı, bir değişim geçirmiştim.aci ,nefret ve umutsuzluk gittiğinde, aşkı tecrübe ettiğine ve bana zenginlik kattığına emindim.ama bu konuda konuşmam mümkün olmayacaktı.bir süre için başka insanların ellerini tuttuk.. ve acıyla bağlandık.ama herşey geçip gittiğinde gercek iki dost haline geldik.
    --- spoiler ---
  • görsel
    görsel
    görsel

    --- spoiler ---
    yıllar, yıllar evvel ona küçük bir not yazmıştım. ve bugün ben bu notu oyuncak ayısının içine sakladığını öğrendim.

    “kjæresfe pingmar”
    onu “pingmar” diye çağırırdım.
    “çok sevgili pingmar”

    bunu ingilizce söyleyeceğim: “seninle tanışmanın hayatta bana neler verdiğini çok az insan tecrübe eder. burada oturduğumuzdan beri 35 yıl oldu. gerçek manasıyla burada… ve bana dedin ki: ‘birbirimize acıyla bağlıyız.’ evet, merhamet dolu bir bağ bu. teşekkürler. senin liv. sana aşırı derecede düşkünüm.”

    ardından küçük bir kalp.
    --- spoiler ---
  • görsel
    my dear liv,
    you are everywhere.
    in the bathroom door. on the bed. in the chair. it hurts like hell to see you on the other side of the glass wall. i pray you bond with me. my heart misses you as if i no longer had any skin over my body.

    sevgili liv,
    sen her yerdesin.
    banyonun duvarında. yatağın üstünde. sandalyede. seni cam duvarın arkasından görmek cehennem azabı gibi. benimle bağ kurman için dua ediyorum. kalbim seni özlüyor, tıpkı vücudumun üstünde bir deri yokmuşçasına.
  • liv ullmann'ın ingmar bergman'la olan büyük ve sancılı aşkını konu alan 2012 yapımı çarpıcı belgesel.
    meyvesi ullmann'ın tek çocuğu olan linn ve çok güçlü filmler olan derin bir aşkın belgeseli.
    ullmann'ın bergman ile yaşadığı aşka ve iş ilişkisine dair pek çok bilgi ve duyguyla karşılaşabileceğiniz belgesel, bergman filmlerinden kesitlerle güçlendirilmiş.

    kendi anlatımından dinlediğimiz belgeselde ullmann'ın, her ne kadar hem psikolojik hem de fiziksel şiddetine maruz kalmış olsa da bergman'a olan büyük aşkını görebilmek mümkün. mektuplarından çıkardıklarımıza ve filmlerinin içeriğine sinen boyutuyla değerlendirildiğinde belli ki bergman da onu çok sevmiş.

    böylesi iki üst düzey sanatçının birbirine duyduğu aşkın normal ve sıradan olması beklenemezdi zaten. biri kusurlu, kıskanç ve bencil tarzıyla severken diğeri de huysuz, talepkâr ve usandırıcı tarzıyla sevmişti.

    bergman, liv'e "sen benim stradivarius'umsun." diyerek liv'in sanatsal üretimine katkılarını ve verdiği ilham boyutunu dile getirirken liv için de bergman yaşadığı büyük değişim dönüşümün baş mimarıydı.

    birlikte sadece beş yıl yaşayabildiler, birbirlerine ancak bu kadar süre tahammül edebildiler. ancak sanatsal birliktelikleri ve üretimleri bergman'ın son filmi saraband'a kadar yaklaşık elli yıl boyunca devam etti.

    bergman ona karşı bazen çok zalim olabiliyordu. liv'e olan öfkesinin zirveye çıktığı zamanlar film çekimlerinde sanatı öfkesine alet edebiliyordu. mesela yangın sahnesinde neredeyse ateşin içine sokacak kadar ilerlemesini isteyebiliyor, eksi 30 derece soğukta üstünde sadece ince bir ceketle teknenin içinde saatlerce kalmasına neden oluyor, mola anlarında bile kıyıya çıkmasına izin vermiyordu. liv'e olan kızgınlığının bedelini teknedeki diğer kişi olan garibim max von sydow da ödüyordu. liv'in bergman'a olan nefreti de bu şartlarda katmerleniyor, içinden sürekli "onu terk edeceğim." cümlesini terennüm ediyordu.

    güçlü karakterlerin aşkları da hem güçlü hem sorunlu oluyor. içinde hem onulmaz bir nefreti hem de bitimsiz bir şefkati barındırıyor. o yüzden liv ullmann bu hastalıklı aşkın her ikisini de tüketeceğini görerek çok kanırtıcı bir yalnızlık sürecini göze alarak erken bir zamanda ilişkinin birliktelik kısmını bitirmiş ve adadan ayrılmayı başarmış. belki liv bunu başarabildiği için yıllar içinde pek çok filmde birlikte çalışabildiler, sıkı bir dostluğu devam ettirebildiler. liv vaktinde noktayı koyup ingmar'ın tüm geri dön yakarmalarına olumsuz yanıt veremeseydi; belgeselde sesi titreyerek, boğazı düğümlenerek güçlükle okuduğu bergman'dan kalan son notta "seninle tanışmanın hayatta bana verdiklerini çok az insan tecrübe eder. sana aşırı derecede düşkünüm." yazmayabilirdi.
    onlar, ilk tanıştıklarında bergman'ın liv'e söylediği gibi birbirlerine acı ile bağlıydılar gerçekten fakat içinde büyük bir sevgiyi, bağlılığı, şefkati barındıran bir acıydı bu.
  • ingmar bergman'ın karanlık yanlarından da bahsedilen belgesel. kendisinin öfkeli, kıskanç, baskıcı, yer yer zalim olduğu zamanlar oluyormuş. her insan gibi.

    “ben mutlak güvenlik arıyordum. korunma
    ve büyük bir aidiyet ihtiyacı içindeydim. o ise zorluk olmadan ona sıcak kollarını açacak bir anne arıyordu. belki de aşkımız yalnızlık kökenliydi.”

    “ellerimi sana uzatıp şöyle diyebilirim: 'korkma liv. sana zarar verebilecek bir şey yapmam. seni seviyorum.' şimdilik şeytanlarım beni terk etmişti. ama bitene kadar korkunç bir süreçti.”
hesabın var mı? giriş yap