• daha elime gecmemis bu kitabin yazari jason goodwin. kitabin ilgimi cekmesinin sebebi, sadece icerigine bakarak, turklerin (esas olarak turk kulturunun) bolgeye ait degil de, disaridan geldiginin altini cizdigini dusunmus olmam. daha okumadim, okuyunca belli olacak.

    amazon'da ve idefixe'te satilmakta.
  • osmanlı hakkında bu denli akıcı, mizah ve zeka dolu bir kitap okumadım.
    jason goodwin öyle inanılmaz bir ışıltıyla anlatmış ki osmanlıyı, insan hayret ediyor, bir frenk nasıl da hissetmiş sadece bizim anlayabileceğimiz bazı ruhsal göstergeleri.
    mizah ve can sıkıcı bir objektiflik ile yazıyor, bazen de batılı kaynaklara fazla takıldığı için olsa gerek abartılı katliam sahnelerini kaleminden bal damlar gibi veriyor. gerçi bu konuda da hak yemiyor, batılıların yaptıklarını da anlatıyor. kitaptan şu alıntıları yapmadan edemiyorum

    : '... sıradan insan için merkez belki de ağaçtır. peygamber, meyve veren ağaca zarar verene lanet olsun, demiştir ve ağaç fikri - şamanların ağacı, eski dinin ağacı- osmanlı hayatına kesin olarak kök salmıştır. osmanlının en eski rüyası, göğsünden fışkıran ve yaprakları hıristiyanlığa mızrak gibi yönelen kader ağacıydı. imparatorluk kentlerinin ve köylerinin tozlu meydanlarında hepsinde boğumlu, eğri büğrü bir ağaç vardır ve erkekler onun altında oturup dedikodu yapar...'
    şu yukarıdaki cümle hala caridir ve beni gülümsetti. çünkü o kadar doğru ki. söz konusu ağaç da çınar olmalı.
    goodwin, sadece bir yazar değil bir gezgin de oluğu için gözlemleri hayli isabetli. bir yerde topkapı sarayının sadeliğinden bahsederken, bunun bir beceriksilzik değil bir zihni tutum olduğunu da saptıyor.
    ve türklerin taşta simetri ve şaşaa elde etme yetenekleri tartışılmazdır, diyor.
    hayli geniş bir yer verdiği istanbulun fethi ve fatih sultan mehmet in zihinsel tutumundaki değişimi de iyi analiz ediyor.
    diğer sultanlar sadık gazileriyle aynı yemekten, aynı çadırda yerken, mehmet'in bu töreyi terk ettiğini, benim arzum sultanın tek başına yemek yemesidir, diyerek kendi farkının altını çizdiğini belirtiyor.
    osmanlı toplumundaki ırsiyetin önemsizliği vurgusunun batılıları nasıl şaşkına çevirdiğini, sert meritokrasi tarzının nasıl işlediğini yeniçeri ve devşirme sisteminin örnekleriyle açıklıyor. meşhur türk organizasyonculuğuna da hayli yerinde tespitlerle göndermede bulunuyor.

    ' bir türkü eyerinden indir, hemen bürokrat olur' '... osmanlılar kavgacı kimseler değillerdi. kendi varlıklarını sürdürmek dışında bir amaçları yoktu. kimsenin onların dinini kabul etmesini talep etmez, kendi dillerinin kullanılmasında ısrar etmezlerdi. bir 16. yy. gözlemcisi, ' tek politikaları büyümekti.' sonucuna varmıştı ve daha sonraki bir dizi yayılmacının tersine, türkler hiçbir zaman neden başkaları bizim gibi değiller, diye sormadılar...'
    '...osmanlı kentleri, kamunun taleplerini değil, özel yaşamı yansıtma eğilimindedir... '
    '...osmanlı camilerinde güneşli bozkırların yansımasını gördüğünü ifade eden o tarihçi, bunu söylediğinde, yükselip güçlenirken imparatorluğun iç niteliğine giden yolu göstermiş ve imparatorluğun dahiyane hafifliğini belirtmişti. imparatorluğun kalbinde , hemen hemen hiçliğe doğru yükselen bir motif vardı, dalgalanan arapça öylesine soyuttu ki, ondan anlam fışkırırdı, büyülü söz mantra sonsuza dek yinelenir ve sufinin aklı böylece boşalır ve orayı allah doldururdu...'
    '... türkler sonuna dek süren ciddiyetleri ve kibarlıkları ile ün yaptılar...'
    '... osmanlılar sert çizgiler, ölü mekanlar ve sert açılara karşı, remil falcılarının duyduğu korkuyu duyarlardı. savaştaki cesaretlerine karşı evlerindeki karanlık köşelerden ürkerlerdi: kötü ruhlar oralarda, durgun sularda olduğu gibi toplanırdı...
hesabın var mı? giriş yap