• safer e gandehar,ayın ardındaki güneş. iranlı yönetmen mohsen makhmalbaf 'in yakında vizyono girecek afganlı kadınların yaşamına iki kızkardeşin yaşamları üzerinden yorumlar getiren, böyle de zamanlama olur mu dedirten filmi.
  • mohsen makhmalbaf'ın vizyona tam adı "ayın ardındaki güneş: kandahar" ile girmiş ve girer girmez de izleyen bünyeleri derinden etkilemiş filmi.
    afgan kadınlarının yaşamını coğrafyanın çıplak gerçekleriyle harmanlamış ("gerçekleri tüm çıplaklığıyla göstermek" bu galiba), kolsuz bacaksız insan vücutlarını gözümüze gözümüze sokmuş ve afgan gerçeğini birkez daha gözler önüne sermiş olan yönetmen biz gereksiz tasa yapanlara "hayatta neler var be gülüm, üzüldüğün şeye bak" dedirtmiş ve görüntülerdeki ustalığıyla gönüllerde yer etmiştir.
  • bir helikopter sesi ile yerlerinden fırlayan koltuk değnekli insanlar...gökten paraşütler ile bırakılan takma bacak peşinde, yüzlerinde savaşın çizgileri ile koşmaya çalışan insanlar...kadına "siyareş" (karabaş) ismini takan bir zihniyet...izlemeye gitmeden önce gerçek dünyadan mümkün olduğunca kopulması tavsiye edilir*...
  • mohsen makhmalbaf'ın bir varamama öyküsü. niloufar pazira esas kadın. çöl, tehdit, gerilim, yıllar süren savaş, tanrıyı aramak, yaralanmak ama fiziksel olarak kanamak değil, paramparça olmak, uzuv kaybetmek, kaybedilen uzuvlarla birlikte (bizim göreceli olarak batılı kalarak, öğretilerden bildiğmiz ve yaşadığımız coğrafyada sahip çıktığımız; afganlılarınsa ya savaştan önceden beri hiç sahip olmadıkları, ya da tüm o acılar içinde sarılmaya değer bulmayıp yitirdikleri) ahlaki değerleri de mayınlar arasında bırakmak; mayında terk edilen bacaklar ile dürüstlüğün aynı çukura atılıp imhası üzerine burka ardından bir bakış.
    sarsıcı bir film, yeterince kısa.
  • muthis depresif cizgisinin ve ilk bakista "kalitesiz" gozuken oyunculugunun altinda, aslinda cok derin anlamlar iceren bir film.

    kisaca, vaktinde afganistan'dan gocmus ve kanada'ya yerlesmis bir alinenin kizlarindan biri, geride biraktiklari ablasinin gunes tutulmasi sirasinda intihar edecegini ogrenir ve iran uzerinden afganistan'a gitmeye calisir. kardesinin yardimina kosmak icin uzun yollar kateder.

    film boyunca insanlarin basina dogrudan kotu birsey gelmemis olsa da (yani, pek tabii daha onceden olmus birtakim olaylar mevcuttur, veya ufak tefek birtakim uzucu olaylar meydana gelir), filmin basindan sonuna kadar her zaman bir korku, bir guvensizlik, ancak bu duygularin altindan siyrilmaya calisan, bir turlu de siyrilacak ufacik bir delik bulamayan umut hissediliyor.

    burka giymenin de bir nevi hapis hayati gibi oldugu konusu islenmeye calisilmis olsa da, aslinda burka'nin da halkin kulturunun bir parcasi oldugu ve batili bir zihniyetin dogulu bir zihniyeti asla anlayamayacagi konusu mevcut. her ne kadar burka ve benzeri seylere karsi gozuken bir film gibi olsa da, bir yandan da "ama bu ayni zamanda halkin kendi tercihi" demeye getiriyor. sanki edward said'i hakli cikariyor.

    (spoiler icerebilir bu paragraf) bir de doktorun soyledigi soz akillarda kalici nitelikte. "bu insanlar normal hastaliklardan oluyor, biz batililarin hic ama hic umursamadigi ufacik seyler yuzunden hayatlarini kaybediyorlar. o yuzden bir batilinin bildigi en basit saglik kosullari onlar uzerinde rahatlikla uygulanabiliyor" diyor kendisi. burada da bir "bati vs dogu" olayi goruyoruz, ancak "dogu geri kalmistir" mesaji mi verilmeye calisiliyor, yoksa "dogu batidan farklidir, bunu kabul edin artik, batinin fikirlerini doguya uygulamaktan vazgecin" mi demeye calisiyor, orasi benim kafamda halen daha bir soru isareti.

    pek tabii afganistan'in multikulturel etnik yapisi da gozler onune serilmis. bircok ozbek insani gorebildigimiz gibi, tacik, turkmen, ve benzeri butun gruplar hakkinda da ufak capta da olsa birseyler soyleniyor filmde.

    kisaca, her ne kadar depresif olsa, her ne kadar "keske ben orada olsam, silahim olsa ve su herifi alnindan vursam" gibi hissettiginiz bir film olsa da, yine de kanimca kaliteli bir yapim.

    oyunculugun basitliginin de aslinda filmi bir belgesel niteliginde yapmis olmasi da ilginc bir nokta, bahsini edemeden gecemeyecegim. filmde kimse kotu insanlar degil; ya emir kulu, ya inandiklari seyi yapiyorlar, ya da cok zorda kaldiklari ve ustlerinde cok baski olduklari icin birtakim tasvip edilmeyen seylere yoneliyorlar. kimsenin icinde kotuluk yok, ancak oyunculuk, "hayat burada cok cetin, ne koparirsan kardir" hissini vermeyi fazlasiyla basariyor.
  • muhsin mahmelbaf'in gercege cok yakin duran kurmaca filmi.
    --- spoiler ---
    ilk baslarda klasik anlati yapisina uygun bir seyler izleyecegimi sanirken oyle olmadi. afganistan'da biraktigi kardesinin intiharini engellemek icin kandahar'a gitmeye calisan kadinin, kandahar'a varip varmamasi sonuc itibariyle film icin bir anlam ifade etmiyor. mahmelbaf, daha cok kanada'da uzunca sure kalan kadinin yolda yasadigi zorluklar, kendi insanindan farklilasmasi uzerinde duruyor. metaforlar da ilk bastaki gunes tutulmasiyla birlikte basliyor.
    --- spoiler ---
  • gecenin bir yarısı seyredilip,halimize şükretmemiz gerektiğini kafamıza vurmadan gösteren film.eğer orada 7 yaşında bir kız çocuğu olup "artık okula gitmeyeceksiniz " denilse bana ne hissederdim,o burkanın altında yaşamak zorunda kalmak ne demek, bastığın yer acaba patlayacak mı korkusu duyarak yürümek,oyuncak bebeklere dokunamamak ne demek çok güzel anlatan film.bütün derdi tülin'le caner'in evlenememesi,semra hanım ,ata,şale,ahmet,banu alkan ,murat taşdemir kavgaları,seda sayan ,nihat doğan aşkı,hülya,gülben,petek kavgaları ,evlenmeleri,boşanmaları olan insanlara hayatta bunlar da var diye zorla seyrettirilmeli.ben bu programları izlemek için özel çaba göstermiyorum ama ne kadar izlememek istesemde haberlerde dahi bunlar anlatılıyor ve bir şekilde kafama sokuluyor bu kişiler.aynı taktiği onlara da uygulamak lazım ama kanal yöneticileri aracılığıyla uyuşturulmuş bir toplum herkesin işine geliyor.
  • --spoiler--
    ne korku filmleri izlemiştim ki beni böyle korkutmadılar...
    bu filmi izlerken nefes aldığım her an için şükretmem gerçeğini buz gibi bir elin attığı tokat sayesinde tekrar hissettim..

    o oyuncak bebekler,gökten düşen takma bacaklar,koşmaya çalışan tek bacaklı adamlar…okullarda yada okul denilen yerlerde verilen eğitimler.. o minicik çocukların ağızların çıkınca daha korkucu olan kalaşnikof,kılıç,silah gibi kelimeler..doktorun bir kadını muayene etme biçimi yada edememe biçimi ..doğdukları günden itibaren bedenleri burka denen kıyafetin içinde hapis kalmış kadınlar….hayatlarındaki renkler sakladıkları ellerindeki tırnaklarına sürdükleri ojeler olması…

    film bir kadının kandahar’a yapmaya çalıştığı yolculuğu anlatıyor..düşünün sadece yolculuk…bu basit kelimenin oralarda ne anlama geldiğine bir bakın…

    filmin son karesi..o örtünün altından birde biz bakıyoruz dünyaya…
    sonra güneş tutuluyor…
  • bir yol filmi. hayatın peçelerin ardından bir nefes alabilmek olduğu, ve bununla yetinilmek zorunda olunan bir yerde, "koşamamak" diye bir şeyin aslında hiç var olmadığının kanıtı; renklerle oynayan bir belgesel bu. öyle ki; oyuncak bebekler düşman, ölülerden alınan yüzükler birer armağan, yolda karşılaşılan bir erkek sahte koca, ve bir uçak tonlarca umut olabilir. çok gerçek. çok acı. o umudun altında siz eziliyorsunuz filmi izlerken, koltuk değnekleri ezilmiyor.

    umut olmasa, biz cidden ölürdük demek. bulutsuzluk özlemi hep haklıydı.
  • mohsen makhmalbaf'in taliban kontrolundeki kandahar'da o donemde suregelen hayati kurguludigi film. evet ozellikle "kurguladigi" diyorum, nitekim safer e gandehara acaba kandahar'da ne olmus, ne bitmis kesfetmek adina katiliyorsaniz, biraz aldatiliyorsunuz acikcasi, nitekim bir iran vatandasi olan yonetmen mohsen makhmalbaf afganistan'a girmeye musade alamiyor, ve dolayisiyla bizlere kendi afganistan modelini sunabiliyor ancak. kandahar sehri cok bulanik ifadelerle anlatilan kabus dolu bir kurmaca film boyunca.. hic gormuyoruz, hic girmiyoruz bu sehre --sadece son sahnede burkanin kafesli goz acikligindan soylece bir bakabiliyoruz.

    aslinda taliban kontrolundeki afganistan'da hayatin nasil olabilecegine dair bir varsayimdan baska birsey olmayan bu yapit o derece rahatsiz edici** ki, george w. bush'un ozel olarak bu filmin yayinlanmasini talep ettigi sayia edilmistir. makhmalbaf'in karakteristigi olabildigince surreal sahnelerde --ornegin parasute takili protez bacak salinarak gokten yere inerken-- bush'un yuzu ne hal aliyor gormek isterdim acikcasi.

    makhmalbaf tekrar tekrar ifade etmistir ki, "kandahar yapiminin kahramani afgan halkidir". tam oyle degil bence. kahraman yonetmenin ta kendisidir, anekdotlardan hareketle yabanci bir memleketi bir col, ve sadece amator oyuncalar yardimiyla tasvir etmeyi basarmis olmasiyla..

    genelde iran filmleri italyanlar'in neorealist eserleriyle kiyaslanir, ancak gozden kacan bir nokta vardir: bu filmler siradan insanlarin siradan gunluklerinden fazlasidir esasinda. makhmalbaf'in dussel cizgisini kacirmamak gerekir: ornegin gabbeh adli eserinde el dokumasi bir halinin imkansiz bir askin hikayesini anlatmak uzere dile gelmesi gibi, yahut makhmalbaf'in kanimca en iyi filmi olan nun va goldoon'da gercek hayatin, gecmis bir vakitte hayatin akisini etkilemis bir anin yeniden sahneye konma cabasina bir sekilde mudahale etmesi gibi..

    ekonomik anlamda oldukca zor kosullarda calismak durumunda olan makhmalbaf, sinema dunyasinin hayalperestlerinin sahip olmadigi bir seye sahip kuskusuz: cesaret. mesela iran sinemasinin standartlarindan biri olan doksan dakika ust siniri bir kosusturmacayi kacinilmaz kiliyor. kandahar'da sahit oldugumuz macera tuhaf olabilir, bazen fazlasiyla cafcafli. ancak yine de, bir sekilde, bu macera hizla akiyor; bir olum turkusunun verdigi kacinilmazlik hissini uyandirarak..

    kandahar bir arama gorevinin hikayesi, gercek bir hikayeden turetilmis.. hikayenin kahramani nafas, kanada'ya yerlesmis bir afgan gocmeni. gunun birinde afganistan'da kalmis olan kiz kardesinden keder yuklu bir mektup almasiyla basliyor hikaye; bir mayinin patlamasiyla bacaklarini kaybeden kiz kardes intihar dusuncesinden bahsetmektedir bu mektupta..

    nafas yasak ulkeye dogruya yola koyulur, bir rehber silsilesi esliginde.. bm bayragi tasiyan bir afgan yerlisi, nafas'i burka altinda gizler.. daha sonradan, nafas medreseden henuz kovulmus bir cocukla karsilasir, bir sureligine rehberligi bu cocuk ustlenir.

    ve bir sekilde kizil hac merkezine ulasir nafas, protez beklemekte olan bir grup sakat kalmis afgan yerlisinin bulundugu.. bu sahne biraz bicimsiz kacmis, yari-dogaclama rol yapan avrupali hemsireler yuzunden. dahasi, seyirciyi uyandirmak adina koltuk degnekleriyle baleye zorlanan bir bacagini kaybetmis insanlarin vaziyeti aciklanamayacak derecede aci veriyor insana.. dil cesitliligi dogallik ya da stilizasyona iyice kostek oluyor, ve vaziyeti daha da bir arap sacina sokuyor.. hasili, filmin bu bolumu oldukca daginik.

    nafas'in son rehberi siyahi bir musluman amerikali.. bu rolu canlandiran hassan tantai rolunun ustesinde rahatlikla geliyor, ancak belki halindeki nedamet oyle cok da rol kesme degil aslinda: tantai gercek hayatta da megersem ayetullah humeyni karsiti bir iranli memuru katledilmesi hadisesindeki suphelilerdenmis...

    film boyunca geri kalmis, tecavuze ugramis bir diyara ait imgeler cikiyor karsimiza... avangard bir oyunda sahne alan karakterlermiscesine rengarenk carsaflara sarilmis kadinlar suruler halinde sonunu bir turlu goremedigimiz colde yol aliyorlar; ozenle suslenmis uc tekerlekli yuk araclari kumullar uzerinde neresi oldugu belirsiz bir yerlerden gelip, daha belirsiz baska bir yerlere gidip duruyorlar.

    bu yapit iran yapimi bircok filme kiyasla takibi daha kolay.. genelde --takdire sayan eserler olsalar da-- bu filmler farkli kulturden izleyicileri pek bir fazla hazirlik yapmadan konunun en ortasina birakiveriyor. ancak, bu filmin bir seyahatname olmasi hasabiyle belki de, ne olup bittigini kavramak icin biraz daha fazla firsati oluyor izleyicinin. bircok iran filminden daha basit olsa da kandahar, bir yandan da fazlasiyla karmasik --kesinlikle siradan bir kahramanlik hikayesi degil*. kahramanimiz biraz fazla "anti-kahramansal" ozelliklere sahip: kibirli ve soguk.. bir dogulunun gozuyle israrla yabanci kalmak cabasinda aslina ait oldugu topraklara.. nitekim, kendisiyle yasadiklari arasina, olaylari teybe kaydetmek suretiyle, bir mesafe koyuyor (bu teybi kizkardesi icin hazirliyor).

    bu teyp yonetmenin harmanladigi fikirleri ve sairselligini yansitiyor. makhmalbaf, taliban idaresinin ahlaga sigmayan yonlerini ortaya koymaya calisiyor. 11 eylul oncesinde tamamlanan bu eser, bugun taliban karsiti propaganda araci olarak daha az islevsel olmakla beraber, yeni neslin en etkileyeci yonetmenlerinden bir tanesinin yapitlarina hos bir girizgah vazifesi goruyor ve gorecektir..
hesabın var mı? giriş yap