• dusmek, ustu ustu cokca gelmek.
  • çevirsenize başınızı doğaya doğru biraz. piksellerle dokunmuş kişisel pencerelerimizden biraz uzak kalabilsek, fark edecek o kadar çok "yaşamsal" edim var ki etrafta, şaşırmamak "insan" işi olur ancak.

    ön koşullar, zorunluluklar ve tetikleyicilerden oluşan bir hazırlık aşamasını müteakiben karşımıza çıkar "yağmak". yağmak için en temel ön koşul; dolmuş olmaktır. denizin dibinden söküp getirdikten sonra "bununla kıçın başını sil" diye sattığımız, insanların evlerindeyken kuruyup kalan süngerlerin suyu ilk gördüğü an dolması gibi, yazmaya hasret dolmakalemi hokkaya daldırıp da elastik haznesine daha önceden bastırdığımız parmağımızı çektiğimiz andaki gibi dolmak lazım. oyuncak tahta atların deniz dibindeyken damar damar içine emdiği suyu hissedecek kadar dolmak lazım. ağır ağır çekmek, içimizde biriktirmek lazım yağabilmek için.

    yelkovan ve akrep kovalamacasına uzaktan şahit olurken umursamayışımızı bir kenara koyarak, metronomun ritmine kulaklarımızı tıkamış olmamızdan akrebin dönüşüne aldırmayarak, üzerimize sinen tüm diğer insan terlerinin varlığını umursamayarak, saniyelerle, anılarla, anlarla dolmak gerek. oksijen alıyormuş gibi numara yaparak içimize çektiğimiz nefese insan isimleri yazarak, kırdıklarımızı yumuşaklığımızla yapıştırarak, ettiklerimiz için bularak dolmak gerek.

    ve öyle çok dolmak gerek ki; alabileceğinden fazlasını yüklenmiş o süngerin "dokunsalar patlarım" bakışlarını anlayabilmek, iğneyi gören su dolu balonun aklından geçenleri idrak etmek lazım. peki ya iğne? iğne nerde o zaman?

    iğne benim, veya sensindir bilemiyorum. iğne sanırım hepimiziz, insan lazım o yüzden "iğneyi görebilmek" için. ve bu kadar dolduktan sonra, iğnenin bedeninize haşince, sert bir şekilde, acımaksızın, fütursuz ve kaygısızca saplanışını elleriniz bağlı izlemek durumundasınız. izlemek durumundasınız çünkü izleyip de karşı geldikçe, kaçtıkça, uzak durdukça, korundukça daha çok dolacak, ağırlaşacak, kontrolü yitireceksiniz.

    derdim eskiden "herkesin hayatında -en az- bir kere o duvara çarpması lazım. kimsenin kitapları toplamaya yardım etmemesi, yerden kalkarken kimsenin yardımcı olmaması lazım. ne zaman kendimize gelirsek o zaman kalkabilmeliyiz. burnumuzun dikine dikine giderek, kökündeki beton ve demir kokulu sızlamayı hisedene dek ısrarcı davranarak çarpmalıyız o taş veya beton duvara. herkesin kendi duvarı farklı olsa da, çarpmaların hepsi aynı". evet işte, çarpmak lazım duvara, iğneyi tutup avuçlarımıza batırmak lazım. usul usul akmasına izin verecek şekilde değil, içimizdeki o irin, birikinti, kitle tamamen dışarı atılıncaya dek, kan kusarak, acı çekerek püskürmek lazım.

    nerden çıkmıştım, nereye geldim ben bile şaşıyorum. ve muhtemelen henüz yağmamış olanlar da şaşacak buna, anlayış kıtlığı çekecek. ne yapabilirim ki? dolunca anlarsınız.

    boştum, doldum. kümülüstüm yağıyorum ben şimdi. çekil ordan, sıçramasın.
  • kovadan boşalırcasına bulut yağıyordu..

    indirmek: (yağmur) yağmak. örnek cümle: "hava soğuk, gök kurşuniydi, ha indirdi ha indirecekti." paul auster - leviathan

    (bkz: yağınmak)
hesabın var mı? giriş yap