14 entry daha
  • hayır, bu yazı o aklınıza gelen yeraltı dünyasıyla ilgili değil, konumuz türk mitolojisi...

    başlayalım, ama öncesinde yani yeraltı dünyasına inmeden önce şunu bir hatırlayalım,

    türk mitolojisi dikotomiktir* hatta basite indirgersek şöyle de diyebiliriz, türk mitolojisinde her şey zıttı ile kaimdir. choulardan beri var olan bu sistem, eski türklerin bütün kozmolojisinin temelini oluşturur. aydınlık varsa karanlık da vardır, iyilik varsa kötülük de vardır ya da iyiliğin olması için kötülük de olması gerekir gibi.

    mesela bang* tarafından tercüme edilen bir turfan metni şöyle der:

    “bu kainatta, üstteki gök parlaktır, altta yağız yer karanlıktır.
    güneş tanrısı parlaktır, ay tanrısı karanlıktır.
    ateş parlaktır, su karanlıktır.
    er parlaktır, dişi karanlıktır…”

    şamanist düşünce sisteminde de bu vardır:
    aydınlık/yaruk gökyüzü ve karanlık/karang yeraltı.
    hem yakut hem altay türklerinde benzer şekilde böyledir. gökyüzünün ve yeraltının da ayrıca katları vardır. bütün bu katları ayakta tutan ise hayat ağacı’nın* dalları ve kökleridir.

    bu gökyüzü katlarının her birinin hakim tanrısı olduğu gibi aynı mantık yeraltı katları için de geçerlidir.
    (tabii bu ikisinin arasında insanların yaşadığı yeryüzü de var yani ikili sistem zaman içinde üçlü sisteme dönüşmüş. fuzuli bayat hoca, yukarı-aşağı zıtlığı, gök, yer ve yeraltı şeklinde bir açılım sergilemiş zamanla, der ama şu anda konumuz bu değil)

    (bkz: türk mitolojisinde evren tasarımı/@ay hatun)

    "şaman inanışına göre evren 3 bölümden oluşuyordu:
    gök, aydınlık olandı. tam anlamıyla cennet/uçmağ demekti. iyi ruhlar orada oturuyordu.
    yeryüzü, insanların yaşadığı yerdi.
    yeraltı, karanlık olandı. bu nedenle cehennem/tamu demekti. erlik ve ona bağlı ruhlar yer altında otururdu."

    (bkz: şamanizm/@ay hatun)

    genel bir çerçeve çizdiğimize göre artık yavaş yavaş yeraltına inmeye başlayabiliriz,

    wilhelm radloff’un derlemelerine göre, yeraltı yani karanlık alem 7 ya da 9 kattı. üzerindeyse insanların yaşadığı yeryüzü vardı. bazı tatar kabileleri, yeraltında gökyüzünde olduğu gibi üç katın olduğunu anlatırlarsa da yedi veya dokuz katlı gökyüzü fikri daha yaygın olarak görülürdü.

    yeniseyler, yerin altında dev bir mağara olduğuna, bu mağaranın alt alta uzanan yedi katmandan oluştuğuna ve yeryüzünün de bu mağaranın çatısı olduğuna inanırlardı.
    (bu noktada aklımıza gelen cehennemin yine dokuz katlı betimlendiği ilahi komedya ya da botticelli'nin dante'nin cehenneminden esinlenerek yaptığı la mappa dell'inferno'su. benzemiyor da değil, az benziyor diyelim. gerçi bizim yeraltı dünyasında buzdan göl yok bildiğim kadarıyla)

    şamanistlere göre karanlıklar alemi olan yeraltında genellikle korkunç ve kötü ruhlar yaşardı. altaylılar bunlara kara töz (kötü ruh), kara neme (kötü nesne) ya da genellikle tümengi töz adını verirlerdi.*

    yeraltında yaşadıklarına inanılan ve birtakım korkunç şekillerde düşünülen ayna, ada, aza yör, üzüt, yek ve benzeri gibi ruhlar da vardı.

    yeraltı ruhlarıyla bağlatılı olanlar kara şamanlardı. (bir de ak şamanlar var tabii, dikotomik sistem demiştik ya az önce)

    yeraltı dünyasına da sadece bu şamanlar inebilirdi. ki isteyen herkesin şaman olması da mümkün değildi. şamanlar seçilmiş insanlardı. gerçek üstü varlıkları görme, sık sık baş dönmesi ve bayılmaların meydana gelmesi, ruhsal ve bedensel acılara maruz kalma, sinirli olma, yemeden içmeden kesilme , ruhlarla ve öteki alemlerden varlıklarla konuşma, sürekli düşünceli bir halde olma gibi davranış biçimleri şaman olacak kişide gözlenen belirtilerdi. (halüsinojen ilaç/bitkilerin etkisini göz ardı etmeyelim tabii) şaman olduğuna karar verildikten sonra da oldukça uzun ve sancılı bir inisiyasyon süreci geçirirlerdi.

    şamanların oldukça geniş görev tanımlarının içinde belki de en önemlilerden biri de extase/esriklik halinde çıktıkları yolculuklardı. (şamanlardaki esriklik için ruhun bedenden ayrılarak gezintiye çıkması diyebiliriz bence)

    bu yolculuk sırasında ya göğe çıkılır ya yeraltına inilirdi
    (bu arada yeraltı dünyası tabii ki somut olarak var olan bir yer değildi. bunu bir çeşit kötülerin paralel evreni gibi düşünün ama şamanların yeraltına iniyorum diye bir mağaradan içeri girdiği de olurdu.)

    ve bu yolculukta şamana kartal, ördek, kaz, kurt, geyik, at gibi hayvanlar da eşlik ederdi. daha zayıf olan şamanlar köpek kullanırdı.

    (kızılderili gelenekleriyle de benzerlik var burada, hani filmlerde de görürüz ya kartal uçuyor aşağıdaki şaman vecd halinde onun gözleriyle görüyor gibi)

    yeraltına inmelerinin amacı ise tabii ki insanlara yardımcı olmaktı. eğer bir insanın ya da boyun, bodunun başında sayrılık, ilenç, bela vs varsa bunun nedeni kötü ruhlar olmalıydı ve bu sorunu ortadan kaldırmak için de onların kaynağına gitmek gerekirdi. ama tabii yılın belli zamanları düzenlenen törenlerde de bu yolculuklar yapılabiliyordu.

    "şamanizmin uygulayıcıları olan şamanlar -kısaca- ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında aracılık yapan din adamlarıdır.

    bunlar her türlü hastalığa çare bulmak , hastanın hastalık esnasında ayrılan koruyucu ruhunu geri getirmek, kısırlık ve zor doğumlarda yardım etmek, zayıf doğan çocuğu güçlendirmek, verilen kurbanları gök ve yer tanrısına ulaştırmak, çeşitli dinsel törenleri icra etmek, ruhları ait oldukları yere (ölüler alemine) göndermek, kötü ruhlardan insanları korumak için ayinler düzenlemek, fal bakıp gelecekten haber vermek gibi işleri yaparlardı."

    (bkz: şamanizm/@ay hatun)

    türk altay mitolojisinde bütün kötü ruhların ve yeraltı dünyasının hakimi yakutların arsan dolay dediği, uygur metinlerindeyse erklik olarak geçen erlik'ti.

    erlik yeraltı dünyasının hakimiydi ve çok ama çok kötü bir tanrı/ruhtu. şaman dualarında da korkunç şekillerde betimlenirdi. yeraltında kendi yarattığı kara ışıkta, damı demirden, ocağı balçıktan sarayında yaşardı. kazar ve pazar (ezer ve kezer) adında iki köpeği ve pora ninci, kara ninci adlı iki yardımcısı vardı, abra ve yutpa (ejdere benzeyen iki yılan) da erlik'in sarayını korurdu. ayrıca ölüm tanrısı aldaçı/aldacı da erlik'in elçisiydi.
    (peki, erlik neden bu kadar kötüydü, derseniz, bunun yanıtı da yaratılış mitolosinde gizli. erlik daha o zamanlardan hileye hurdaya baş vurduğu için "kötülük yaptın, senin halkın da hep hileciler, kötüler olsun" denilerek ilençleniyor.)

    altay şamanlarının aktardığına göre, erlik'in 8 ya da 9 kızı ve yine 7 veya başka bir söylenceye göre 9 oğlu vardı. (taş bilekli bay bahadır, karaş, bakır bilekli kerey kan, uçar kan, yabaş kan, kömür kan, şedey kan) erlik'in oğulları yeraltındaki bütün kötü ruhları yönetirler, yeraltına inen şaman'a yol gösterip babalarıyla şaman arasında aracı rolü oynarlar ve saygı görürlerdi.
    (evet, şamanist panteonda da yunan mitolojisindeki gibi tanrıları evi barkı, çoluğu çocuğu olan karakterler olarak görüyoruz. yalnız arada şöyle bir fark var, yunan mitolojisinde olaylar, çekişmeler vs -genellikle- tanrılar arasında gerçekleşirken bizim mitolojide insan-tanrı ilişkisi ön plandadır. ki bizim mitolojide o kadar entrika da göremezsiniz zaten o konuda kimse yunan tanrılarının eline su dökemez hatta şunu da ekleyeyim mesela yunan mitolojisinde tanrılar çapkınlık yapar, sonra karısı kıskanır gider öbür kadını ineğe çevirir vs, bizim mitolojik tanrılar ise son derece muhafazakardır, türk töresine uygun yaşarlar)

    mircea eliade'ye göre yeraltına iniş düşey veya yatay-düşey olmak üzere iki şekilde olabilirdi. ilk usulde kam/şaman yedi basamaklı bir merdivenden yardımcı ruhlarla birlikte inmekte ve her katta karşılaştığı engelleri aşmak zorunda kalır son kata ulaştığındaysa erlik'le karşılaşan kam ona isteğini kabul ettirmek için yalvarırdı.

    (bkz: eski türklerde göğün ve yerin katları/@ay hatun)

    şamanların yanısıra türk destanlarında kahramanlar da sevdikleri birini kurtarmak, ölen birini geri getirmek vs için yeraltına inerdi.

    ölöştöy destanı'nda, ak tayçı destanı’nda, maaday kara'da vs gördüğümüz bu motifte kahraman tıpkı şaman gibi erlik'in yurduna inmek için engeller geçmek zorundaydı.

    bu iniş için öncelikle açılır cabılar/açılır kapanırlardan geçmek gerekirdi. bu bir mağara ağzı ya da baca deliği gibi dar bir geçit/eşik olurdu. daha sonra ise bataklıkları, aşılması zor dağları, ateş ve kan denizleri ya da zehirli denizleri, kıl geçitleri vs geçmek gerekirdi. kahraman bu engelleri ya bilek gücüyle ya zekasıyla, bazen atının yardımıyla bazen de saçı, dua gibi şamanist yöntemlerle geçerdi.

    "yeraltına açılan delikten inerek erlik’e ulaşmaya çalışan ölöştöy, loş otlaktaki beş bekçi gelini, yolda bekleyen beş eri, kara bataklığı, kurtlu denizi, dokuz kara gölü ve yabancılar için erlik’in yurduna geçit vermeyen dokuz zirveli kanay dağını aşarak erlik’in yurduna ulaşır."
    (ibrahim dilek - altay destanları)

    "tam her şey yoluna girmişken bu sefer de kögüdey mergen’in anasıyla babası ölür. onları diriltmek için uğraşır ama başaramaz. ‘en iyisi kendim gidip getireyim, zaten erlik’le de görülecek hesabım vardı’ deyip atına atlayıp yeraltına gider.
    (o kadar basit evet, tek yapması gereken atını tersten eyerlemek. malum öte tarafta her şey ters."

    (bkz: maaday kara/@ay hatun)

    (bkz: eski türklerde ölüm olgusu/@ay hatun)

    "yeraltıyla ilgili yapılan tasvirler içinde en ilginç olanlarından biri, hakas destanı huban arığ’da, kahramanın ölen köpeğinin ruhunu alarak yeryüzüne çıkarmak ve köpeğini yeniden diriltmek için ruhların toplandığı ak üzüt’e yaptığı yolculuktur. huban arığ’ın, ak üzüt’e ulaşması için önce kara üzüt, sonra da sarı üzüt’ü geçmesi gerekir. destanda, yeryüzüyle kara üzüt’ün birleştiği yer arğalıh olarak adlandırılmaktadır.

    arğalıh’ın bulunduğu yerden, gökyüzüne doğru yükselen büyük bir ateş vardır. yeryüzüyle yeraltı arasında âdeta bir perde görevi gören bu ateşin ötesine geçmek mümkün değildir. burayı geçmeye çalışan atların kemiği çatal kayaya, erlerin kemiği ise eğri kayaya dönüşmektedir. bu ateşin ötesinde yerin çamurunu gökyüzüne savuran sert rüzgâr ve kasırgayla birlikte fırtınalı bir deniz de yeraltına inişi ve oradan çıkışı engellemektedir. arğalıh’tan geçerek yeraltına inmeye çalışan kahramanın yolculuğu sırasında yaşayıp gördükleri şöyle anlatılır:

    ak üzüt’e tek yoldan gidilir, fakat dönüş yolu yoktur. her yerde ağlama ve inlemeler duyulur. ak üzüt’e ulaşmadaki ilk engel kara üzüt’tür. burada, yüzerek dokuz günde geçilemeyecek kadar hızlı akan bir nehir vardır. huban arığ, bu nehri şahine dönüşüp uçarak geçer. diğer insanlar ise tahta sandallarla bu nehri geçmeye çalışırlar. nehrin bitiminde dokuz kara kız nöbet beklemektedir. onlar buraya kimin nasıl geldiğini bilirler, yanlışlık varsa yanlışlığı düzeltirler. huban arığ, kasırgaya dönüşerek bu dokuz kara kızın kaçmasını sağlar ve sarı üzüt’e ulaşır. sarı üzüt’ün yolunda şiddetli yağmur ve kasırga vardır. burada ulu dağlar sıralanmakta ve büyük sular akmaktadır. burada da nöbetçilik yapan dokuz sarı oğlanla dokuz sarı kız vardır. huban arığ, bu bekçiler uyuyunca sarı üzüt’ü de geçer. ak üzüt’e ulaşan huban arığ’ı burada dokuz oğlan ve dokuz kız karşılar. onlar, huban arığ’ın buraya hileyle geçip geçmediğini anlamak için çayırlığa kül dökerek bir uçtan diğerine koşmasını isterler. ayağının altından bir kül taneciği bile kalkarsa buraya hileyle geldiği anlaşılacak ve öldürülecektir. huban arığ, başından kopardığı bir tutam saçı kendi yerine geçirir, kendisi ise bir ak çiçeğe dönüşür. böylece dokuz oğlan ve kıza hiçbir şey hissettirmeden çayırlığı koşarak geçer. huban arığ’ın hile yaptığını düşünen dokuz oğlan ve kız, onu ikinci bir sınava tabi tutarlar. bu yüzden onu bir kamışın üstüne oturturlar. kamışta en küçük bir kırılma dahi huban arığ’ın buraya hileyle geldiğinin işareti sayılacaktır. huban arığ, yine başından bir tutam saç koparıp onu kendi şekline dönüştürerek kamışa oturtur. kamışta hiçbir kırılma olmaz ve huban arığ’ın geçmesine izin verilir. böylelikle huban arığ, ölenlerin ruhlarının arasına katılır. ak üzüt’te altın masanın arkasındaki altı zırhlı alp ve bakır masanın arkasındaki bakır zırhlı alplar insanları yargılamaktadırlar. huban arığ, burada yalnızca küçük yaşta ölen çocukların suçsuz, diğer insanların tamamının suçlu olduğunu görür. suçlular çatal uçlu kamçılarla dövülmekte, suçu büyük olanların sırtında kayışlar kesilmekte, hayattayken hırsızlık yapanların elleri kesilmekte, daha büyük suçu olanlar ise içi reçine dolu kazanlarda yakılmaktadır. burada yargı için sırada bekleyenler arasında köpeğini gören huban arığ, onu sırtına alıp ak üzüt, sarı üzüt ve kara üzüt’ü geçerek yeryüzüne çıkar..."
    (huban arığ destanı'yla ilgili bu bölüm, ibrahim dilek - sibirya türk destanlarında kahramanın yeraltı ve gökyüzü dünyalarıyla ilişkileri üzerine bazı tespitler isimli makalesinden alıntılanmıştır)
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap