• 110-en-nasr

    nasr, yardım demektir. sûrede allah'ın hz. peygamber'e yardım ederek fetihlere kavuşturduğu ifade edildiği için bu adı almıştır. bu sûre, mekke'nin fethi sırasında inmiş olmakla beraber medine devrinde yani hicretten sonra indiği için medenî (medine'de inen) sûrelerdendir. 3 (üç) âyettir. islâm zaferini haber verir. ibn ömer'den gelen rivayete göre bu sûre indikten sonra peygamberimiz seksen gün yaşamıştır.

    rahmân ve rahîm (olan) allah'ın adıyla.

    1. allah'ın yardımı ve zaferi geldiği,

    2. ve insanların bölük bölük allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit ,

    3. rabbine hamdederek o'nu tesbih et ve o'ndan mağfiret dile. çünkü o, tevbeleri çok kabul edendir.
  • yardım, üstünlük, yenme anlamına gelen osmanlıca sözcük.
    (bkz: nasreddin)
  • arapça okunuşu;

    izâ câe nasrullahi velfeth.
    ve raeytennâse yedhulûne fî dinillâhi efvâcâ.
    fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh.
    innehû kâne tevvâbâ.
  • put olan için:
    (bkz: nesr)
  • iniş sırasına göre son suredir.
  • son sure olarak son ve en önemli mesajı verir. "allah'ın yardımı ve zaferi" gelmiş, "insanlar öbek öbek dinine geliyorlar" ve sen "bağışlanma" diliyorsun, tövbe ediyorsun. bağışlanma ve tövbe, hata ve kusur varsa vardır.
  • ana mesajı muhammed a.s. örnekliğinde tövbenin nasıl yapılması gerektiğini öğütlemek olan, ilgili diğer ayetler (bkz: hikmet metodu) ile bir araya getirilip okunduğunda muazzam bir öğüt içeren kuran suresidir.

    surede yer alan bağışlanma ve tövbe, mekkenin fethi ile ilgilidir.

    islam toplumunda peygamberler hatasızdır şeklinde bir algı mevcuttur. bu sebeple "hata mı işlemiş ki tövbe etsin" diye düşünenler olabilir. tefsir mode'a girmeden önce bu algının yanlışlığına dair bilgi almak için (bkz: #91851807)

    tefsir mode on

    surenin meali
    allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde insanların bölük bölük allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde rabbini hamd ile tesbih et (her şeyi güzel yapmasından dolayı övgü ile rabbine yönel) ve o’ndan bağışlanma dile. o tövbeleri kabul edendir. (nasr 110/1-3)
    burada;
    • istiğfar: bağışlanma dileği
    • tövbe: hatadan vazgeçme, tekrar etmeme gayretidir.

    "ancak içlerinden tövbe edenler, hallerini düzeltenler ve doğruyu söyleyenler müstesna. onların tövbesini kabul ederim. ben tövbeleri kabul eden rahimim." (bakara 2/160)

    "kim, yaptığı bu yanlıştan sonra dönüş yapar ve kendini düzeltirse, allah onun tövbesini kabul eder. çünkü allah bağışlar, rahimdir." (maide 5/39)

    muhammed örnekliğinde tövbe ve istiğfar

    görüldüğü üzere sure mekke’nin fethiyle alakalıdır. mealden anlaşıldığı üzere nebi bir hata işlemiş ve fetih gerçekleşip insanlar islam’a yöneldiğinde bu hata için bağışlanma dilemesi ve tövbe etmesi isteniyor. allah tövbesini bağışlayacağını vadediyor. diğer dikkat çeken kelime ise sureye ismini veren “nasr” kelimesi. demek ki fetih gerçekleşene kadar da allah destek vermiş.

    tövbe etmesi bizzat yüce allah tarafından istenmektedir. peki nebi’nin hangi hatasından dolayı af dilemesi istenmiştir? işlediği günah nedir? insanlar devamlı tövbe-istiğfar yapabilirler ancak burada tövbe-istiğfarın mekke’nin fethine bağlanmış olmasının sebebi ne olabilir?

    burada “fetih” ve “nasr” kelimelerini ve nebi’nin tövbe gerektirecek bir hatası olup olmadığını merkeze alarak hikmet metodu ile ayetleri okuduğumuzda hz muhammed’e olan hayranlığımızı arttıracak, mücadelesinin büyüklüğünü gösterecek bir tablo ortaya çıkıyor.

    hicret – 622 yılı

    nasr suresine kadar olan süreci en başından ele almamız konuyu anlama açısından isabetli olacaktır. m. 610 yılında allah tarafından nebi olarak görevlendirilen muhammed as. diğer nebilerde de görüldüğü üzere muhatap olduğu toplumla büyük problemler yaşadı. mekkeli müşrikler müslümanları boykot ediyordu. inananlara karşı baskılar arttı, bazı ufak gruplar habeşistan vb. bölgelere göç etmek zorunda kalmıştı.

    mekkeliler’in nebîmize karşı tavırlarını şu âyetten öğreniyoruz: “o kafirler bir zamanlar, seni durdurmak, öldürmek ya da sürgün etmek için düzen (tuzak) kuruyorlardı. allah da düzen kuruyordu. en iyi düzen kurucu allah’tır.” (enfal 8/30)

    müslümanlara baskı iyice artınca şu âyetler inmişti:
    “(ey muhammed!) seni bu topraklardan çıkarmak için yerinden oynatmak üzereler. çıkarırlarsa senden sonra burada fazla kalamazlar. senden önce gönderdiğimiz elçilere uygulanan sünnet budur. bizim sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın.” (isrâ 17/76-77)

    sünnet, allah teâlâ’nın elçi gönderdiği toplumlarda uyguladığı kanundur.
    bir yandan baskı artarken diğer yandan kur’an vahyi devam ediyordu. diğer sureler gibi rum suresi de aynı şekilde mekke gündemini meşgul etti. bu sureye göre yakın zaman önce mağlup olan rumlar persleri üç ila dokuz yıl içerisinde yeneceklerdi. ilgili ayetler şöyledir:

    "elif! lâm! mîm! rumlar yenildiler. (yenilgi) çok yakın bir yerde oldu. onlar, bu yenilginin ardından birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. önce de sonra da emir allah’ındır. o gün müminler allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. o, çalışana yardım eder. o mutlak güç sahibidir, rahimdir. bu allah’ın vaadidir! insanların çoğu bilmese de allah vaadinden dönmez." (rum 30/1-6)

    dördüncü ayette yer alan “o gün müminler sevineceklerdir,” ifadesi yıllar sonra anlamını bulacaktı. devamında yer alan allah’ın yapacağı yardımla ifadesindeki nasr kelimesi zafer anlamını da haiz olduğu için müminlerin o gün bir zaferle sevinecekleri allah tarafından böylece önceden müjdelenmiş oluyordu. yani isra 76-77’de bahsedilen sünnetin mekke müşriklerine de uygulanacağını, oranın hâkimiyetinin müslümanlara geçeceğini ve bunun gerçekleşeceği tarihi bildiriyordu. rum suresi indiği dönemde mekke’de karşılıklı atışma ve iddialaşmalara sebep olmuş hem müslümanlar hem mekkeli müşrikler suriye tarafından gelecek bir habere dikkat kesilmişlerdi.

    müslümanlar yapılan baskılar çok artınca medine’ye hicret gerçekleşmişti. bu süreçte hem mekke hem medine halkı persler ile romalılar arasındaki savaşa odaklanmışlardı.

    bu sırada mekke, çevre kabileleri müslümanlara karşı kışkırtıyor, cephe almalarını istiyordu. bunu yaparken ticaret merkezi olmasından kaynaklanan gücünü kullanıyor, müslümanlara yardım edene karşı savaş açmakla tehdit ediyordu. bu sırada ticaret kervanlarını işletiyordu ve bu gelirle müslümanlara karşı bir savaş hazırlığı yaptığı haberleri yayılıyordu. müslümanlar ise buna karşılık mekkelilerin medine yakınlarından geçen ticaret kervanlarını kışkırtıyor, ticaretlerini zorlaştırıyordu. aslında bu şartlar, hicretten beri süregelen bir soğuk savaş ortamıydı. mekkeli müşriklerin yaptıklarının savaş sebebi sayılacağını şu ayetlerden de anlayabiliriz:

    "allah, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışmamış ve sizi yaşadığınız yerlerden çıkarmamış kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. allah değer bilenleri sever. allah’ın yasakladığı şey sadece, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışanlara, sizi yaşadığınız yerden çıkaranlara ve çıkarılmanıza destek verenlere yakınlık göstermenizdir. onlara yakınlık gösterenler yanlış yaparlar." (mümtehine 60/8,9)

    herkes yakın zamanda bir askeri savaşın geleceğini beklemeye başlamıştı. bunu hızlandıran bir gelişme yaşandı. bir istihbarat üzerine çıkan müslüman bir grup bir kervanı kışkırttı, çatışma çıktı, kervanın başı öldürüldü, diğerleri kaçtı, müslümanlar ganimet ile geri döndüler. bu, askeri savaşın kaçınılmaz hale geleceğini gösteren bir gelişme oldu. (müslümanlar burada yanlış mı yapmıştı? cevabı: bakara 217)

    bedir savaşı – mart 624
    kureyş suresinde belirtildiği gibi mekkeliler yılda iki kere ticaret kervan çıkarırlar, kışın yemen ve habeşistan’ı, yazın da filistin, suriye, mısır ve ırak bölgelerini tercih ederlerdi. hicretten birkaç yıl sonra mekke liderlerinden ebu süfyan yüklüce bir ticaret kervanı ile suriye tarafında ticari faaliyette iken rumlar ile persler arasında yeni bir savaş haberi duyuldu. zamanında mekke’de gündemi meşgul eden rum suresini hatırlayan ebu süfyan, müslümanların kervana saldırabileceğini düşündü, maddi değeri oldukça fazla olan kervan getirisini riske atmak istemedi. nitekim sahadan gelen haberler de medinelilerin kervana ilgisini doğrular nitelikteydi. kervan gelirine el koyulabilme ihtimaline karşı ebu süfyan mekke’den yardım talep etti.
    diğer taraftan muhammed a.s. ve askerleri, ile birlikte mekke’den bir ordu çıktığından habersiz, rum suresinin işaret ettiği “müminlerin o gün allah’ın yardımı ile sevineceği” ilahi mesajının sonucunun kervan olduğu tahminiyle medine’den yola çıktılar. yola çıktıktan sonra müslümanlar mekke’den bir ordu geldiğini duydular fakat ilk amaçları olan suriye kervanını ele geçirmek onlara daha cazip gelmişti. çünkü ordu kervan için yola çıkmış, savaş için yeterli sayı ve hazırlığa sahip değildi. bu konu ile ilgili enfal suresine bakabiliriz:

    "allah, o iki topluluktan birinin sizin olacağına söz vermişti. siz, güçsüz olanına hevesleniyordunuz. allah ise verdiği sözler (rum 1-6) sebebiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin arkasını kesmek (isra 76-77) istiyordu. o suçlular istemeseler bile gerçeği ortaya çıkarıp yanlışı ortadan kaldıracağını, bu şekilde gösterecekti." (enfal 8/7,8)

    kervanın yöneticisi olan ebû süfyân, onu müslümanlara kaptırmamak için yolunu değiştirdi. diğer taraftan mekkeliler de kervanı korumak için ordu ile harekete geçmişti. bütün bunları, şu âyetten öğreniyoruz:

    “o gün (bedir’de) siz, vadinin alt tarafında, onlar vadinin üst tarafında, kervan ise sizden aşağıda idi. sözleşmiş olsaydınız böyle denk getiremezdiniz. ama allah, olması kararlaştırılan şeyi (mekke’yi fethetmenizi) gerçekleştirsin, yenilecek olan, gerçeği görerek yenilsin, yaşayan da gerçeği görerek yaşasın diye böyle yaptı. allah elbette işiten ve bilendir.” (enfâl 8/42)

    birinci ayette geçen allah’ın verdiği söz, yıllar önce rum suresinde verilen sözdü. netice itibariyle kırk kişilik koruması olan bir kervanla karşılaşmak müslümanlarca yüzlerce kişilik bir orduyla karşılaşmaktan daha kolay görülmüştü. ancak allah koymuş olduğu kurallar (sünnetullah) sebebiyle müslümanların mekkelilerle savaşmasını, bu savaş neticesinde vaadi mucibince galibiyeti ve müminler ordusunun mekke’ye kadar gidip o gün mekke’yi almasını istiyordu. sonuç itibariyle ebu süfyan’ın aldığı tedbirlerle kervan sahil yolunu tutarak güvenli bir şekilde mekke yolunu tutu ve müminlerin gönülsüzlüğüne rağmen iki ordu bedir’de karşı karşıya geldiler. ama allah teâlâ, onların mekke ordusu ile savaşıp galip gelmelerini istiyordu. bu yüzden daha önce şu âyetleri indirmişti:

    “ey nebî! müminleri savaşa teşvik et. sizden sabırlı yirmi kişi, iki yüz kişiyi yener. içinizden sabırlı yüz kişi de âyetleri görmezlikte direnenlerden bin kişiyi yener. çünkü onlar, kavrayışsız bir topluluktur. ” (enfâl 8/65)

    müminlerde korku ve gönülsüzlük içinde olanlar vardı. müslümanları saran bu zayıflık, yükümlülüklerini hafifleten şu âyetin inmesine sebep oldu:

    “allah, sizde bir zayıflık olduğunu öğrendi ve şimdi yükünüzü hafifletti. artık sizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yener. sizden bin kişi de allah’ın izniyle onlardan iki bin kişiyi yener. allah sabredenlerle beraberdir.” (enfal 8/66)

    mekke ordusu, iki kattan fazla olduğu için allah onları da kendilerinin iki katı gösterdi. bunu şu âyetlerden öğreniyoruz:
    “(bedir’de) karşı karşıya gelen o iki orduda, sizin için bir belge vardır. biri allah yolunda savaşanlar, diğeri ise âyetleri görmezlikte direnenler (kafirler) topluluğuydu. (müminler) onları göz kararıyla kendilerinin iki katı görüyordu. allah, doğru tercihte bulunanı, kendi yardımıyla destekler. ileri görüşlüler için bunda bir ibret vardır.” (al-i imran 3/14)

    “(ya muhammed!) allah onları rüyanda sana az gösterdi. çok gösterse o işte (savaşma işinde) telaşa düşer, birbirinizle çekişirdiniz. ama allah, sizi bu hale düşmekten kurtardı. çünkü o, içinizde olanı bilir.
    onlarla karşılaştığınızda da allah, sizin gözünüzde onları az göstermiş, onların gözünde de sizi az göstermişti. allah, karar verdiği bir işi gerçekleştirsin diye böyle yapmıştı. her iş, allah’a bağlıdır. (o, ol demeden hiçbir şey olmaz).” (enfal 8/43-44)

    allah müslümanlara, ayrıca 1000 melekle destek vermişti. ilgili âyetler şöyledir:
    “o gün rabbinizden yardım istiyordunuz. o da “ardı ardına gelen bin melek ile sizi destekliyorum” diye cevap vermişti. allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. yoksa zafer, sadece allah katındandır. allah güçlüdür, doğru kararlar verir. o gün güven içinde sizi uykuya daldırmıştı. sizi arındırmak, şeytanın etkisini gidermek, kalplerinizi sakinleştirmek ve ayaklarınızı sağlamlaştırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırmıştı.
    meleklere de şunu vahyediyordu: 'ben sizinle beraberim, kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. siz müminleri cesaretlendirin.' (ey müminler!) siz de onların boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun. bunu yapın! çünkü bu kafirler, allah’ın yani elçisi’nin karşısında yer aldılar. kim allah’ın yani elçisi’nin karşısında yer alırsa bilsin ki allah, işlenen suçla ceza arasında sıkı bağ kurar. ” (enfal 8/9-13)

    müslümanlar, bununla da tatmin olmayınca melek sayısı artırıldı. allah teala şöyle demiştir:

    “siz bedir'de çaresiz bir duruma düşmüşken allah, size yardım etti. öyleyse (düşmandan değil) allah’tan korkun ki o’na karşı görevlerinizi yerine getiresiniz. (ya muhammed!) bedir günü müminlere şöyle diyordun: “inen üç bin melekle allah’ın size yardım etmesi yetmez mi?” (al-i imran 3/123-124)

    allah daha evvel indirdiği muhammed suresinde savaş hukuku ile ilgili bazı kurallar koymuştu:

    "ayetleri görmezlikten gelenlerle (kafirlerle) savaşta karşılaşınca boyun köklerini vurun. onları etkisiz hale getirince sıkı güvenlik çemberine alın. sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın ağırlığı kalmasın. allah’ın tercihi farklı olsaydı onların hakkından kendisi gelirdi. böyle olması, birinizi diğerinizle denemek içindir. allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıklarını karşılıksız bırakmaz."(muhammed 47/4)

    savaşın başlaması ile birlikte şehadet bilinciyle müslümanlar savaş meydanında üstünlük sağladılar. mekke ordusu geri çekilince takip edip köklerini kazımaları gerekiyordu. zaten sayıca 3’te 1 olan müslümanları yeneceklerinden emin oldukları için mekke’de bir hazırlık yapmamışlardı. üstelik önemli liderlerini/askerlerini de kaybetmişlerdi ve manevi çöküş içindeydiler. ancak müslümanlar meydanda sağladıkları üstünlüğü yeterli görüp yukarıdaki ayette esirlerle ilgili konulan savaş hukuku kuralını uygulamayıp tam bir galibiyet elde etmeden yani mekke’yi ele geçirmeden esir alma girişimine ve ganimete yöneldiler. bu durum onların görünüşte bir zafer kazanmış olmalarına rağmen gerçekte imtihanı kaybettiklerini gösteren bir şeydi. bu olay üzerine şu ayetler nazil oldu:

    "savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirinceye kadar hiçbir nebi esir alamaz/nebiye esir alma yoktur (kün fiili, “olmaz” anlamında). siz, dünya malını (hemen elde edeceğinizi) istiyorsunuz. allah ise ahireti (sonrasını) istiyor. üstün olan ve doğru kararlar veren allah’tır." (enfal 8/67)

    dikkat edilirse savaş sonrası tutunulan tavırda geleneğe göre bir icma söz konusudur. ancak müslümanlar bu icmada yanılmışlardır. “siz dünyalık istiyorsunuz” ifadesi bütün ashabın aslında bedirdeki imtihandan başarısızlıkla ayrıldığının allah tarafından tespitinden başka bir şey değildir. devamında gelen ayet müslümanların yanıldığını ancak allah tarafından evvelden verilen söz sebebiyle göreceli bir zafer elde ettiklerini daha belirgin bir şekilde ortaya koyuyor:

    "allah önceden yazmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu/başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı." (enfal 8/68)

    allah, daha önce zafer sözü verdiği için bedir’de müslümanlar galip geldiler ama mekke’yi alamadılar.
    size azap dokunurdu” ifadesindeki zamirin işaret ettiği kişiler arasında muhammed aleyhisselam da vardır. görüldüğü üzere allah bu konuda herhangi bir ayrım yapmamaktadır. hata, bütün müminlerle birlikte nebi as. tarafından da irtikap eylenmiştir. bu durum “yoksa allah, içinizden mücadele (cihad) edenleri bilmeden ve sabredenleri de bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap etmiştiniz ayetinin de bir tezahürüdür. diğer yandan bu durum aynı zamanda nebî’nin örnekliği noktasında önemli bir kilometre taşıdır.

    uhud savaşı – mart 625

    ali imran suresinin 152 ile 162 ayetleri arasında uhud savaşı anlatılıyor. ilk iki ayet şu şekilde:

    "bakın! allah size verdiği sözü tuttu; o’nun izniyle kâfirleri kırıp geçiriyordunuz. istediğiniz zaferi göstermesinden sonra gevşediniz, ne yapacağınız konusunda isyan ederek anlaşmazlığa düştünüz. kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. sonra (allah) sizi, yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için onların karşısında galipken mağluba döndürdü. allah'ın inanıp güvenenlere ikramı bol olduğu için yine de sizi affetti. elçimiz (buradan anlaşılıyor ki ayet ile seslendi. muhtemelen enfal 15-16’yı okudu.) de arkanızdan sizi çağırdığı halde kimseye bakmadan dağa tırmanıyordunuz. allah, üst üste verdiği sıkıntılarla size iyilik yaptı ki elinizden kaçana da başınıza gelene de üzülmeyesiniz. yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilen allah’tır." (al-i imran 3/152,153)

    ardından güven duygusu veren ve rahatlatan uyku verilmesi vb. olaylar anlatılıyor. geri dönenler kınanıyor. ardından 159. ayette muhammed a.s'a övgüde bulunuluyor:

    "onlara nazik davranman, allah’ın sana olan iyiliği sebebiyledir. kaba ve katı yürekli olsan yanından dağılıp giderlerdi. kusurlarına bakma; onların bağışlanmaları için dua et. her konuda görüşlerini al. bir de karar verdin mi, yalnız allah’a güvenip dayan. allah kendine güvenip dayananları sever." (al-i imran 3/159)

    yine benzer şekilde azhab 18 ile 27 arasında uhud savaşını anlatan ayet grubu var. müminlerin imanından ve allah’ın düşmanın kalbine korku salmasından bahsediyor. buradan konu bağlamında dikkat çeken bir ayete değinelim:

    "andolsun, allah’ın resûlünde sizin için; allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır." (azhab 33/21)

    örnekler gösteriyor ki aynı hatayı tekrar etmemiş. üstelik kararlı tutumundan dolayı müminlere örnek gösterilmiştir.

    hudeybiye antlaşması – mart 628

    hicretin 6. senesinde hz muhammed’in gördüğü rüya üzerine müslümanlar, hacılık için mekke’ye hareket ettiler. mekkeliler şehre girmelerine izin vermeyerek hac yapmalarına müsaade etmedi. müslümanlar hac yapmadan gitmemekte kararlıydılar. mekke yönetimi çevre kabileler gözünde itibar kaybetmemek için kurban bıçakları dışında savaş için kullanılabilecek hiçbir alet getirmeyen insanlara saldırmaktan çekindiler. kurnazca bir antlaşma yapmaya karar verdiler. karara bağlanan maddelerden mühimleri şunlardır:
    1. müslümanlarla müşrikler, huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için birbirleriyle 10 yıl harp etmeyeceklerdir.
    2. peygamberimiz (s.a.v.) ve sahabîler bu yıl mekke'ye girmeyip, geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silahı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip kâbe'yi tavaf edecekler ve ancak mekke'de üç gün kalacaklardır. müşrikler ise, o sırada şehri boşaltacaklardır.
    3. medine'deki müslümanlardan mekke'ye iltica edenler müslümanlara iâde edilmeyecek, fakat mekke'den medine'ye velev müslüman dahi olsalar iltica edenler, istendiği takdirde geri verileceklerdir.
    4. arap kabilelerinden isteyen peygamberimiz (s.a.v.) ile isteyen de kureyş ile birleşmekte serbest olacaklardır.

    sözleşme yazılmış imzalar atılırken müslüman olduğu için işkence gören biri zincirlere bağlı olarak geldi. sözleşme yapıldığı için müminler itiraz etmesine karşın muhammed aleyhisselam geri iadesine karar verdi. sahabe zaten kendi aleyhlerine görünen bu antlaşma sebebiyle kızgındı, tepki gösterdi. hz. ömer, peygamber efendimizin huzuruna çıkıp ve "yâ resûlallah! onu kureyşlilere ne için geri veriyoruz? dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?" dedi. şöyle cevap verdi: "biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz! dinimizde ahde vefasızlık yoktur?" böylesine ağır şartlara evet dememin bir türlü izahını bulamayan hz. ömer "sen allah'ın elçisi değil misin?" diye soracak kadar sinirlenmişti.

    "artık kalkınız, kurbanlıklarımızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz." diye seslendi. üç kez tekrarlamasına rağmen sahabîlerin hiçbiri bu emri duymamış gibi davranıyor, kurban kesme ve tıraş olma işine başlamıyorlardı. bunun üzerine dışarı çıktı. hiç kimseyle görüşmeden ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını çıkarıp, kurbanlık develerini kesti ve tıraş oldu. yola çıkmaya hazırlanıyordu. bunu gören sahabîler de derhal kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını tıraş ettirmeye başladılar. dönüş yolunda uzun süre kimse ile konuşmadı. bir süre yolculuk yapıldıktan sonra fetih suresi’nin şu ayetleri nazil oldu:

    “şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. allah böylece, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir.” (fetih 48/1-2)

    burada önceki ve sonraki günah olmak üzere iki günahtan bahsediliyor. sonraki günahın savaş esirleri ile ilgili emre uymaması olduğunu enfal 67’deki uyarı dolayısıyla öğrenmiştik. önceki hatasının ne olduğu konusunda farklı görüşler olmasına karşın mekke’nin fethi ile ilişkilendirildiği için bedir’de kervana yönelip savaşa isteksiz davranılması görüşü dile getiriliyor. bu konuda kesin bir fikir birliği yok.

    nasr suresinin nazil olması

    tövbe kavramını tekrar hatırlayalım:

    "âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “selâm olsun size! rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. şöyle ki: sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (enam 6/54)

    hudeybiye’de mekke’nin fethi ufukta gözüküp sonraki bütün şartlar müslümanların lehine gelişmeye başladığında allah teâla nebi as’a nasr suresini indirdi:

    "allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde insanların bölük bölük allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde rabbini hamd ile tesbih et (her şeyi güzel yapmasından dolayı övgü ile rabbine yönel) ve o’ndan bağışlanma dile. o tövbeleri kabul edendir." (nasr 110/1-3)

    görüldüğü üzere burada allah teala, nebi aleyhisselam’ın bedir’de işlediği günahın mekke’nin fethi ile affedileceğini ifade buyuruyor. ne zamanki mekke fethi tekrar ufukta gözüküyor yani hata telafi ediliyor, işte o zaman af kapısı açılmış oluyor.

    mekkenin fethi – 11 ocak 630

    mekkeliler hudeybiye’de islam devletini resmi olarak tanımış oldu. haccın yapılacağı garanti altına alındı. ticaret ve politik destek bulmak kolaylaştı. savaşsız manevi tebliğ yani büyük cihad imkânı doğdu. iki senede müslüman sayısı artışı önceki 18 seneden daha fazla oldu. hudeybiyede 1.400 iken 1 yıl sonra mekke’nin fethinde 10.000 kişi idiler. çok uzun zaman geçmeden mekke yönetimi hudeybiye antlaşmasının maddelerini ihlal etti. bunun üzerine müslümanlar büyük bir ordu ile mekke’ye ilerledi. küçük çatışmalar dışında bir savaş olmadan kolay bir şekilde mekke’yi fethettiler. 6 yıl gecikmeli olarak fetih gerçekleşmiş oldu.

    tefsir mode off

    son söz

    tevbe, dönüş yapmaktır. nasr suresi, tevbe etmek için yapılan yanlıştan dönmek gerektiğini gösterir. yaptığı yanlıştan tamamen dönmeyen, tevbe etmiş olmaz. kur’an’da’ki nebi’yi örnek alan kişi nasr suresinden kendisine şu hisseyi çıkarır: “nebş hata yapmış ve bağışlanması için o hatayı tamamen düzeltmesi beklenmiş. o halde biz de bir hata yaptığım zaman o işi düzeltmeden estağfirullah dememin bir anlamı olmayacaktır.”.

    nasr suresine kadar gelen süreçte kuranın çizdiği nebi portresi, diğer nebilerde olduğu gibi hata yapabilen ama hatasında ısrar etmeyen güzel bir örneklik sunuyor. hata yapması engellenmiş bir kişinin insanlara örnek olamayacağı açıktır. ancak böyle bir nebi insanlara örnek olabilir.
  • (bkz: nasıralı)
  • 1- allah’ın (nusreti) yardımı geldiği vakit,
    2- insanların bölük bölük allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit.
    3- rabbine hamd ile tesbih et ve o’ndan mağfiret dile. muhakkak o, tevbeleri kabul edendir. (tevvab’dır).

    “allah’ın yardımı geldiği vakit”... isim ve sıfat tecellileriyle melekuti yardım ve kutsi destek olan “fetih”, ötesinde başka zafer olmayan mutlak zafer geldiği vakit...

    bundan maksat, teklik huzuru kapısının açılması ve apaçık fetihten sonra ruh makamında müşahede ile zati keşfin gerçekleşmesidir.

    “insanların…allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit”... insanların tevhide, dosdoğru yolda süluk etmeye, senin nurunun kemal noktasına geldikten sonra onlara tesir etmesiyle, “bölük bölük” dine girmeye başladıklarını, tek bir nefismiş gibi toplandıklarını, senin zatının feyzinden feyizlendiklerini, nefsinin makamında kaim olduklarını gördüğün vakit... ki bunlar istidat sahibi kimselerdir; rasulullah’ın (s.a.v) nefsi ile onların nefsleri arasında aynı cinsten olma ilişkisi, uyumu ve rabıtası vardır. bu da onların, feyzini kabul etmek suretiyle o’nunla bütünleşmelerini gerektirir.

    “…tesbih et…” kalp makamı aracılığıyla zatını perdelenmekten arındır. çünkü kalp makamı, nübüvvet madenidir. zatını arındırman, beden bağını kesmek ve velayet madeni olan hakkal yakin makamına yükselmek şeklinde gerçekleşir.

    “rabbine hamdederek…” tecrit esnasında o’nun kemalatını ve eksiksiz sıfatlarını izhar etmek demek olan fiili hamd ile o’na hamd et.

    “ve o’ndan mağfiret dile.” zatının o’nun zatıyla örtülmesini iste. tıpkı halka dönüş ve nüzul öncesindeki fena halinde olduğun gibi.

    “muhakkak o, tevvab’dır.” yani tevbeleri çok kabul edendir. kendisine dönenin dönüşünü, onu kendi nuruyla fenaya erdirmek suretiyle kabul eder.

    din kemale erdiği ve uğruna nebi olarak gönderildiği daveti istikrar bulup kalıcılık kazandığı için, yüce allah, ancak ölümden sonra devam edebilen hakkal yakin makamına dönmesini emrediyor.

    bu yüzden, bu sure nazil olup rasulullah (s.a.v) onu okuyunca, sahabeler sevindiler. ama ibni abbas ağladı. rasulullah (s.a.v) “niçin ağlıyorsun?” diye sordu. o da şu cevabı verdi: bu sureyle birlikte sana ölüm haberin verildi.” rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: bu delikanlıya çok ilim verilmiştir…

    bir rivayette belirtildiğine göre, nasr suresi nazil olunca, rasulullah (s.a.v) halka hitap etti ve şöyle buyurdu: “bir kulu allah, dünya ile kendisine kavuşma arasında serbest bıraktı. o kul allah’a kavuşmayı tercih etti.” bunun duyan ebubekir (r.a) ağladı ve şöyle dedi: “canlarımız, mallarımız, babalarımız ve oğullarımız sana feda olsun”.

    bir diğer rivayette belirtildiğine göre, bu sure nazil olunca rasulullah (s.a.v) hz. fatıma’yı (a.s) çağırır ve şöyle der: “kızım! bana, öleceğim bildirildi.” fatıma ağlar. rasulullah (s.a.v): "ağlama. çünkü ailem içinde bana ilk kavuşacak olan sensin", der. bunun üzerine fatıma gülmeye başlar. bu sureye “veda suresi” adı verilmiştir. rivayete göre rasulullah (s.a.v) bu surenin inmesinden sonra iki sene daha yaşamıştır.

    (tefsir-i kebir / tevilat)
  • kuran'ın inme sırasına göre son suresi. doğal olarak da son ayetleri içerir. geleneksel sıralamada da sonlardadır. (114 sıra).
    zaten içeriğinde de mekke zaferinin gerçekleştiği anlaşılır. kuran boyunca bu zaferin geleceği belirtilir. adeta bir vedadır bu ayetler.
hesabın var mı? giriş yap