• yönetmen crystal moselle tarafından hayatları filme aktarılacak olan angulo kardeşlerin filmi. manhattan'da yaşayan ve babalarının psikolojik problemi yüzünden evden çıkamayan 6 erkek ve 1 kız kardeşin gerçek hayatı quentin tarantino, christopher lloyd ve martin scorcese filmlerinden nasıl öğrendikleri izleyiciye aktarılacakmış.
  • 14 yıl boyunca (adeta) hapsedilmiş 6 erkek çocuğu için fazla normal kalmış angulo kardeşlerin hikayesini anlatan belgesel.
    ms.moselle alınmasın ama ben pek inanmadım bu hikayeye.
    bir de 6 erkek çocuk 6 ergene dönüşünce hiçbir hormonal sıkıntı yaşanmıyor mu?
    o kısım neden yok sayılmış, onu da anlamadım?
  • the hangover (2009) filmi karakterlerinden alan garner'in (zach galifianakis) kucuklugunden beri hayalini kurdugu, bunu arkadaslari phil wenneck (bradley cooper) stu price (ed helms) doug billings'e (justin bartha) las vegas the caesar palace'in catisinda hangover olmadan once asagidaki sekilde gerceklestigini aktardigi, 'kurt surusu', 'hep birlikte takilan arkadas grubu' anlamindaki ingilizce deyim.
    --- spoiler ---
    you guys might not know this, but i consider myself a bit of a loner. i tend to think of myself as a one-man wolf pack. but when my sister brought doug home, i knew he was one of my own. and my wolf pack... it grew by one. so there... there were two of us in the wolf pack... i was alone first in the pack, and then doug joined in later. and six months ago, when doug introduced me to you guys, i thought, "wait a second, could it be?" and now i know for sure, i just added two more guys to my wolf pack. four of us wolves, running around the desert together, in las vegas, looking for strippers and cocaine. so tonight, i make a toast!
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    boktan film. çocuklara yapılan sistematik işkencenin eğlenceli ve son derece normal mi anlattığı mı dert dersiniz yoksa film replikleri sınırlı sığ dili mi dersiniz bilemedim .... oyunculuk son derece sığ, yapmacık ve anlamsız. ailenin kız evladı film boyunca yok sayılması başka bi dert. ara ara çocukları eve değil odalara kapatılması, annenin az da olsa şiddet görmesi veya çocukların dudaklarından öpülmesi bi fikir verse de saçma sapan bi film olmuş. amaçsız, iki kostüm, iki replikle hiç bir şeyi eleştirmeyen ve de anlatmayan film. peşi sıra der bunker seyredince iptal olduk. fitaş'in koltuklarından hiç bahsetmicem sadece tek kelime boyun ağrısı ....
    --- spoiler ---
  • muhtemelen çok ağır narsisistik kişilik bozukluğu ve sosyal fobilerle boğuşan bir babanın kendisiyle birlikte eve hapsettiği ailesini anlatan belgesel film. film çok başarılı tasvirlerle ailenin yaşantısını olduğu gibi ortaya koyuyormuş gibi.`:gibi diyorum çünkü ailenin yaşantısı gerçekte nasıldır bilmiyoruz` olayı ne dramatize, na karikatürize ne de normalize ediyor. amaçladığı şey konusunda başarılı olduğu söylenebilir. bu tarz belgesel filmlerden olayı olabildiği kadar olduğu gibi resmetmesi dışında bir şey beklemek doğru değil. (eleştiri, toplumsal mesaj vs.) bu belgesel filmden beklenecek tek şey, evden çıkmayan bir aile nasıl olur, ne yaşar, ne yapar...
  • izlerken sizi çok farklı duygularla baş başa bırakan belgesel. babanın dış dünya ile olan başarısızlığı, psikolojik problemleri, annenin çaresizliği, sessiz kalışı belki korkaklığı, erkek çocuklarının babayla iletişimleri çok güzel bir akışta verilmiş. geçmişe giderken kullanılan video kayıtları ile de daha canlı tutulmuş belgesel. film boyunca kafa kurcalayan çok fazla soru ve boşluklarla izliyorsunuz. keşke daha uzun ve detaylı bahsedilseydi diyeceğiniz yerler oluyor. özellikle erkek kardeşlere dair çok fazla bilgi var ancak kız kardeşin dünyası havada kalmış. 84 dakika az geldi, filmin bitişinde "ama sonra" diye bekliyorsunuz.
  • gerçek bir ailenin ayrık bir yaşamını anlatan belgesel film. aileleri tarafından toplumdan izole edilen bir grup gencin öyküsü diye konusunu özetlediğimizde genellikle sosyoloji derslerine, psikoloji belgesellerine konu olan türde, dışarıya kapalı bir çiftlikte ya da ücra bir bahçeli evde, doğru düzgün güneş ışığı görmemiş, konuşmayı, yürümeyi bile bilmeyen çocuklar geliyor aklımıza ama bu öyle de değil. manhattan'ın göbeğinde çok katlı bir apartmanın bir dairesinde, toplumun tam göbeğinde ve gerçek hayattan gayet haberdar olmalarına rağmen evden çıkmayan ve kendi aralarındaki iletişimleri ile izledikleri film ve tv programları sayesinde gayet normal yetişebilmiş bir grup gencin hikayesini anlatıyor. o kadar yaşamın göbeğindeler ki, apartman dairelerinin manzarası tüm şehri olduğu gibi görüyor, bazen dışardan eve sipariş için kurye geliyor gidiyor, ama bir o kadar da yaşamdan uzaklar ki, hiçbirinin birbiri dışında konuştuğu bir birey bile yok.

    bir nevi küçük çaplı bir cult gibi ama değil de, aileyi bu hale getiren, babalarının ekstrem düşünceleri olmuş ve babaları aslında zor kullanmak yerine oğullarını ve tek kızını, dışarıyla iletişim kurmanın gereksiz, kötü, anormal olduğunu düşünecek şekilde yetiştirmiş. bazen yılda bir kez dışarı çıkmalarına izin vermiş mesela, ama onda bile durumdan memnun olmadığını fazlasıyla hissettirerek çocuklara bu izolasyonun kendi tercihleriymiş gibi gelmesini sağlamış.

    belgesel filmle ilgili benim kafamda çok fazla soru işareti oluştu, belgesel yapımcılarıyla kim, nasıl iletişime geçmiş, bu süreç nasıl işlemiş hiç öğrenemiyoruz, direkt olarak anlatıcı kardeşler hikayelerini, normal yaşamlarını anlatmaya başlıyor ve belgeselin sonunda artık babalarının isteğine uygun yaşamayacaklarını bildiriyorlar. belgeselin yapılmasına en çok önayak olan kardeş olduğunu tahmin ettiğim esas anlatıcı, zaten bir film şirketinde asistan olarak çalışmaya başlamış ve kendi kısa filmini de çekmiş. (ki bence çok duygusal, sanatsal olarak da doyurucu ve çarpıcı bir işti, filmin sonunda onu da izliyoruz.) belgeselde sanki babaya karşı çıkma anları eş zamanlı, gerçek zaman çizelgesiyle yaşanıyor gibi geçiliyor ama belli ki zaten çoktandır dışarıdaki yaşamla uyumlular, baba artık pasif kalmış ve hayatları bir süredir normalleşmiş.

    çocuklar dış dünyayla iletişimde olmadıkları halde epeyce entelektüeller, kendi anlattıklarına göre yaklaşık 3000 dvd'lik bir film koleksiyonları var, evlerinde birçok müzik aleti var ve hepsi çoğunu çalabiliyor. evde vakit geçirebilmek için bazı filmleri resmen sahne sahne durdura durdura izliyorlar ve senaryoyu kağıda döküyorlar, sonra evde buldukları malzemelerle, kartonlarla, yoga matlarıyla, çeşitli kumaşlarla filmlerdeki giysileri ve kullanılan malzemeleri birebir yapıp sonra el kameralarıyla bu filmleri yeniden çekiyorlar. pek çoğu bu filmleri birebir ezberlemiş, kendilerini bazı filmlerdeki bazı oyuncularla özdeşleştirmişler. hatta filmin sonlarına doğru bir gece sinemaya gittiklerinde içlerinden birinin gittikleri filmdeki bir oyuncuyu sinema ekranında görmekten ne kadar heyecanlandığı ve "ben bu oyuncunun şu karakterini oynamıştım, çok iyiydi!" dediği anda çok duygulandım, gerçek hayat ve kendi hayatları arasında hayal gücüyle örülmüş incecik bir köprüleri var, kim bilir kaç gece kendisinin o oyuncu olduğunu hayal ederek uykuya daldı mesela...

    biz filmde erkek çocuk grubunu görüyoruz, wolfpack adı filme çok uymuş bu yüzden, hatta çocuklar buram buram "bizde kızılderili kökeni var!" diye bağıran bir fenotipe sahipler, çok da karizmatikler gerçekten de, başkalarından etkilenmedikleri, sosyal medya vesaire kullanmadıkları için çocuklar gayet güçlü özbenlik anlayışına sahipler. ama belgeselin değinmediği, muhtemelen zihinsel engelli olan bir de küçük kız kardeş var. filmin kız kardeşe değinmemesi, belki mahremiyetlerini korumak istemelerinden kaynaklanıyordur ama benim içim biraz buruldu izlerken, erkek çocuklar kendi aralarında sağlıklı bir şekilde sosyalleşebilmişler de belki de küçük kız kardeşin mental problemleri izole olmaktan güçlenmiş olabilir. belki de doğuştan bir sorundur, bilmiyoruz elbet.

    anneyle baba tanıştıklarından beri baba her zaman ekstrem bir tipmiş, anne de hippiymiş, babanın beat kuşağı yazar ve şairlerinden etkilendiğine dair bir iki cümle geçiyordu galiba. çocukları toplumun kötülüklerinden korumak için kendince iyi olduğunu düşündüğü bir şey yapmaya çalışırken baba, anneyi kendi ailesinden de izole etmiş, kadını yıllarca kendi aile bireyleriyle de konuşturmamış, aslında işin içinde psikolojik olarak bir istismar da mevcut.

    her şeye rağmen tertemiz, çok güzel çocuklar olmuşlar, topluma karışmaya da başlamışlar, son sahnelerde deniz kıyısına gittikleri anlarda karizmayı çizdirmemek adına girdikleri özgüvenli genç rolleri ve aslında deniz kıyısında nasıl davranılacağını bilmediklerini gayet kameraya da göstererek ama bundan utanmayarak çoğu şeyi akışına bırakmaları falan çok etkileyiciydi. el yordamıyla hayatı çok geç öğreniyorlar ama bundan keyif de alıyorlar. tıpkı gypsy rose blanchard gibi, o da 36 yaşında, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadığı için henüz yeni sosyal medya kullanmayı öğreniyor, hayatında ilk kez bir evcil hayvan sahiplenmiş, ilk kez istediği gibi alışveriş ve makyaj yapıyor ve tüm bunlardan çok mutlu. bu çocuklar da her şeye rağmen bir yerinden yaşamaya başlamaktan çok mutlular, film bu yüzden insana umut da veriyor. her zaman yaşama bir yerinden karışma imkanı var.
hesabın var mı? giriş yap