93 entry daha
  • bu entry detaydır ve ciddi spoiler içerir.

    baudrillard, karnaval ve yamyam'da özgürlük üstüne şöyle yazıyordu:

    "özgürlük kavramı yalnızca boyun eğdirme sistemlerinde bir anlama sahip olabilir."

    john fowles, the magus isimli müthiş yaratıcı romanında genç ingiliz nicholas urfe'yi baştan çıkaran çarpıtılmış baba figürü conchis vasıtasıyla bu uçucu kavram üzerine saptamalarda bulunur. yakın geçmişi üstkurmaca bir düzlemde yeniden yaratan esrarengiz maurice conchis, savaşlardan, esirlikten, sürgünlükten, aşktan, dostluktan söz açarak ve ama daha çok savaş ortamındaki kişisel tercihlerden hareketle özgürlük düsturu üstüne fikirlerini sıralar. üstkurmaca mizansen içindeki birçok edimi gibi bu konuya dair yaklaşımı da kekinkes oyunbazdır. nicholas'ın elinde kamçıyla lily'nin ensesinde beklerkenki konumuna bir önhazırlık niteliğindeki bir dizi tartışma özgürlük kavramının yanılsamalı doğasına işaret eder.

    mazisinden dem vururken ya da onu yeniden kurgularken yarı yarıya tanrı rolüne soyunan conchis'in yunan gerilla savaşçılarını öldürüp öldürmediği meçhuldür ve yakın geçmiş nazilerle ilgili bir bilinmezliği de gündeme getirir. gözüpek gerillalarla birlikte sayısı sekseni bulan rehineler de katledilmiş midir? yoksa her şey bir uydurmacadan mı ibarettir? birçok savaşta kitle katliamları vuku bulduğundan bu meseleyi doğru olarak kabul etmek olasıdır ama asıl mühimi conchis'in buradaki ediminin niteliğidir. conchis gerçekten de rehineleri kurtardı mı yoksa onlarla beraber kurşuna mı dizildi? görüldüğü kadarıyla, nazi albayın direktifine uymamış ve kurşunlara göğüs germiştir. fakat yunan halkı arasında durum hiç de anlatıldığı gibi değildir. conchis düşmanla işbirliği yapmış, rehinelerin öldürülmesine sebebiyet vermiştir. şu halde yakın geçmiş en az conchis'in ismi denli bulanıktır. gerçek nedir? tarihte ne olup bitmiştir? özgür kişi diye kime denir? seçimlerimizin sorumluluğu bize mi aittir? savaş ortamında özgür olmak mümkün müdür? direktiflerle belirlenen bir özgürlük kavramı olası mıdır?

    birçok soru türetilebilirse de gerek conchis'in ve gerekse de nicholas'ın içinde bulundukları olağanüstü koşullarda gerçekten özgür olup olmadıkları tartışılabilir. ve işte tam da bu noktada baudrillard'ın sözü daha da açıklık kazanır: iki özne de dışarıdan bir boyun eğdirmeye maruz kalmıştır. conchis nazilerin sadist tercihleri, nicholas ise conchis ve gizemli avanesinin biri şiddetle sonuçlanabilecek tercihleri arasına sıkışmıştır. conchis'in mazisi esrar bulutlarıyla kaplıysa da nicholas'ın önü açıktır ve önündeki yarı çıplak kadını kamçılayıp kamçılamamak kendi ellerindedir ve özgür iradesine bağlıdır. sonuçta genç adam şiddetten yana tavır takınmaz ve kamçıyı iade eder. mesele, bu tercihinde nicholas'ın özgür olup olmadığıdır. gerçekten özgür ise, mezkur olağanüstü şartlarda istediği gibi davranmış, işkenceye arkasını dönmüş, bir anlamda barıştan yana karar kılmıştır ama her halükarda muhatabı yoktur. tek başınadır. gene de grotesk mizansen conchis eliyle hazırlandığı için nicholas'ın özgürlüğü tartışmalıdır. dışarıdan gelen dayatmalarla iki farklı seçim şansı sunulan özne nasıl özgür olabilir?

    işte bu garip tiyatroda fowles'ın ereği de ak ve pak değildir. şiddeti rededen genç adam az sonra görüntüsel şiddete maruz kalır ve sevdiği kadının siyahi bir tekeyle sevişmesini izler. daha doğrusu bu görüntüler ona zorla izlettirilir; tıpkı otomatik portakal'da sadist görüntülere maruz bırakılan genç çete reisi alex gibi. bu şiddet gösterisi sonrasında iyileştiğine kanaat getiren alex eni sonu iktidarın ahtapotvari vantuzlarına teslim olur. artık sıradan biri değildir, bir piyondur, iktidar ne derse onu yapacaktır (fakat burgess'in romanı farklı bir sonla biter). ya nicholas? genç kadına şiddet uygulamadı diye özgür biri midir? bu edim gelecekte de şiddete dudak bükeceği anlamına mı gelir? yunan adasından bir başka adaya (ingiltere) döndüğünde karşısına alison kelly çıksaydı ona şiddet uygular mıydı mesela? bu son soru mühimdir bana kalırsa. yanıt ise romanın açık uçlu sonuna bir yanıt gibidir bence. eğer alison da sözünü ettiğim grotesk mizansen içindeki üyelerden biriyse ve gösteriyi gizlice izlemişse eğer, doğru yerdeyiz ve denebilir ki alison ile nicholas yeniden karşılaştıklarında, daha doğrusu yeniden bir araya geldiklerinde genç adam ona kesinlikle şiddet uygulamayacak ve temiz bir beraberliğe yelken açacaklardır. öğretmenliği boyunca denize özgürce açılamayan, sadece rutin olarak teknelere binip atina'ya gidip gelen nicholas urfe artık ilk defa özgürlüğün tadını çıkarabilir.

    bu anlamda the magus kanaatimce umut vadederek biter ve çok yakın gelecekte alison ile nicholas yeniden birleşeceklerdir. ama gene de umut etmenin işkenceyi uzattığı yollu nietzscheci önermeyi akıllarda tutmak gerekir. umut bir işkencedir, evet ama o olmadan nasıl yaşanabilir ki?!

    sonuç yerine: yine baudrillard, şeytana satılan ruh ya da kötülüğün egemenliği'nde şöyle yazmıştı:

    "bir kez tüm aşkınlık biçimlerine son verildiğinde şeyler artık o eski anlamlarını yitirmiş ve bu yeni halleriyle çekilmez olmuşlardır. büyüleme gücünü yitiren şeyler anında ve tamamıyla gerçek, gölgelerinden ve yorumdan yoksun şeylere dönüşmüşlerdir."

    nicholas'ın grotesk-kafkaesk yargılama mizansenini izleyen süreçte, kısa dalgalı italya macerasının ardından yeniden kürkçü dükkanına, ingiltere'ye adım atıp, yunanistan'daki oyun içinde oyunun kısmen sürdüğü yalnızlık adasına gelip, alison'ı aradığı zamanlarda baudrillard'ın sözünü ettiği aşamaya nihayet ulaştığını varsayabiliriz, çünkü sevdiği kadından, baba figürünün çarpıtılmış görüntüsü conchis'ten, seks oyunlarından, erotik fantezilerden ve yeni macera arayışlarından geriye hiçbir şey kalmamış, tüm büyü yitirilmiş, büyücü ise oedipus mitosundaki gibi zihnen öldürülen bir babanın gölgesi konumuna kavuşmuştur. özgürlük işte tam burada mı başlar? bilinmez. ama denebilir ki büyücü, nihayetinde büyülerin ve büyücülerin geride bırakıldığı bir romandır. eğer oyun içinde-oyun içinde-oyun sürmüyorsa hâlâ!
    _____________

    tavsiye: bu kitabın film uyarlamasına haksızlık edilmiştir. ve mümkünse kitabın ardından mutlaka izlenmelidir. nedeni ise şu: yüksek edebiyatın gücü ile sinemanın kendine özgü olanaklarını karşılaştırmak, yakın planın gücünü anlamak, uyarlanan bir metnin beyaz perdede başka bir şeye dönüştüğünü yordamak için.

    son söz: the magus yazılmış en iyi romanlardan biridir ve nicholas ile lily arasındaki bir yanılsama üstüne kurulan aşk oyunu şu dizeleri anımsamama engel olmaz gene de:

    "dudak dudağaydı soluğumuz ve göz göze
    aynalarımız içinden birbirimize uzanmış
    deniz hafifçe sallıyor sessizliğinin dibinde sözlerimizi
    ve dalga alıp götürüyordu son anıyı
    geçip giden ay görüverirse gecesinde
    çakıl çarşaflarda yatan şu bitkin gövdeleri."
    (andre verdet, "ölü doğa"dan)
  • anthony quinn ve anna karina, the magus (1968) filminin setinde : görsel

    ayrıca (bkz: the magus /@hanging rock)
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap