*

  • a. arapça kökenli bir sözcük, "parlak, cilalı" anlamındaymış.
    b. bir bayan ismi.
    c. seksenli yıllar'ın ikinci yarısında severek dinlediğimiz bir istanbul lisesi müzik grubu şarkısı. istanbul lisesi'nde o dönem fransızca öğretmenliği yapan mücella isminde bir bayana ithafen yazılmış.
    bruce springsteen'in im on fire'ına benziyordu şarkının ritmi.
  • lisemizin* kidemli (bir kac be$ sene sinifta kalmi$) agabeylerinden birinin, okula yeni tayin edilen genc ve guzel fransizca ogretmeni mucella ile olan ili$kisinden dem vuran, muhte$em $arkidir. uygun bir zamanda yeni nesillere aktarmayi nasib eyle ya rabbi...
  • (bkz: #2278962) olayın gerçekleştiği tarih epey eski olsa gerek (gerçekten gerçekleştiyse). zira ben ki 1974 yılında hazırlık sınıfına başladım, mücella o zamanlar dahi otuzunu çoktan devirmiş, kırk sularında bir hatundu. güzel miydi dersen, güzellik göreceli kavram diyerek geçiştirelim, amma çok bakımlı, sürekli makyajlı gezen, buram buram parfüm kokan, kendine baktıran bir kadındı. hatta biraz kokoştu bile denebilir. o şarkı mevzuunu hatırlamıyorum pek. bir de soyadını hatırlayan çıksa...

    edit: iel fransızca öğretmeni, mücella sırmacı 1998 tarihinde vefat etmiştir. allah rahmet eylesin.
  • parlak, cilalı demektir. cila kökünden ism-i mef'uldür (nesne ismi).

    nedim'in dilinden:

    neden sık sık bakarsın böyle mir'ât-i mücellâya,
    meğer sen dâhi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir!

    yani ki:
    ey kâfir [sevgili! (bkz not1)]; neden pasparlak aynaya bakıyorsun sık sık? yoksa sen de mi kendi güzelliğine hayransın!

    not 1: burada kâfir, dini anlamda kullanılmıyor. kelimenin, örtücü ve kapkara, zalim gibi anlamları da var. esasen konu çok geniş; meraklısına: (bkz: kafir/@ilbertus)

    not 2: bu beyitteki "dahi" kelimesi, alışıldık kullanımda olduğu üzere, i harfinin uzatılmasıyla "dahî" biçiminde değil, a harfinin uzatılmasıyla "dâhi" biçiminde okunur. bu konuda da, meraklısına: (bkz: dahi/@ilbertus)
  • kapağı sanal alemlere düşmüş nazan bekiroğlu'nun son romanı. kitabın kapağında mekanik pedallı bir dikiş makinesi var. o dikiş makinesi benim çocukluğum, sırf o kapak için bile alırım o kitabı.

    kasım ayı gibi piyasada olacakmış
  • "hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı" tanıtımından bir cümle bu şekilde. sallamıyorsam çünkü kaynağı teyit edemiyorum bu roman nazan bekiroğlu'nun teyzesinin hayatını konu alıyormuş.

    ekim sonu kasım başı gibi raflarda yerini alması bekleniyor.
  • aylardır beklediğim sonunda okumuş bulunduğum güzel yazar, asil insan nazan hoca mın son kitabı. .

    mucella anlaşılacağı üzere gerçek bir karakter. nazan hoca kendi üslubuyla güzelce işleyerek cok hos bir roman çıkarmış ortaya.
    bu kitabı okuyacak olanlar farkedecekler nazan hoca dilde sadeleşmeye gitmiş. onun o şiirsel dili,cümleleri burada az. ama hikaye güzel. öncelikle bir "kadin" romanı
    mucella teyze onun üniversite yıllarında vefat etmiş bir insan. geriye dönerek onun çocukluğundan itibaren başlayan roman, içinde bir çok kadın hikayesini barındırıyor.
    aslında mucella roman karakteri olarak cok etkileyici değil, gösterişsiz sade, ama dediğimiz gibi onun etrafında olan kadın hikayeleri ile birlikte koca bir bütün . sadece kadin değil elbette ama ağırlıklı olarak kadın.
    evvela mucella nin annesi neyyire hanim, sonra kendisi, yetiştirilişi, örfler ananeler, komşuları münire onun kızı filiz. güzide 'si, nefise'si, zarife'si, suna'sı, onların hikayeleri ile aslında bizi bize anlatan bir "ayna" gibi
    kitabi okurken biraz da bir zaman tünelinden geçiyormuş hissine kapilabilirsiniz. 1920 lerden 70 lere kadar ülkemizde olan olaylara ufak olaylara değiniyor. ne yollardan geçtik neler kazandık diye düşünürken diğer yandan teknoloji ile beraber hayatımızda ne güzelliklerin söndüğünü, tarihe gömüldüğünü yani neler kaybettiğimizi üzülerek farkediyoruz.
    herkesin okuyabileceği güzel bir roman olmuş.
    kalemine sağlık hocanın .
    o yazsın biz okuyalım derim her zaman.
    not: romanın trabzon da geçiyor olması ayrı guzel.
    mekanları bilenlere gyzel duygular yaşatıyor. bazı yerler eski isimleri ile geçiyor ama. mesela mücellâ nın evinin de bulunduğu kindinar yokuşu meğer bugünkü bahçecik imiş.
  • okumak istediğim lakin okumak için manen biraz daha güçlenmem gerektiğini düşündüğüm kitap. umarım bu kara delikten bir şekilde kurtulur; kitaplarla, filmlerle, şarkılarla barış imzalarım.
  • çıktığı ilk gün büyük bir heyecanla aldığım fakat ilk defa okurken sıkıldığım, umduğumu bulamadığım bir nazan bekiroğlu kitabı.
    ayrıca dünyanın en itici karakterlerini barındıran roman. iyi ki artık neyyire hanımlar müzeyyen hanımlar yok...
  • bildungsroman diyesim geldi bu romana. büyüme ve olgunlaşmadan anlaşılan şey, coğrafyaya bağlıdır ne de olsa, hem "coğrafya kaderdir".

    okuduğum ilk nazan bekiroğlu romanıydı, o yüzden öncekilerle kıyaslama yapamıyorum. bütün o çiçek ve kuş isimlerinin, kumaşların, işlemenin, binbir çeşit ıvır zıvırın arasından gerçekçi bir yaşanmışlık kokusu geldiği muhakkak. çok iyi bildiği şeyi iyi anlatıyor insan, nazan bekiroğlu da bunu başarmış. yine de örneğin roman sonuna kadar güzide'yi, müzeyyen'i, güzide'yi, yusuf ziya'yı ve diğer karakterlerin ötekilerle akrabalık bağlarını filan anlamak için adları geçtiğinde zaman zaman duraksadım. kalabalık kadrolu orhan pamuk romanlarında da aynısı olur fakat pamuk kimin kim olduğunu düşünmeye hacet bırakmadan okuruna kavratmış oluyor roman bitene kadar (kafamda bir tuhaflık'ta akrabalık şeması bile yapmıştı).

    romandan bana bir üzüntü ve sızı kaldı.

    yusuf ziya'nın suna'ya mektubu, romanın en muhteşem kısmı bence. mektuptan iki alıntı:
    "daha fazla mücadele etmedin. mücadele gücün olmadığı için değil, uğrunda mücadele edilecek bir şey kalmadığı için. sen bende ne gördün bilmiyorum ama ben senin gördüğün kişi değildim."

    "savunmama gelince, sebebim yok ki bahanem olsun. bahanem yok ki savunmam olsun."
hesabın var mı? giriş yap