401 entry daha
  • ermenice kökenli ve anlamı ingilizce'nin citysi yunanca'nın polisi gibi şehir/kent olan il/şehir. bu bağlamda tatvan "karşı şehir", erivan/yerevan "uzak şehir" gibi bir anlama geliyormuş diye duymuştum. uyduruk bağıntılar olabilir. nişanyan'a göre ermenice kullanımda 7. yy'dan itibaren tosb (tuşba) bölge adı, van ise kale/kasaba adıdır. o zaman city/polis değil burg, burgaz olur mu? nişanyan'ın kürtçe kasaba isimleri yazısında da bariz bilgi yok. başka bir yerde mutlaka işlemiştir.

    van'ın iklimsel en'i: yılın 120 günü açık 200 günü bulutlu ve 45 günü ise kapalı gün özelliği ile türkiye' nin /ve galiba dünyanın) en fazla güneş alan kentlerinden biridir. tarihte urartular’a başkentlik yapmış van' ın tuşba adını alması tuşba'nın "güneşi bol olan" anlamına gelmesindendir."

    araştırınız: nahçıvan. hakkında az bilgi bulunabilen nahcivan'ın (nakhitchevan) isim kökeni azerilere göre nakş-ı cihan'dan (dünya'nın nakışı, süsü) gelmekteymiş.

    kişisel van izlenimlerim arasında düğün halaylarının önemli yeri var. van'dayken 3 gün 3 gece insanlar düğünlerde bıkmadan usanmadan, belki sırayla ama meydanı hiç boş bırakmamacasına halay çekerlerdi. şırnak'takine göre çok daha enerjik, hatta kıvrak-hızlı-özgüvenli diyebileceğimiz şekilde halay uzar giderdi. halayın o uzayan ip, urgan halini, oynamaya katılmadığım halde asker öncesi gene şırnak'ta tatmıştım. şırnak'ta bir düğüne denk geldik, mevsimden ötürü ortalık çamur, ama insanlar vadiler, tepelere boyunca kadın-erkek huşu içinde adeta halay dönüyorlardı, semah çeker gibi.

    en uzak yerlerden müziğin ve söyleyen sesin yankısı duyulurdu, uzaklığa rağmen ninni gibi. kalabalık insan topluluğuyla upuzun çekilen halayda motif, figür minimum olmalıdır, adeta insan kapalı gözle ve uyur gibi de halay çekebilmelidir. şemame ve hay nik na ile tanışmam esas van'da. oynamayı da güç bela van'dayken öğrendim.

    van'dan anımsadığım, çoğu evlerin iç kale yapısında oluşuydu. ev kamusal alan ile özel yaşam ikiliği gibi mahrem içerisi ile sosyal alan olarak gene ikiye ayrılıyor. misafirler evde hemen salona alınıyor, salon evin diğer ailevi bölümlerinden sert şekilde ayrılıyor. bu erekle belki bazı evlerde salon kapıya en yakın konuşlanan bölme idi. bazı evlerde diğer bölümler bir koridor kapısı ile adeta kilitli hale de geliveriyordu. hani ev hayvanı beslenen evlerde hayvanın başını sokamayacağı bölümlere ahşap kapılar (ahşap güvenlik kapısı) monte edilir ya, akla onu getiriyor. bu durumda tuvalete, mutfağa* gitmek hem özendirilmiyor, hem de oralara ulaşabilmek özel yakınlık gerektirir görünüyordu. bu iç mimari yapı, islami hassasiyetlere elbette uyuyor denmeli, ama aynı veya benzer dini duyarlıklara sahip bölgelerde aynı düzey iç yerleşim görmedim, belirtmeliyim. o zaman geriye açıklayıcı olarak dinsel ile desteklenen yöresel/kültürel yapısal özellikler kalıyor.

    25 aralık 2011'de van'dan erciş'e dönerken eski bir düşümü anımsadım. bir, bir buçuk yıl veya daha eski. düşümde van'a gidiyorum, bir özlem düşü olmalı. erzurum, ağrı üstünden, kuzeyden. ığdır gibi biraz doğrultunun solunda bir yere sapıyorum, veya van girişindeki ovalar, tarlalar söz konusu olan. oralar beni oyalıyor. anımsadığım kadarıyla pancar gibi bir şeylerle uğraşıyorlar. tam hasat zamanı, herkes arı kovanı gibi çalışıyor ve her yer yemyeşil, arada pancar için tipik olan çamurlar. düşün bir arzu doyurumu düşü olması gerek te, anımsayınca yeni bir yorumu daha mümkün oldu. bu oyalanma, van'a ulaşamama acaba 9 kasım 2011 van depreminde gönüllü olarak beni erciş'e yerleştirmeleri mi? pancar tarlası gerek depremzedeler, gerek gönüllülerin koşuşturması mı? üstelik ekipte bir de ığdır kökenli psikiyatrist var.

    osmanlı imparatorluğu, zamanında kara anadolusunda ne kadar çıkıntı hırsız, katil, sapık vs varsa bunları ege adalarına sürmüş. sonra devran dönüp türkiye yunanistan nüfus mübadelesi olunca adalardan hep bunların çocukları, torunları foça'ya gelmiş. laf aramızda, bu yüzden foça'nın delisi de meşhurmuş artık. çok deli (artı zeka gerisi olmalı) nüfusumuz varmış. öte yandan ensest nedeniyle delisi ve sakatı fazla diye bilinen başlıca duyduğum yerler van, bartın, çanakkale.

    "çullunun hacı'nın bütün mintanları suni ipektendi. belinde kuşağı, hakiki buhara şalıydı. güneşte parladığı zaman bakmamak imkansızdı. elindeki tespih ve ağızlığı sahiden siyah kehribardı. tespihin kamçısı ağızlığın* -malatyalılar buna emzik derler- işlemeleri dağıstan gümüşüyle yapılmıştı. tabakası da van işi savatlı* gümüştü." kemal tahir - karılar koğuşu

    [sürüldü, oldu "istanbul'lular" "kastamoni"* halkı,
    bugün "izmir'liler"ce oldu "bitlis" belde-i sani.

    yazıp çizmek bilenler ekseriyetle temizlendi,
    rakamdan anlayanlar ba'dema* seyreylesin "van"ı.] [cevdet kudret'in hazırladığı eşref - hicviyeler (1970) kitabından] (bkz: şair eşref/@ibisile)

    (ilk giri tarihi: 6.4.2016)

    (bkz: van kedisi)
    (bkz: van gölü/@ibisile)
    (bkz: van denizi)
    (bkz: vanlı/@ibisile), vani
    (bkz: yelli/@ibisile)
    (bkz: 24 kasım 1976 muradiye çaldıran depremi/@ibisile)
    (bkz: samsun sahra sıhhiye okulu/@ibisile)
    (bkz: selma istanbullu/@ibisile)
    (bkz: şırnak/@ibisile), uludere/@ibisile
    (bkz: likya/@ibisile)
    (bkz: erek dağı/@ibisile)
    (bkz: yaşar kemal/@ibisile)
241 entry daha
hesabın var mı? giriş yap