• kundo koyama'nın yazdığı yojiro takita'nın yönettiği japon yapımı film. 81 inci oscar odul toreninde en iyi yabancı film ödülünü almıştır.
  • (bkz: 81 nci oscar ödül töreni)

    2008'de gösterime girmiş japon filmleri içinde, en iyilerden biri. bu gece akademi'den "en iyi yabancı film" oscar'ını da kaparak sevindirdi beni.

    http://www.tersninja.com/…n-iyileri-ve-en-kotuleri/
  • 28inci uluslararası istanbul film festivali'nde sürpriz film başlığı altında 19 nisan'da emek'te iki seans (13:30 - 21:30) olarak gösterilecektir.
  • diğer adı (bkz: departures) olan oscarlı japon filmi.
    bir orkestrada viyolonsel çalarken, orkestranın dağılmasında sonra bir kasabaya yerleşen ve orada bulduğu ölülere makyaj yapma işini icra eden bir gencin hikayesi diye çok kabaca anlatılabilir filmin konusu.

    filmin açılışı çok güzel özellkle ilk ölü hazırlama merasiminde kamera öyle bir yere konulmuş ki abi kafanı çekte bizde görelim diyesi geliyor insanın. film ölümün insan hayatının -ne kadar görmezden gelinse de- çok önemli bir parçası olduğunu tüm sadeliğiyle gözler önüne seriyor. tam kararında ve oldukca duygusal bir finalle son buluyor. bence oldukca etkileyici ve seyredilmeye değer.
  • japon babam ve oglum'u. ilk yarisi pek hos giderken, kahramanimizin tarlada bayirda cello calmasiyla civiyip, bilahare iyice zivanadan cikan, klasik bir oscar yabanci filmi.
  • japon işi sfu*.
  • 28. istanbul film festivali kapsamında seyretme şansını bulduğum, 2008 yılı en iyi yabancı film oscarını almış olan japon filmi. gerek ölüm konusunu bu kadar naif bir şekilde işlemesi gerekse japon kültürünü ve günlük yaşam dinamiklerini gayet doğal ve akıcı bir şekilde perdeye yansıtması gerçekten takdire şayan. ayrıca soundtrackinde bulunan ve filmle aynı adı taşıyan çello parçası da insana huzur veriyor ve tabii ki filme de ayrı bir tat katıyor.
  • film, büyüdüğü kasabaya geri dönüp geçmişiyle yüzleşen ve kırsal yaşamda mutluluğu bulan modern insan gibi bayat bir konuyla kısıtlı kalacak diye uzun bir süre korkutsa da ölüm temasına çok güzel sarılarak durumu toparlamış. konu değiştirmesi filmin süresinin uzunluğunu göze batırmış ve tekrarlar içeriyor, ama bu anlarda başarılı durum komedisi yaptığı ve samimiyet kurduğu için hiç şikayetçi değilim*. filmdeki ritüeli her tekrarında hayranlıkla izledim. japonya'nın tamamen hristiyanlaşmadığını ve budist kültürün çok azalmadığını görmek beni sevindirdi. bir kültür en fazla bu kadar estetik ve saygılı olabilir. esas oğlanın ölümlerden para kazandığı için mesleğinden dolayı yadırganmasına bile hayran oldum. ben de kefenlenmek yerine kimonolanmak istiyorum, vasiyetim olacak.

    yaşlı usta rolündeki tsutomu yamazaki'nın aynı ritüeli gerçekleştirdiği ilk film, bir klasik kabul edilen 84 yapımı komedi the funeral*'imiş. onun da peşindeyim, mutlaka izliycem. filmin adı okurobito da bizdeki karşılığı ile uğurlama anlamına geliyor.

    edit: japonya'nın yerel dini budizm değil şinto imiş, birisi haber verdi sağolsun.
  • bir ölüyü alıp ölümsüzleştirme sanatının filmi gidişler. ölümle bir hesaplaşma değil, aksine ölümün donukluğunu sonsuz bir güzelliğe tahvil etme. gidenin en soğuk olduğu, belki sadece ceset olduğu anda ona karşı görev yerine getirilirken, belki en onulmaz haliyken bu, hüznün, acının somutlaştığı yerde duran ceseti bir sanat eseri meydana getirir gibi son ana hazırlamak, gideni o en güzel dondurulmuş andaki güzelliğiyle hatırlamak. müzikleriyse bu sanatsallığın doruğa varışı.
    bu kuvvetli senaryoyu böylesine sade, böylesine görkemli bir film haline getiren oyunculara, yönetmene, kısacası tüm ekibe teşekkürler.
  • alan ball'un six feet under hakkında konuştuğu bir röportajında "her bölümün başında birinin ölmesini sonradan kararlaştırdık" gibi bir şeyler dediğini anımsıyorum. six feet under'ı iyi yapan en önemli tercihlerden biriydi bu ölüm meselesi. çünkü film ya da dizi, her yapım ölümü ele alırken ister istemez ciddi bir tavır takınıyor, didaktik olmaya kayıyor. işte six feet under bunu ters yüz ederek adını dizi tarihine yazdırdı. ölümü olağanlaştırdı, hem seyircisi için, hem karakterleri için.

    bu film de buna benzer bir yol izler gibi gözüküyor ama bence yine üzerindeki o ciddiyeti atamıyor. yaşamını yaşamaya değer kılmak adına iki noktaya parmak basıyor; ilki güzel yemekler yemek (patron yemek yediği her sahnede olaya damgasını vuruyor bu arada), ikincisi sevdiğin işle uğraşmak. film bu yönde ilerlerken sonlarda bir kırılmayla olayı bağlıyor. zaman zaman ayarı kaçırıp aşırı ciddiyetten zorlama gözükebiliyor ve babayla ilgili bölümler hikayeye derinlik katmıyor, bilakis ritmi de bozuyor. ancak hakkını vermek lazım, yine de film kaliteli dram ihtiyacını karşılar nitelikte. (bkz: kaliteli melodram ihtiyacı)
hesabın var mı? giriş yap