• onsekizinci yüzyılda yaşamış türkmence yazan bir ozan. firaki rumuzunu kullanırdı. günümüzde türkmenistan'ın birçok yerinde heykelleri ve türkmen kültüründe çok önemli bir yeri vardır. türkmenistan'da kiril alfabesi'nin kullanıldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu ozanın isminin kiril alfabesi ile yazılmış halinin, latin alfabesi ile yazılmış halinden daha doğru okunabilmesi ise ilginç bir durumdur.
  • türksoy tarafından 2014 yılına ismi verilen kişi
  • türkmen mutasavvıf şair. asıl adı mahtumkulu olan şair, şiirlerinde kullandığı firaki mahlası sebebiyle mahtumkulu firaki olarak bilinmektedir. 18. yüzyılda türkmenler hakkında yazdığı sosyal ve politik şiirlerle tanınır.türkmen şairlerin önde gelenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

    türkmenlerin göklen boyunun gerkez aşiretindendir.kendisi gibi düşünür olan babası devlet mehmet azadi'den arapça ve farsça dersleri aldı. ilk eğitimini doğduğu köyde alan firaki, eğitimine; lebap vilayetinin halaç ilçesinin kızılayak köyünde bulunan idris baba medresesi'nde devam etti. buhara'daki göğeltaş medresesi'ndeki eğitiminin ardından, hive'de yer alan şirgazi medresesi'nde eğitimini tamamladı.

    medreselerde aldığı şiir eğitimiyle birlikte arapça, farsça ve çağatayca'yı öğrenen firaki, konusunu gerçek hayattan alarak yazdığı şiirlerle türkmen şairler içinde önde gelen isimlerden oldu.

    şairliğinin yanında mutasavvıf ve düşünür de olan firaki, 1797 yılında yaşamını yitirdi. mezarı, iran'ın kuzeybatısındaki aktokay köyünde bulunmaktadır ve iran hükûmeti tarafından anıt mezara dönüştürülmüştür.

    firaki, şiirlerinde; dini motifler, muhammed ve diğer peygamberlere duyulan sevgi, evrensel ve millî değerler, sosyal dengesizlik, insanın hayatı ve toplumsal olayları kapsayan konuları, sade ve yaşadığı dönemin halk diliyle anlaşılır bir şekilde dile getirmiştir. hemen hemen tüm şiirlerinde türkmenleri birlik ve beraberliğe, bir devlet ve bir bayrak etrafında toplanmaya davet etmiş, insanları iyiliğe ve doğruluğa ulaşması gerektiğini savunmuştur.

    kendi rüyasında dokuz kere bade içmesinden dolayı türkmenler tarafından kendisine "haktan içen şair" de denilmektedir. firaki, şiirlerinde ahmet yesevi'yi ustası olarak kabul etmiş, kendisinden önceki mutasavvıflardan yararlanarak eserlerini ortaya koymuştur.

    türkmenistan'ın uluslararası kulvarda en değerli ödüllerinden biri olarak kabul edilen uluslararası mahtumkulu ödülü, şairin adını taşımaktadır.bununla birlikte, 1931'de kurulan türkmen devlet üniversitesi'ndeki dil ve edebiyat enstitüsü'ne şairin adı verilmiştir.

    (bkz: türkmenistan)
  • türkmenler baglasa bir yere bili,
    guradar gulzumy deryayy nili,
    teke, yomut, göklen, yazyr, alili
    bir dövlete gulluk etsek bäşimiz.

    yani
    eğer en büyük beş kabile birlikte harekat ederse ve türkmenler bir olursa şüphesiz o derece kudretli bir ordu meydana gelir ki, bu ordu harekat ettiğinde kızıldeniz ve nil deryasını bile kurudur.
  • öyle bir "la ilahe illallah" demiş ve irfan gürdal öyle bestelemiş ki, bencileyin ateiste içten bir kelime-i tevhid çektiriyor. sözleri, belki yaptığım ufak tefek hatalarla şöyle:

    müsülmanlar ilki başi
    la ilahe illalladır
    muhammed'in göynü hoşi
    la ilahe illaladır

    atadaşım babadaşım
    kabir denya din gardaşım
    danma sıratta yoldaşım
    la ilahe illalladır

    elhemdir ayet terezi
    kulhuvalladır eyesi
    iki dünyanın zeresi
    la ilahe illalladır

    mahdumkuli ol mahreçte
    ölüm vardır her bir başta
    soran cokdur yakindaşta
    la ilahe illalladır

    https://www.youtube.com/watch?v=hrgbqcdpeuk
  • mahtumkulu firaki

    gurbannazar ezizov
    türkmenceden çeviren: hüdayi can

    ı

    öyle olmalıydı,
    öyle de oldu:
    yıllar yılı kösteklenip merkeze,
    en sonunda yenip tembel nefsimi,
    geldim senin, güzel yurdun gerkez’e. (1)

    o kocaman şehrin bungun gecesi
    fecre dek şi’rini okusam da bak,
    ah, firagî, biliyorum dese de,
    ustasını bilmiyormuş bu çırak.

    senin ömrün, senin devrin hakkında
    meti köseyev’e (2) verip imtihan,
    çırağın en yüksek notu alsa da,
    büyük üstadını bilmemiş inan.

    sonra, zorlu yollarında hayatın
    kaybolup, geceler kızıl od yakan,
    içinden od geçen ve soğuk geçen
    çırak ustasını bilmemiş inan.

    bugün, çağlayanın gökkuşağı,
    taş içinde yol yitiren bulaklar,
    döşlerde nur saçan gümüş broşlar,
    altın kakma bilezikli bilekler,

    ayın düştüğü yer, müthiş aydere,
    dağ taşları, dağın rüzgârı hatta,
    senin her dizene, her bir bendine
    adanıp dikilmiş heykel adeta.

    bugünle değişmem bütün ömrümü,
    çünkü bugün her bir dizen, her bendin,
    kaderin, sevincin, üzüntün, sevgin,
    hâsılı, çok yakın oldun sen kendin.

    bu müthiş dağların, bu manzaranın,
    hissinde, aklında resmini çekmiş,
    senin gibi mert adamın firagî
    şair olmamaya çaresi yokmuş.

    ıı

    gel, oturup bahsedelim dünyadan
    yakın edip aradaki ırağı.
    elbette ben, tartışacak değilim,
    ben nere, sen nere koca firagî.

    devir bu, her zaman, devinir durur,
    bugün düne gider. dün dönüp gelmez.
    tek hakiki dostun ettiği yardım
    binlerce yoldaşın elinden gelmez.

    senin devrin, biliyorsun, ağırdı.
    dağına göre kar, derler, adettir....
    küçük yüreklere biraz kar yağsa,
    doruklar boradır, buzdur, afettir.

    namert güler mert kişinin haline,
    şer işler dünyada, bırakmaz huzur.
    yaşansa yaşanır, aciz yürekle,
    kocaman yürekle, yaşamak ne zor.

    iyilik, kötülük her zaman aynı,
    kimi hayra zardır, kimi şerre zar.
    bugün kötülüğün galebesinden
    kişi başı tam beş batman barut var.

    her adam başına beş batman ölüm?!
    tam beş batman barut her bir adama?!
    bir başa bir ölüm yeterdi bize,
    bir başa beş batman?
    çok değil mi ama?

    âdemoğlu sevgi, savaş, nefretle
    gör bak,
    aştı nice yüz bin menziller.
    bütün devirlerin hayır, şer işi
    özünde hep
    birbirine benzer.

    dünyada kötülük olduğu için,
    bütün devirlerin dâhi kuşağı,
    yanar yaşar, içmek için sonunda
    salieri (3) eliyle, bir kâse ağı.

    dehasıyla yücelmişse bir insan,
    hasetçiler bin bir töhmet atarlar.
    ama bilge gittiği gün dünyadan,
    hatta o kavmin de ciğeri yanar.

    kimi çıkar nice uzak yollara,
    müjdelerle, kapıları çalmaya.
    tekerine çomak sokup kimi de,
    çıkar müjdeciye engel olmaya.

    böyle, çürük merdivene çıkarlar,
    bir mevsimlik mutluluğa kanarak.
    hanlar,
    beyler,
    nice şahlar ölürler;
    halk yaş döker, şairini anarak.

    çünkü gerçek şair namusu halkın,
    bahtı bahttır ona, acısı zindan;
    halkın ağıtını süzer kalbiyle,
    sonra ölür gider, kalp ağrısından.

    ııı

    sevinsem mi üzülsem mi bilemem,
    çay başında nükte yapıp not almış
    ertesi gün nazma çekip getiren
    müteşairler de pek bir çoğalmış.

    üzülürsün senin asil işine
    böyleler eziyet ediyor diye,
    biraz sevinirsin: “bak, bu gidişle,
    onlardan okur çıkar belki de…”

    onlar hep tasannu peşinde koşar,
    basit kafalarda karıp kelebi,
    ne zaman tükenir müteşairler,
    mamutların arzdan gidişi gibi.

    göklerin bezeği, kanadı, kartal;
    dağların bezeği, kaplandır, şîrdir.
    şair olmaz oyalayan milleti,
    insanları değiştiren şairdir.

    …hayatta olsaydın, yazardın eser,
    basardı neşriyat, çoksa da ezası,
    bir dilekçe, olurdun es-es- es-er (4)
    yazıcılar birliğinin azası.

    toplantıya, çalıştaya varırdın,
    nice yetenekli hatipler vardır,
    makale okurlar: “büyük şairin
    şiirinde virgül, noktaya dair.”

    gülümsersin, biraz tere batarsın,
    batarsın bir tuhaf, garip duyguya;
    herhalde, mahtumkulu, virgülden,
    çizgiden, noktadan biraz büyük ya…

    bir gün toplantıda, öfkeyle dolup,
    yoldaşını yersiz yeren boş biri
    eve gelip okur, çocuklarına
    boş gezen hakkında yazdığı şiiri.

    bakmaz kendisine, riyasına bakmaz,
    utanmak nerede, gayet ciddidir.
    riya hakkındaki mısralarından
    mutlaka, ihlasla örnekler verir.
    her zamanın bir âdeti, örfü var,
    fakat bazen haddi aşıp iyiden,
    unuturuz tabiatın hüsnünü,
    öz varlığımızı güzelleştiren.

    senin anlattığın o güzel atlar,
    bugün ahırlarda görülüyor hor.
    … çünkü ziraatta önemi yokmuş,
    sebebi, karnında yokmuş bir motor.

    onlar ise, koç yiğidi uçurup,
    rüzgâra, bozkıra… cemal sahibi
    güzellere doğru gitmek isterler,
    kartalların göğe kalkışı gibi.

    bilim varır yıldızların dengine,
    şehirler de aya başını bağlar.
    topraktan, çiçekten türeyen insan
    kırda bir gül görür, öper ve ağlar…

    havalimanıyla inlesin şehir,
    şehir bu sesiyle varsın övünsün.
    fakat asla doğallık ve sadelik
    insanlığın mayasından çıkmasın.

    … bazen birkaç sade adam tartışır
    “şiirinin hakkını vermezsen eğer,
    yaklaşık yüz on bin kişi başına
    bir şair düşer ya düşmezmiş meğer.”

    biraz safça ama doğru bu fikir,
    çünkü bir emekli, sıkılıp, “iş” yerine
    vaka raporunu uzun ömrünün
    yaldızlar gönderir yazı işlerine.

    hadi sonra dur bakalım önünde,
    bir cevap yazarsın “şiirin zayıf” der
    cevabına cevap gelir: “ne öyle…
    samimi yazmışım, kalbim temizdir!”

    ve saire, yine.. ve benzerleri…
    fakat şiir dediğin, tabiat sana
    saflıktan başka bir kudret vermeli
    bülbül sesi verişi dek ozana…

    ıv

    gurup çöktü aydere’nin üstüne,
    bulutlar dağlarda ateş almışlar.
    nefesinle gözün düşen vadiler,
    bahar meclisinde sarhoş olmuşlar.

    zaman zaman bütün gece didinip
    ahir ulaşınca halaskâr tana,
    “ayrılıyor muyum senden firagi,
    varıyor muyum?!” der, sorarım sana.

    laf burda kafiye, vezinde de değil,
    (yoksa, dün kalbini, beynini ezip,
    yeni kafiyeler ararken, daim,
    sadelik peşinde bugün ezizov.)

    laf iç musikide, ahenkte de değil,
    herkes yürür gider, seçip yolunu.
    hayır, daha büyük bir mesele var,
    sevdim mi,
    sen gibi türkmen ilini?

    onun sis bürüyen sahralarını,
    dağlarında geyik yavrularını?
    ne zaman ziyaret eder, diyerek,
    bekleyen genç gelin manilerini? (5)

    iskender’in rüyasına girmeyen
    içi bereketli kalelerini?
    bir müthiş cümlenin ünlemi gibi
    göklere uzanmış kulelerini?
    kına beni, sevmediysem bunları,
    sevmediğim, hor gördüğüm yolunu.

    nasıl sevsin kıtaların hepsini
    sevmezken bir adam kendi ilini.

    v

    anayı sevmeyen yurdunu sevmez,
    yurdunu sevmeyen cihanı sevmez.
    cihanı sevmeyen kendini sevmez.

    .................................................................
    (1) mahtumkulu firagî’nin yurdu.
    “bilmeyen, soranlara deyin bu garip adımız,
    aslı gerkez, yurdu etrek, adı mahtumkulu’dur.”

    (2) meti köseyev, edebiyat bölümünde şairin hocasıdır. mahtumkulu dersleriyle öğrencilerinde milli şuuru diri tutmaya çalışırmış. dede korkut’u yayınladığı için, turancılık suçundan yargılanıp sürgüne gönderilmiş bir aydın.

    (3) antonio salieri, mozart’ın çağdaşı besteci. burada, hasedinden dolayı mozart’ı zehirlediği söylentisine gönderme var.

    (4) sssr; sscb’nin rusça kısaltması.

    (5) bu iki dizenin özgün şekli şöyledir: “giyewçilemäge haçan ger diyip, /çuwalgyzlan kakyan süyji
    lälesin?” bu mısraları, yoğun kültür öğeleri içerdiği için nazmen doğru çevirmek mümkün değildir. ancak bir parça açıklayabiliriz. türkmen âdetlerine göre yeni gelin kısa süre damatla kaldıktan sonra bir süreliğine baba evine döner. bu ayrılıkla yeni çiftlerin birbirini özlemeleri, sevgilerinin artması amaçlanmış olmalı. bu ayrılık süresi bazen altı ay kadar olabilmektedir. baba evine dönen bu yeni geline “çuvalgız” denir. zaman zaman damat, eşini ziyaret edip, babasına, yakınlarına görünmeden onunla görüşür. buna “giyevçilemek” denir. “lale kakmak” özel bir ahenk ve seremoniyle toplu mani okuma demektir. buna göre mısraların nesir olarak aktarılması şöyle olur. “çuvalgızların (kocam) ne zaman giyevçilemeye gelir ki diyerek kaktıkları laleleri (senin gibi sevebildim mi acaba?)”
  • 18. yüzyılda iran'da yaşamış türk şair. orta asya türk coğrafyasında ismi çokça bilinen bir ozan olmasına rağmen ne yazık ki ülkemizde hak ettiği şana kavuşamamış.. halkımız tarafından pek tanındığı söylenemez.

    feysbuk'ta dolanırken gelse gerektir isimli şiirine denk geldim ve çok etkilendim. diğer şiirlerini de okuyunca aslında kendisi gibi yol göstericilere tüm türk halkları olarak ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu anladım. ruhu şad olsun.

    karakuş rumuzlu bir arkadaşımız, gelse gerektir'i anadolu türkçesi ile yazmıştı youtube yorumlarında. olduğu gibi kopyalayıp buraya yapıştırıyorum; hakkını helal etsin.

    gelse gerektir

    kardeşler gün günden beter olmuş
    yıl yıldan beter gelse gerektir
    içki içen ve zina kılan cihanda
    belli meşhur olup dursa gerektir

    müslüman kardeşler dönmeyin bu yoldan
    geçersiniz sırattan incedir kıldan
    deccal gelir derler bir nice yıldan
    aleme bir kavga salsa gerektir

    gözü birdir kara giymiş boyuna
    garip yanar haraminin oduna
    şam, şerif ve ruma mekke medine
    müslümanlar kaçıp dolsa gerektir

    isa mehdi gelse âdildir zattır
    yecuc mecuc gelse zulüm heyhattır
    kulağı yerde sürünür bir yavuz zattır
    kaf dağını deşip gelse gerektir

    kalem titrer yetimlerin zârından
    coşkun geçer aşıkların serinden
    gök çöküp; dağları sarsar yerinden
    israfil surunu çalsa gerektir

    denizler kurur sular çekilir
    ay gün hem tutulur yıldız dökülür
    büyük dağlar erir yer gök yıkılır
    yalnız mevlam özü kalsa gerektir

    ecel gelse bende tüm varlığından
    elini çeker halktan şirin canından
    allah’ın emrinden hak fermanından
    azrail öz canını alsa gerektir

    haktan başka canlı canlar kalmaz
    israfil canını verir; sur hem çalınmaz
    kırk gün yağmur yağar yer gök bilinmez
    yeniden yeşerip bitse gerektir

    bir burak’ı hulle ile süslerler
    altın gümüş kızıl yeşil düzerler
    dört melek dirilerek gezerler
    muhammed kabrine gelse gerektir

    seda çıkar meleklerin tüyünden
    lebbeyk! diyip kalkıp gelir yerinden
    kabir yarılır kum dökülür serinden
    vayy ümmetim deyip kalsa gerektir

    gönül kaygıya düşer mahşer gamından
    hani ümmetin deyip sorar ‘emin’den*
    başını secdeye koyar kalkmaz zeminden
    kalk! deyip haktan ilham olsa gerektir

    israfil surunu alır koluna
    gözünü diker kadir hakkın yoluna
    şiir seda çeker sağ ve soluna
    cümle canlar cana gelse gerektir

    aksırıp aksırıp mezardan çıkarlar
    kalkarlar göğe gözünü dikerler
    boynunu büküp etrafa bakarlar
    kırk gün hayran olup dursa gerektir

    görürler kurt kuşlar kaçmaz yanından
    denizler kızdırıp gelmiş şanından
    herkes öz sevdiğinin yanından
    beraber birleşip kopsa gerektir

    zebaniye, melekler gürzünü tutmuş
    terazi kurulmuş gün nuru gitmiş
    buraka at veren; biner don ihsan etmiş
    donu hulle olup gelse gerektir

    büyük divan kurulur bir iş düzülür
    gün yüzü çevrilir alem kızar
    beynin cayır cayır kaynayıp sızlar
    verdiğin ekmeğin gölge olsa gerektir

    firavun haman şeddat nice kafirler
    ölmüşüz diyip hayran olup dururlar
    bizi kim diriltti? diye sorarlar
    mümin kullar cevap verse gerektir

    sevinçleri kaygı ile yok olur
    ateş yakılır kavgaları çok olur
    ahirette yüz yirmi saf olur
    on iki bölük edip sürse gerektir

    bir bölüğü hınzır olup gezerler
    bir bölüğü maymun olup asarlar
    bir bölüğü kör sağır olup gezerler
    yaptıkları alnına gelse gerektir

    kimisinin teninde ateş-alev oynar
    kimisinin ağzında kan irin kaynar
    beceriksiz hocalar dillerini çiğner
    onu rabbim böyle kılsa gerektir

    kimisi cehennem ateşinde yanar
    kimisi mest olup yıkılır yatar
    kimisinin ayağı alnında biter
    başı ile koşup gelse gerektir

    on kat kızgın döşek düşer yerine
    nowhager’in başı düşer burnuna
    dili uzayıp iner karnına
    ameline bulaşıp kalsa gerektir

    mümin ferman olup kafir iç çeker
    deve buğra gibi olup bilekli zıplar
    halk ağlaşır,fermanına sızlar
    muhammed tuğunu kursa gerektir

    korku düşer peygamberler canına
    oğul gelmez atasının yanına
    muhammed başlayıp terazi dibine
    yeşil alem kurup dursa gerektir

    kucaklar ‘oğlum’ diye adem peygamber
    ibrahim halil der: ‘ey ya gaffar’
    musa isa söyler: yaradan cebbar
    herkes kendisi dileyip alsa gerektir

    nice peygamberler duası makbul
    ne sağını tanır ne solunu ol
    başını açıp ağlar muhammed resul
    ‘vayy ümmetim’ deyip dursa gerektir

    cemaat silmez gözde yaşını
    tanışıklar sormaz dost-kardeşini
    meydanda kurulan mizan başını
    ısrafil tutarak dursa gerektir

    kafiri bezerler ateş donuna
    sürerler iletirler cehennem yanına
    palanlı katır gibi olup şanına
    buğra boyun* örümcekler soksa gerektir

    wayy der yetişmez kimse vayı
    eşek gibi anırıp doldurur sarayı
    yemişi zehirdir içkisi awı
    ebedi zindanda kalsa gerektir

    şimdi geldik mümin kullar ne edermiş
    hangisi işe hangisi yola gidermiş
    muhammed hatrına dua edermiş
    bilmeyenler bunu bilse gerektir

    mümin kullar geçip giderler yol gibi
    kimi yıldırım gibi kimi rüzgar gibi
    kimi koşan at gibi kimisi sel gibi
    kimi uçar kuş gibi geçse gerektir

    üç bin yıllık yoldur; bini çıkıştan
    bini hem vardır o bini inişten
    karadır geceden keskin kılıçtan
    kim gece gündüzde geçse gerektir

    kimi on günde geçer kimi bir ayda
    kimi yabani eşek gibi bağırır sarayda*
    kimi bir yılda geçer kimi bir ayda
    sonu beş bin yılda geçse gerektir

    bunca bin yıllar kanlar akıp geçince
    sırat köprüsünden karşıya geçince
    kevser ırmağından şarap içince
    yiğit koca bir yaşa gelse gerektir

    yiğitler yeşil taç koyar başında
    yusuf güzelliğinde isa yaşında
    davud’un yerinde otuz beşinde
    herkes öz sevdiğini alsa gerektir

    yetmiş hulle giyip tahta konarlar
    zeberced gibi burak binerler
    yerler içerler seyran kılarlar
    ölmez yitmez; baki kalsa gerektir

    yetmiş huri kız döşek döşer altına
    yetmiş huri kız imza verir kastına
    tuğba ağacı gölge salar üstüne
    hakkın cemalini görse gerektir

    dünya bu dünya der yatan sarhoşlar
    inanmayan kafir olur kardeşler
    mahdumkulu söyler gelir bu işler
    kıyamet günü kullar görse gerektir
  • turgıl diydiler

    bir gice yatırdım tünin yarında
    bir tört atlı gelip turgıl diydiler
    habar birmez sana fursat cayında
    şol yerde erler bar görgil diydiler

    kalk dediler

    bir gece yatıyordum gecenin ortasında
    bir dört atlı gelip “kalk” dediler
    “haber vermez sana fırsat yönünden,
    o yerde yiğitler var,gör” dediler
  • 18. yüzyılda evrim kuramına kısmen de olsa değinmiş şairdir:

    "adamoglun bicin (maymun) kimin, pelek her dem oynayar;
    ol hakıñ pelek üçin yaradan hayvanıdır."

    türkçesiyle:
    "ademoğlun maymun gibidir, dünya her zaman döner;
    o, hakkın dünya için yarattığı hayvanıdır."

    bicin, türkçede "maymun" demektir, eski türkçede de geçer. açıkça insanla maymunu benzetme durumu var şairin. ikisinin de primat olduğunun gayet farkında ama o yıllarda tanrı kavramı hala güçlü.
hesabın var mı? giriş yap