*

  • serdar akar tarafından ele alınabilecek bir konu.

    (bkz: gemide)
    (bkz: barda)

    *
  • çok güzel bir roman ismi olabilir pekala.
  • (bkz: tragedy porn)
  • (bkz: şahin k)
  • (bkz: müge anlı ile tatlı sert)

    not : gündüz kuşağında, 7'den 70'e herkesin izlediği saatlerde yayınlanıyor.

    --- spoiler ---

    (bkz: #96912312)

    --- spoiler ---
  • "televizyon kadar saldırgan bir şey yoktur." - ulus baker

    aylar önce ulus baker'in sanat ve arzu kitabını okuduğum sırada "televizyon kadar saldırgan bir şey yoktur." cümlesi, kitaptaki konu dışında beni başka bir düşüncenin içerisine çekti. ben yaklaşık olarak on yılı aşkın süredir televizyon izlemiyorum. televizyon izlememe sebebim, dolaylı olarak şiddetin televizyon aracılığıyla insanlara aktarılması oldu. bu şiddetin sadece belli bir yaş grubu üzerine aktarılması söz konusu değil. televizyonda gösterilen şiddet 0-3 yaş çocuklardan başlayıp 65+ seyirci kitlesine kadar uzanıyor. günümüzde; çizgi filmle, gündüz kuşağı programlarıyla, ana haber sunumuyla, dizilerle ve filmlerle, siyaset programlarıyla her yaş kitlesini kapsayacak genişliğe de sahip bir medya dünyasından bahsediyoruz.

    insanda çocukluk dönemi duyu organları ile alınan her türlü verinin beyinde en hızlı şekilde hızlıca işlendiği bir dönem ve bu dönem içerisinde izlenen çizgi filmdeki bir şiddet görüntüsü travmalı bir karakterin yetişmesine sebebiyet verecektir. bu travmalar birikimi çocuklarda dış ortamdaki canlı ve cansız bütün nesnelere karşı; korku, öfke, saldırı gibi duyguları tetiklediğine hepimiz görmüşüzdür. örnek olarak: ülkemizde çocukların sokak hayvanı gördüğü an onlara karşı şiddetli bir öfke ile saldırması ya da hayvandan korkmasına şahit olmuşsunuzdur.

    bu günlerde ise şiddet başka türlü karşımıza çıkmakta. medyanın doğal afetlerde, ekonomik krizlerde veya toplumun magazin programları vesilesiyle dikkatini çekmiş aile facialarında kullanmayı çok sevdiği, siyasi iktidarlar tarafından tahsis edilmiş bir aygıt olarak kullanılan "acı ve şiddet pornografisi"ne dönmüş durumdadır. görünüşte toplumsal meselelere duyarlılık ön planda gösterilirken, aslında kişilerin mahremiyetlerini hiçe sayan, söz konusu insanları da, onların yakın çevrelerini de bir kez daha travmatize eden, “ideolojik bir aygıt” işlevinde bir medya dili ülkemizde kullanılmaktadır.

    türkiye'de siyasal iktidarın 20 yıllık yönetimi içinde işlenen kadın cinayetleri yüzde 1400 artış gösterdi. bu süreç içerisinde kadınların sorunlarına dikkat çekme amacıyla televizyonda yayınlanan programların katilleri aklayıcı unsurları izleyici kullandıkları medya dilinin esnekliği ile izleyici kitleye aksettirmesi kadına olan şiddeti arttırırken diğer yandan reyting oranları ile medya patronlarının cebini doldurmuştur. bu tür programlarda dikkat edilmesi gereken adalet kavramının devlet tarafından yönetilmesiyken, insanların kendince adalet aramasını yönlendirerek, kindar bir kontrolsüz kitle ortaya çıkarmıştır. yıllar içerisinde bu programlar tepki görmüş, gelen sikayetlere rağmen iktidar tarafından desteklenmiş, tepki gösteren insanlara karşı bu kindar öfkeli kalabalığı şiddet göstergesi olarak kullanmıştır.

    medyanın gazetelerde ve haberlerde kadın cinayetlerini bütün unsurları ile göstererek şiddet pornografisiyle gerçekleri çarpıttığı gibi insanları daha da suça ve şiddette meyilli bir toplum yaratmıştır. türkiye gazeticiler cemiyeti kadınları ve toplumun psikolojik sağlığını korumak amaçlı bu haberlere tepki olarak şu açıklamayı yaptı:
    1. melodramdan, sansasyon ve pornografiden kaçınılmalı. cinayetin ayrıntılarını pornografik olarak resmederek şiddetin pornografisi üretilmemeli.
    2. öldürülen kadının değil, katilin fotoğrafları kullanılmalı.
    3. haber fail ifadesine dayanarak yazılmamalı, ölen kadının katilin/failin iddialarını yanıtlayacak ve çürütecek durumda olmadığı unutulmamalı.
    4. haberi yapan kişi psikolog, yargıç, falcı veya öykü yazarı değil, haberci olduğunu unutmamalı.
    5. cinayetin sorumlusu olarak cinnet, kıskançlık, öfke, namus, iflas, psikolojik sorun vb. gibi cinayeti haklı gibi gösterecek, cinayeti meşrulaştırmaya çalışan ifadeler kesinlikle kullanılmamalı.
    6. bu bahanelerin kadın cinayetlerinde meşrulaştırmanın yanı sıra haksız tahrik indirimi talebiyle mahkemede delil gösterilebildiği unutulmamalı.
    7. kadınların -varsa- cinayet öncesi koruma talepleri, maktulün -varsa- karakol şikayetleri, hakkında verilmiş savcılık kararı, geçmişte şiddete maruz kalıp kalmadığı, gelenekler, destek olmayan aile vb. gibi etkenler mutlaka haberde yer almalı.
    8. fikri takip yapılmalı. cinayet haberinin ardından failin yakalanma, yargılanma süreçleri de takip edilerek haberleştirilmeli.

    son 10 yıllık dönemde medyanın televizyon aracılığı ile gerçek suçun ve suçluların normalleştirmek adına politikacıların açıklamalarının da bu yönde olmasıyla beraber bu tür kin ve nefretten beslenen herkesin bir linç aracına dönüştürülmesi de değinmek istediğim bir noktadır. linç ve linç kültürünün tanımını şu şekilde açıklayabiliriz: linç kelimesi, aynı zamanda, azınlıklar üzerinde uygulanan tahakküm ve bir bölgenin egemen kesiminin, şiddeti hem bir haz hem de bir “terbiye aracı” olarak görmesinin de, en yalın gösterisidir. çünkü linç, bir kalabalığın, çoğunlukla tek kişiyi, öldüresiye dövmesidir. yani, yığının birlikte olmaktan aldığı baskı gücünü, ses çıkaran tek bir kişiye karşı uygulaması ve şiddet pornografisinin gerçek zamanlı video oyununda, yığınların hareketlerinin dökümünün, zemine kan ve küfürler eşliğinde iz bırakmasıdır.

    ayrıca politikacıların takındıkları tavır ve kullandıkları dil, televizyon karşısında büyüyen çocuklarda yıllar içinde travmalar yarattığı ve bu travmalar zincirinde birer şiddet aracına dönüşmesine şahitlik ediyoruz. 90'lı yıllardan bu yana; körfez savaşı'nın televizyonlarda canlı yayınlanması ile başlayarak, sarin gazı ile ölen ve sakat kalan her yaştan insan ve çocuklar gördük: hakkını arayan insanların meydanlarda coplanıp, gaz bombaları altında edildiğini gördük: devlet eliyle yaratılan gerici zihniyetin örgüt evlerinde işkence edip, domuz bağı ile öldürülmelerini gördük: meydanlarda toplanan insanları canlı bombalar ile ölmelerini gördük: yaşadığı doğasının bozulmasına engel olmak isteyen insanların, polis ve jandarma zoruyla engellenmesini gördük: caddelerde ve sokaklarda tecavüz edilerek, boğazı kesilerek, yakılarak öldürülen kadınlar ve annelerinin babaları tarafından canice katledilmesine şahit olan küçücük çocuklar gördük. geldiğimiz bu noktada yine televizyon aracılığıyla bu yaşanan travmaların normalleştirilmesini görüyoruz.

    toplum olarak psikolojik sağlığımız bozulduğu şüphesiz su götürmez bir gerçek. ben artık insanların ayrı ayrı olarak değil, sinema ve tiyatro salonlarında, stadyumlarda, spor salonlarında psikologlar tarafından konferanslar aracılığıyla tedavi olması gerektiği düşüncesi içerisindeyim. insanlığımızın çökmesine sebebiyet olarak, narsisist kişilik bozukluklarının daha da çok televizyon şiddetini körüklediği kanısındayım. buna örnek olarak erich fomm'un sevginin ve şiddetin kaynağı kitabındaki bir pasaj ile örneklemek istiyorum: ''narsisist hastalığın son bir öğesini daha eklemek istiyorum bunlara. aşırı narsisist bir topluluk kendisini özdeşleştirebileceği bir önder bulmak ister. topluluk, kendi narsisizmini yansıttığı bu öndere hayranlık duyar. aslında birlikte-yaşama ve özdeşlemeden başka bir şey olmayan bu öndere boyun eğme durumu içinde bireyin narsisizmi öndere aktarılır. önder ne denli büyükse onun izleyicileri de o denli büyük olacaktır. bireysel yapıları yüzünden, özellikle kendilerine hayran olan kişiler önderin peşine takılmaya en yatkın kişilerdir. kendisinin büyüklüğüne inanmış bu konuda hiçbir kuşkusu olmayan önderin narsisizmi kendisine boyun eğenlerin narsisizmine son derece çekici gerir. yarıdeli önderler çoğu zaman en başarılı olanlardır: ama nesnel yargıdan yoksun olmaları, yenilgi karşısında gösterdikleri öfkeli tepkiler, her şeyi yapabilen bir insan imgesini koruma gereksinimleri yüzünden bunlar yanlışlıklara düşerek kendi yıkımlarını hazırlarlar. ne var ki narsisist kitlenin istekleri doyuracak, yetenekli ama yarı psikozlu kişiler her zaman bulunabilir.'' (sayfa 79)

    psikolojik sağlığımızı korumak adına şiddetin pornografisine karşı korumak için televizyondan olabildiğince uzaklaşmalı, düşük olan okuma oranımızı hızlıca gelebilen en yüksek noktaya çekmeli ve çocuklarımızı şiddet unsurları yerine şüphesiz bir sevgi ile büyütmeliyiz. okunan kitaplarda da salt iyi ve kötülere inanmak yerine; insanların karşısındaki insanlara neler yapabildiğini, insanların kendi dışındaki canlı ve cansız varlıklara neler yapabildiğini kavrayabilmeliyiz. edinilen bilgilerin ışığında da karşılıklı olarak ne yapabilir diye tartışmalı ve insanı duygularımızı toplumuzun sağlığı için güçlendirmeliyiz.

    şiddetin pornografisine "hayır!", kadın şiddetine, çocuk şiddetine, toplumsal şiddetene "hayır!"dır.
hesabın var mı? giriş yap