• andré gide'in özyaşamöyküsünü* anlattığı yeni romanı
  • andré gide'in 1924 yılında kalpazanlar'dan tam bir yıl önce fransa'da yayımlanan eseridir. orjinal adı "si le grain ne meurt" olup dilimize çevrilip yayımlanması yarım yüzyılı aşmıştır. romanın ilk bölümünde çocukluğunu anlatan gide'in, hemen ilk sayfalarda eğilimleri ve inandıkları arasında yaşadığı çelişkileri sakınmadan okuyucuyla paylaştığını görürüz. dilde ki samimiyet ve gerçeklik dönemin paris ve cezayir sokaklarından daha dikkat çekici ve sıcaktır.
  • aşırı derecede yüzeysel anlatılmış bir özyaşam öyküsü. gündelik olaylar silsilesinin aktarılması hasebi ile "günlük"ten pek bir farkı yok. üzgünüm ama zaman kaybı.
  • andré gide' in güzel kitaplarından biri.

    biyografi türünün klasik eserlerine pek benzemiyor. tanrı biliyor ya, gide şu dünyada taparcasına sevdiğim yazarlardan biri. (charles dickens, josé saramago da diğer ikisi) ama tohum ölmezse' yi çok geç okudum.

    kitabın birçok yerinde kendime "yazar bu kadar çok şeyi nereden hatırlıyor?" diye sormadan edemedim. bu da kitabı otobiyografi' den uzaklaştırıp yarı günce bir duruma sokmuş. samimi bir kitap, ama üzerinde konuşulacak pek de fazla bir şey yok. sadece yazarın kitap boyunca "dürüstlük"ten bahsetmesine rağmen birçok şeyi sansürlediği izlenimine kapıldım. bu da kitabın asıl silahı olan samimiyete bence gölge düşürüyordu.

    dediğim gibi gide' in güzel kitaplarından, ama şüphesiz ki en güzeli değil. isabelle' in hemen altına yerleştirebilirim bunu.
  • otobiyografiden ziyade bölük pörçük anıların anlatıldığı, yazarın kendisi ve iç dünyası hakkında bilgi vermekten çok bağlantısız konulara yüzeysel olarak değinilmiş; çoğu zaman ucu açık bırakılmış bu konularda kendisiyle ilgili çıkarım yapmamız beklenen bi tuhaf sıkıcı kitap. yazarın sık sık gerçeği saptırmadan olduğu gibi anlattığını söylemesi de anlatımı içten yapmanın tam aksine üstü kapalı birçok sahneyi akla getirip müthiş bi tezat yaratarak insanı yine kitaptan uzaklaştırıyor. ailesiyle birlikte geçirdiği yaz tatillerinden ve yarı yatılı, devam etmekte zorlandığı eğitim hayatından filan da bahsetmese ilk gençliğiyle ilgili yine bi şey öğrenemezmişiz. hele kitabın son çeyreğinde sadece oscar wilde ile birlikte buleyde ve biskra'da arap oğlanlarla eğlenmelerinden başka bi şeye tanık olamadık; eğilimlerinden dolayı yaşadığı bocalamayı bile okuyucuya geçirmekte sıkıntı var- kaldı ki kitabı çevirisinden okumadım.
    dönemin edebiyat çevrelerinde hakim olan yapmacıklığı biraz daha deşelese ve kendi konumunu derinleştirmiş olsa belki bu günlükten biraz tatmin olurdum (zira kendimi tamamen doğal halimle gösteremediğim sürece her türlü ilişki beni yoruyor demiş) ama bu haliyle okunmasa bi şey kaybedilmezmiş.

    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap