113 entry daha
  • kanada'nın quebec eyaletinin en büyük şehri. ülkede iki dilin ** de sorunsuz konuşabildiği nadir şehirlerinden biri. biraz kuzeye çıkarsanız ingilizce anlaşmakta biraz batıya giderseniz de fransızca anlaşmakta zorluk çekersiniz. halkı ilk olarak fransızca konuşmaya başlasa da sadece ingilizce bildiğinizi belirttiğinizde aksansız bir şekilde ingilizce sohbete devam edebiliyorsunuz.

    şehrin mimarisi daha çok avrupa-fransız etkisi altında kalmış olsa da klasik amerikan şehircilik anlayışı -downtown banka gökdelenleri- buraya da etki etmiş durumda. bu haliyle salt dil olarak değil mimari olarak da müthiş bir harmana sahip olduğu söylenebilir. insanı, huzuru ve güleryüzlülüğü hakkında en ufak bir eleştri yapılamaz zaten ancak göçmenler arasındaki asya'lı eksikliğinin daha çok araplar* tarafından doldurulmuş olması zaman zaman ilginç diyaloglar yaşanmasına yol açabiliyor. aslında büyükçe bir adanın üzerine kurulu bu şehre dair bir kaç ufak not derlemek gerekirse;

    -şehirde akılalmaz bir örümcek ağı yoğunluğu var, özellikle mcgill civarındaki bölgede. sokak lambaları, apartman içleri kısaca her yerde.
    -yine mcgill civarı yaşamak için gayet doğru seçim olacaktır, ev bakarken bu bölgede ısrarcı olmakta fayda var.
    -st. laorent*cıvarı bir sürü bar/pub bulunuyor ancak takılanların yaş ortalaması 18-20 civarı, içki yasağı abd'deki kadar katı değil.
    -şehri ziyaret için en iyi dönem ekim ayının başı, aslında kanada'nın geneli için ekim ayı oldukça doğru bir tarih kış başlamamış, kırmızı yapraklar yere düşmemiş oluyor bu dönemde.
    -olimpiyat stadı ve çevresindeki botanik bahçe mutlaka ziyaret edilmeli, özellikle olimpiyat yerleşkesi mimari olarak akılda kalıcı.
    -bu adamların poutine dedikleri bir yemekleri var, daha çok quebec eyaletinde meşhur bildiğiniz soslu, peynirli patates kızarması. denemeseniz de pek bir kaybınız olmaz.
    -kış mevsiminin uzun ve çok sert geçmesi sebebiyle şehrin altına bir şehir daha kurmuş adamlar gezilecek pek bir olayı yok ama soğukta hayat kurtarır o yeraltı şehri.
    -yine hava koşulları kışın çok kötü olduğu için avrupai mimari ve kültüre rağmen bir liman konsepti, kafe kültürü oluşamamış. ancak yemek yenecek bir sürü güzel mekan var, et yemek isteyenlerin reubens steak'e uğramasını şiddetle tavsiye ederim.
    -et yemeyi tercih etmiyorsanız lola rosa sizin için doğru adres. hatta et aşığıysanız bile uğramanızda fayda var.
    -şehirde hatrı sayılır bir ermeni nüfusu var, ermenilerin neredeyse tamamı istanbul'lu olunca insan kendine daha yakın hissediyor. ben oradayken şansıma rıfat bali'nin istanbul'lu ermenilerle olan bir söyleşisine denk geldim. aktif bir cemaat mevcut kısacası. istanbul'dan göç etmiş olmaları sebebiyle bir çoğu ingilizce-fransızca-türkçe-ermenice dillerine hakim, bu çeşitliliğe özenmedim desem yalan olur.
    -montreal kanada'nın hatta tüm kuzey amerika'nın en çok ot içilen şehri olabilir, bu konuda nam salmış san francisco'da ve new york'ta yaşamış biri olarak beni bile şaşırttı bu durum.
    -montreal'e gelip de şehre adını veren mont royal tepesine çıkmamak olmaz, tepeye çıkarken de tepede de harika bir manzara sizi bekliyor. ancak aynı şeyi tepenin ardındaki saint joseph du montreal kilisesi için söyleyemiyorum. dışarıdan oldukça güzel ve şaşaalı olmasına rağmen içi büyük hayalkırıklığı yarattı bende. sanıyorum kuzey amerika'daki en büyük kilise burası.
    -son olarak olur da buranın insanını kızdırmak isterseniz şehrin adını monreyal değil de montreyal olarak söylemeniz yeterli, aradaki t harfi fransız damarlarına basmanıza yetiyor.
122 entry daha
hesabın var mı? giriş yap