14 entry daha
  • 1985 yılında yayınlanmış olan kitap ilk olarak almancada mı basıldı acaba? özgün adı die versiegelte zeit görünüyor.

    "dilsizliği aşmak için bıkıp usanmadan gösterilen insanüstü gayret 'arayış' ya da 'deney' gibi solmuş sözcüklerle nasıl bir tutulabilir ki?"

    "sanat ilan-ı aşk gibi bir şeydir. insanın diğer insanlara bağımlılığının bir itirafıdır."

    [bir çin atasözü şöyle der: "büyük bir adam, toplum için bir felakettir."]

    "bir sanatçının konusunu 'aradığı'nı söylemek yanlış olur. konu onun içinde tıpkı bir tohum gibi olgunlaşır ve şekillendirilmeyi bekler. bu tıpkı bir doğuma benzer. şu farkla ki şairin elinde gurur duyacağı hiçbir şey yoktur. sanatçı, durumun hakimi değil, hizmetkarıdır. yaratıcılık, onun için mümkün olan yegane var oluş biçimidir ve yarattığı her eser, onun gönüllü olarak kaçamayacağı bir eylemdir."

    "genelde insanın sözleri, ruhsal konumu ve fiziksel davranışları farklı farklı düzlemlerde gerçekleşir. birbirleriyle işbirliği yapar, zaman zaman birbirlerini tekrarlar, daha çok çelişir, hatta zaman zaman da şiddetli çatışmalara giderek birbirlerinin maskesini düşürürler."

    "dahilere sinema tarihinde çok az rastlanır: bresson, mizoguşi*, dovşenko*, paradyanov*, bunuel... bu yönetmenlerden hiçbirini bir diğeriyle kıyaslamak mümkün değildir. her biri kendi yolundan gider. uzun susamışlıklar, zayıf taraflar hatta saplantılar da olsa çok açık bir hedef, kendi içinde bütünlüğü olan bir kavrayış adına yürüyüp giderler."

    [leonardo da vinci'nin sistemine giriş adlı eserinde daha önce de değindiğimiz paul valery alaycı bir dille şöyle der: "metonimi bir keşif, metaforu bir ispat, kelime kalabalığını olağanüstü derin bir bilgi fışkırması ve kendini bir peygamber olarak ele almak gibi aptalca alışkanlıklar; bunlar daha beşikten bize verilen felaketlerdir."]

    "bir sanatçı istediği kadar denemelere girişebilir. byu tamamen onun kişisel sorunudur. ama arayışını bir film şeridine tespit ettiği andan itibaren (ilave çekimlere çok az rastlanır ve yapım dilinde buna 'çürük mal' adı verilir), yani tasarısını nesnelleştirdiği andan itibaren, seyirciye sinema yoluyla söylemek istediği şeyi bulduğu varsayılır. demek ki artık arayış karanlığı içinde kendine yol bulmaya çalışmaz."

    "insanın, akıp gitmiş olan hayatına şöyle bir bakması bile, başından geçen olayları birbiriyle karıştırmadığını hayretle fark etmesine, karşılaştığı kişilerin benzersizliğini saptamasına yetiyor. tekillik ve karıştırılmamak, var olmanın her anına üstün geliyor."

    "burada önemli olan, görüntüyü algılayacak olan kişi değil, görüntüyü var eden sanatçıdır: işe koyulan bir sanatçı, belli bir fenomeni ilk şekillendirenin kendisi olduğuna inanmalıdır. ilk kez ve yalnızca kendisinin duyduğu ve anladığı tarzda..."

    "bütün bunlara rağmen görünürde karşımıza bir çelişki çıkar. çünkü bir yönetmenin zaman duygusu, tabii ki ne olursa olsun, seyircinin tecavüze uğraması demektir. aynı şekilde, seyirciye zorla dayatılan da yönetmenin kendi iç dünyasıdır."

    "aslında, edebi yeteneğe sahip bir insanın, maddi gerekçeler hariç, hangi akla hizmetle senarist olmaya kalktığını hiçbir zaman anlayamadım. bir yazar yazmalıdır. filmsel görüntülerle düşünmesini beceren birisiyse yönetmenler ordusuna katılmalıdır."

    "belli niteliklere sahip bir rengi kaydetmek fizyolojik ve ruhbilimsel bir fenomendir ve genelde insan buna pek dikkat etmez. (...) elle tutulur, profesyonelce çekilmiş vasat filmlerin algılanış biçimi, bugün, her şeyden çok 'lüks' baskılı renkli dergilerin algılanış biçimlerine benzemektedir. renkli fotoğraflar acaba nereye kadar yeterli bir ifade gücüne sahiptir?"

    "(...), insana tuhaf gelebilir ama bizi çevreleyen dünyanın renkli olasına karşın siyah beyaz film görüntüsü ruhbilimsel, doğal ve şiirsel gerçekliğe çok daha yakındır ve bu yüzden, esas olarak görmeye dayalı bir sanatın özüne çok daha iyi uyar."

    "tabii ki sinemada tiyatroyu çok etkileyici kılan oyuncu-seyirci arasındaki dolaysız ilişkinin çekiciliği kaybolmaktadır. bu yüzden sinema hiçbir zaman tiyatronun yerini alamayacaktır. buna karşın sinema sanatını da ayakta tutan, aynı olayı beyazperdede istendiği kadar yeniden yaşatma imkanıdır. sinema, doğası gereği nostaljiktir."

    "sinema oyuncusunun aksine tiyatro oyuncusu, yönetmenin idaresi altında rolünü kendi içinde yapılandırmak zorundadır, hem de başından sonuna kadar. yani, sahneye koyma tasarımı temelinde duygularının bütün çizgisini kendisi şekillendirmek zorundadır."

    "oyuncunun* tek görevi yaşamak ve yönetmene güvenmektir. yönetmen onun varlığından, filmin konusunu en açık şekilde ifade eden anları seçer."

    "oyuncunun* maddi-manevi, duygusal ve düşünsel yapısına uygun olarak yalnızca kendine özgü bir ruhsal konumu, yalnızca kendine özgü biçimde ifade etmesi çok önemlidir. bunu nasıl yaptığı hiç fark etmez. bence bir oyuncu, kişiliğinin gerçek parçası olan belli bir ruh haline sahipken ona başka bir ifade tarzını benimsetmeye hiç hakkımız yoktur."

    "benim açımdan bir oyuncunun profesyonel olması için ona anlatılan oyun kurallarından herhangi birine, en doğal haliyle ve her şeyden önce görünür bir çaba harcamadan hızla uyabilmesi gerekir. her doğaçlama duruma kendiliğinden ve bireysel olarak tepki gösterebilmelidir."

    "gene de bir yönetmen zaman zaman oyuncu olarak beş para etmez insanlarla çalışmak zorunda kalır. buna karşın, antonioni'nin serüven* ya da orson welles'in yurttaş kane* filmlerindeki oyunculuk çalışması ne müthiştir!"

    "sanatçı bir şeyler yaratmayı başarabilmişse, bu bence, henüz bilincine varmamış bile olsa insanların var olan ihtiyaçlarını karşıladığı içindir. işte bu yüzden kazanan, bir zafer elde eden her zaman yalnızca seyircidir, sanatçı her zaman bir şeyler yitirir ve kaçırır."

    "sanatçı toplumun istikrarını ideale ulaşma çabası adına bozmaya çalışır. toplum istikrar, sanatçıysa sonsuzluk ister. onu tek ilgilendiren şey mutlak gerçektir, dolayısıyla daima ileriye bakar; herkesten önce bazı şeyleri görmesi de bu yüzdendir."

    "benim için 'fikri bunalım' her zaman bir sıhhat belirtisi olmuştur. zira bence, 'fikri bunalım' kendini bulma, yeni inançlara kavuşma çabasıdır. fikri bunalıma, fikri sorunlarla yüz yüze gelmekten çekinmeyen herkes, eninde sonunda düşmek zorundadır."

    "hiçbir filmimde simge kullanmadım. 'bölge', bir 'bölge' işte. insanın kat etmek zorunda olduğu hayat, hepsi o kadar. insanın ya yok olduğu ya da dayandığı bu yerde ayakta kalmayı başarıp başaramayacağı kendine olan saygısıyla, önemliyi önemsizden ayırma yeteneğiyle belirlenir."

    "bazı edebiyat teorisyenleri, örneğin dostoyevski'nin aslında kendi ruhundaki derin uçurumları keşfettiği, romanlarındaki azizler ve iblislerin aynı zamanda kendisi olduğu görüşünü savunurlar. gerçekteyse dostoyevski, söz konusu tiplerden hiçbirine benzemez, karakterlerden her biri dostoyevski'nin hayat izlenimleri ve yansımalarının bir toplamıdır, ne var ki hiçbiri dostoyevski'yi, onun kişiliğinin bütünlüğünü canlandırmaz."

    "bir insanın sahip olduğu en önemli şey, gönül rahatlığıyla hayatın tadını çıkarmasını engelleyen her zaman huzursuz bir vicdandır."

    "bu bütünüyle olağanüstü dram, iğrenç ve çirkef gerçekle zorunlu bir ilişkiye giren fikir düzeyi yüksek bir insanın ezeli sorununu ele almaktadır, bu sanki bir insanı kendi geçmişini yaşamaya zorlamak gibi bir şey. hamlet'in trajedisi, bence, onun fiziksel sonunda değil, ölümünden kısa süre önce bütün yüce ilkelerinden vazgeçerek tamamen sıradan bir katil olmasında yatmaktadır. artık ölüm onun için kurtuluşun ta kendisidir, yoksa intihardan başka çaresi yoktur."

    "bergman'dan bir örnekle bu konudaki düşüncelerimi daha açıklığa kavuşturmak istiyorum: kaynak* filminde vahşice tecavüze uğrayan kız kahramanın öldüğü sahne beni hep sarsmıştır. ilkbahar güneşinin süzüldüğü dalların arasından henüz ölmekte, belki de ölmüş bir kızın yüzünü görürüz... artık acının zerresini duymuyordur. (...) zira yönetmenin bu çekimde güttüğü tek amaç olayı olduğu gibi yansıtmak, kızın gözkapaklarına yapışıp kalan karların erimediğini göstererek kızın öldüğünü vurgulamak."

    "ama unutulmasın ki sanatçı her zaman kendine sonradan çiğneyeceği ilkeler koyar. sanırım, yaratıcıların benimsediği estetik doktrinlere uygun eser sayısı çok azdır."

    "nostalghia'da benim bütün meselem, görünüşte savaşçı olmayan ama benim için bu hayatın yegane galibi olan 'zayıf' insan konusunu sürdürmekti. stalker kendi kendisiyle konuşmasında, zayıflığı biricik doğru değer ve hayattaki tek umut olarak savunur. faydacı gerçekliğe uyum sağlayamayanlar her zaman hoşuma gitmiştir. ivan'ı saymazsak filmlerimde kahramanlar yoktur."

    "gerçekten özgür bir insan, bireyci anlamda özgür olamaz, aynı şekilde bireyin özgürlüğü de toplumsal çabanın ürünü olamaz. geleceğimiz bizden başka kimseye bağlı değildir."

    (bkz: andrey tarkovski/@ibisile)
    (bkz: nikolai burlyayev)
    (bkz: skammen/@ibisile)
    (bkz: solaris/@ibisile)
    (bkz: yönetmen/@ibisile)
    (bkz: ortaya koymak)
33 entry daha
hesabın var mı? giriş yap