• sene 99
    17 ağustos depremi;
    16 kişilik ekibim "dağcı arama kurtarma" ile yola çıkıp depremin ertesi sabahı gölcük merkeze varmışız. ana sponsorumuz sonradan kayış atmış olsa da "izmir ticaret odası", kendi malzemelerimiz dışındaki holmatro hidrolik makaslar da hem yetiştirdiğimiz itfaiyeci öğrencilerimiz hem de bizi bizzat tanımasa da referans olan ahmet piriştina sayesinde "izmir itfaiyesi"nden...
    daha evvelden nasıl bir yer olduğunu bilmediğim bu harabe kentte yıkıntıdan yıkıntıya koşuyoruz. en tecrubelimiz bile şaşkın, halkın yönlendirmesi ile göçük tercih edip kazı çalışmalarımıza devam ederken binanın birinde canlı farkedildiği haberi geliyor.

    bir astsubay tayin sebebi ile 3-5 gün önce başka şehre gitmiş, ama eşi ve iki çocuğunu gölcükte bırakmış. hemşire eşi dilek ile konuşmayı başarıyorum, çocuklarının iyi olduğunu birine cpr yaptığını, diğeri ile konuşabildiğini söylüyor. ama aslında olup bitenin bu dedikleri ile alakası yok. 4 saati aşan çalışma ile çocukların çoktan can vermiş olduklarını cesetleri kadının elinden alırken anlıyorum.. serhat ile ferhat, biri 4-5 diğeri de 1 yaşlarında hatırladığım...
    dilek hemşire ise yarım saate kadar sağ salim göçükten çıkacak...

    o sırada 3 iyi giyimli lavuk geliyor, o ortamda kim ki iyi giyimli, işte o kişi lavuktur, tespitimin kesinliği buradan kaynaklanıyor...

    ziraat bankası lojmanlarında bir canlı olduğunu söylüyorlar, yanlarında 15 kadar da resmi polis memuru var, bütün ekibi orada çalışmamız için götürmeye gelmişler. biri ana sponsorumuz olan kurumdan, diğer ikisinin ne dediklerini hatırlamıyorum.
    3 sokak arkadaki o binanın 48 saatir yandığını iyi biliyorum, ezilerek ölmemiş ise-yanarak, yanarak ölmese-boğularak ölmüş olduğuna eminim oradaki herkesin. ama işin içinde sponsorun baskısı var, efendiyi kızdırıp arayı soğutmamak lazım.
    bitkin olmasam bu gelenleri ellerimle öldürecek kadar sinirliyim, ama neyse ki normal taklidi yaparak ekibin yorgun kısmını oraya alma kararını verebiliyorum.

    sonradan polislerin konuşmalarından anlıyoruz ki; (neresinin olduğunu bilmediğim) vali bey'in yeğeninin cesedi için mezar kazıcılığına zorlanıyoruz o lojmanlarda. göçüğün etrafı çevrilmiş, sanırım zemin kat banka imiş, bankanın kasası için önlem almışlar.
    bizim ekiple alakası olmayan bir eksklavatör çalışıyor göçükte.
    bizim 16 kişinin ben dahil 7'si polis emniyeti altında(?) oradayız. çalışır gibi yapmaya başlamışız bile..
    gönülsüz bir şekilde etrafa bakınıp kulaklarımız telsizde 3 sokak arkadaki ekipten dilek hemşirenin selamet haberini bekliyoruz.
    bu sırada bir çığlık kopuyor, kepçe duruyor, canlı var diye bağırmaya başlıyor 3-4 kişi...
    kepçenin tırnağı neredeyse kadının karnını patlatacakken durmuş, vücudu bir pikeye sarılı,bir bacağı mermer uzun bir sehpanın iç tarafı sayılacak alt gözüne girmiş, kafası da aynı sehpa takımına ait küçük bir tanesinin içinde, görüntü çok enteresan. 60lı yaşlarının başında küt saçlı esmer bir kadın bu.
    1 saate yaklaşan bir çalışma ile neredeyse çıkarılabilir hale geliyor. yunan doktor boynuna şişme boyunluğu takarken ben de sehpanın korumadığı yaralı bacağına uzun bacak ateli takıyorum.
    o sırada omuzumda bir el!...
    ve elin sahibi "kolay gelsin" diyor.
    bu ortamda, uğraştığım işi yapan birine kolay gelsin diyene ağızımdan çıkan cevap çok net: "siktir git başımdan".
    normalde çok küfür eden biri değilim ama dudaklarımdan dökülüveriyor işte bu kelimeler. hemen ardından ara vermeden "biri alsın şunu başımdan" diye bağırıyorum.
    tam karşımda çalışıp arkamdan omuzuma dokunanın kim olduğunu gören takım arkadaşımın suratı değişiyor.
    evet o kişi rahmetli piriştina, 1 ay kadar sonra izmir'de radius projesi ile ilgili bir toplantıda yanıma gelip gülümseyerek: "iyi saydırdın bana o gün" diyor...
    yokluğunda çok şeyin eksik olduğu, bilgi ve tecrübeye saygı duyan, nadir rastlanır, komplekssiz baba adamlardandı, mekanı cennet olsun...
  • izmirli değilim, ama 9 senem burada geçti. 9 koca senenin son 5 senesini hayretle izledim ben. böylesine durgun bir ekonomiye sahip izmir'in, şantiye gibi olmasına, sürekli yapılanmasına, yenilenmesine ve belki de izmir'in yaşanası bir şehir olarak kalabilmesi için gerekli olan "etiket" de dahil olmak üzere bir çok ayrıntı için gece gündüz çalışıldığına şahit oldum. sanmıyorum ki hiçbir belediye bunca çok yatırımı, kesintisiz, senkronize ve "aman şuradan üç kuruş da ben kapayım" düşüncesini yaygın olarak barındırarak gerçekleştirebilmiş olsun. sanmıyorum ki bir belediye başkanı çıkıp kişisel gelişimini, kişisel yaşam şartlarını ikinci plana atabilmeyi becersin. sanmıyorum ki koca bir ekip bu denli güzel organize edilsin.

    zamanında kipa'nın kurulmasından tutun tansaş'ın türkiye çapında bir mağazalar zinciri haline gelmesine kadar bir çok ticari girişimden mi bahsetsem, kimsesizlerin, fakirlerin sevindirilmesinden ve hakettiklerine kavuşmasından mı bahsetsem, eli uçkurundan dışarı çıkmayan yöneticilerce peşkeş çekilen sokaklar, caddeler, bir körfez! ve yaşama alanlarının insana yakışır hale getirilmesinden mi bahsetsem, yoksa sokağa çıktığında etrafında korumalardan bir duvar ördürerek kendini olimpos'taymış gibi görünen siyasilere inat yönettiği şehrin herbir insanı ile birebir iletişimde olan kişiliğinden mi bahsetsem bilemiyorum. hangi birinden başlayacağımı, hangi vakte sığdıracağımı da bilemiyorum.

    ben bugün, sabah saatlerinde 2 dakikadan fazla otobüs beklemeden 300.000 lira verip 7 dakikada 8 kilometre uzaktaki okuluma gidebiliyorsam, evimin yakınlarında çöp kokusu yoksa, mahallemin çocukları oynayacak parklar, yaşam alanları bulabiliyorlarsa, metro'sundan vapuruna kadar her türlü ulaşım bunca güzel bir entegrasyonla çalışıyorsa bunun sorumluluğu ve gururu ona aittir.

    ben bugün, kalkıp konak meydanına gittiğimde, bir avrupa şehrinden farklı bir şey bulamıyorsam, belediyecilik hizmetlerini gözden geçirdiğimde olağan bir kaç eksiklik ve insana dayalı aksaklıklardan başka bir olumsuz yön bulamıyorsam, bunun sorumluluğu ve gururu yine ona aittir.

    ben bugün koskoca bir körfezin o iğrenç kokusundan kurtulduğu yetmezmiş gibi şehir merkezi sayılabilecek yerlerde denize girilebildiğini görüyorsam, şehirle ilgili herhangi bir etkinlik var mı diye sormaya bile gerek duymadan her an her yerde mutlaka sosyal bir etkinliğin varlığından eminsem, akdeniz'in incisi olabilecek bir şehrin adım adım güzelleşmesine şahit oluyorsam bunların da sorumluluğu ve gururu ona aittir.

    bunca hizmetinden, görevine ve kendisine bu görevi emanet eden insanlara olan böylesine bir bağlılığından sonra sanırım bizim sorumluluğumuz; her şeyin kaldığı yerden devam etmesini sağlamak, sorgulamak, yetinmemek ve başlattıklarının -eğer sona ermesi gerekiyorsa-sonuna kadar kontrolcüsü olmaktır. bizim gururumuz ise, aramızdan böylesine dürüst ve "insan" bir insanın yetişmesi olarak kalır.

    bir süre önce "damla" demiştim, "ifade edilebilir en büyük hacim. içine bütün bir hayatı alabilir. düştüğünde geriye bir şey kalmadığına göre, alabilir tüm hayatı evet" demiştim. şimdi başka hiçbir yere sığdıramayacağımız bir insanı, şuracıktan süzülen damlalarla yolcu ediyoruz. ruhun şad olsun. yarım bıraktıklarının "tam" olmasını sağlamak da boynumuzun borcu olsun, huzur içinde yat ahmet abi.
  • ülkenin amına koyanlar 100 yaşlarına kadar semire semire yaşayıp giderken şu memleketi emanet edebileceğiniz 3-5 adamdan biri olan insan gepegenç ölüyor.. adaletini sikiyim.. her neysen..
  • kendisini tanimayanlar icin su sekilde bir benzetme yararli olabilir:
    izmir hogwarts ise pirisitina dumbledoredu.
  • son 5 gündür izmir'deki herkesin, her yerin üstüne buram buram sinen adam. neredeyse bütün dükkanların vitrinlerinde onun resimleri var şimdi, bütün otobüslerin camlarında, bütün izmirlilerin göğüslerinin üstünde o gülen yüzü asılı. bütün yüreklerin üstünde o.

    kimse zorla yapmıyor bütün bunları diyorum. kimsenin kafasına silah dayamıyorlar, vitrine o fotoğrafı as diye. kimseyi zorla meydanlara toplamıyorlar, ama binlerce insan taşıyor konak meydanından, bir kez olsun el sallayabilmek için, bir kez olsun hoşçakal diyebilmek için, bir kez olsun "helal olsun sana hakkımız" diye bağırabilmek için. insanın gözleri doluyor, ve sonra hıçkıra hıçkıra ağlıyor, sadece başkan ölmüş diye değil. ağlıyorum, çünkü ancak böyle sevebilir bir kent bir adamı. şehrin her yerinden ahmet piriştina fışkırıyor, otobüslerde insanlar hüzünle birbirlerine bakıyorlar, birisi gazetesine tekrar bakıyor, başkanın o gülümsemesine, yazık diyor. sonra herkes katılıveriyor bu mateme. körfezde vapurlar durmadan düdüklerini çalıyorlar, yoldan cenazesi geçerken binlerce insan balkonlardan çiçekler atıyor arabaya, teyzeler ağlıyorlar, elleri göğe uzanmış. milyonlarca insan bir yürek olmuş dua ediyor bir adam için.

    şimdi cennettesindir, zaten biliyorsundur da, bir daha söyleyeyim, biz çok sevdik seni başkan. çok sevdik, bu sevgi ağlatıyor bizi şimdi. çok sıcak bir günde gittin, ama öylesine seviyor ki seni izmir, dün cenazenden beri usul usul yağmur yağıyor burada. bizim ardımızdan bir de gökkubbe uğurluyor seni, işte anla bu şehir seni nasıl sevdi. anla, biz seni nasıl sevdik.
  • naaptın başkan ya...

    daha bostanlı balıkçı barınağında denize karşı rakı içecektik, yassıcaada'da diktiğin ağaçlar büyümedi, onların gölgesinde tavla oynayacaktık. nereye gidiyorsun, daha üniversiade'yi izlemedik seninle beraber, pırıl pırıl fuar'da gezemedik. pırıl pırıl, ışıl ışıl yaptığın kordonda dolaşacaktık, tadını çıkaracaktık yıllarca.

    naaptın başkan ya...

    içim yanıyor...
  • başkanım...

    bak başkanım üç seneden fazla oldu... hani gözlerin gibi mavi yaptığın körfezin var ya... eski rengine döndü bile. hani o güzel şehri bizim için kuran ekibin var ya... üç otuzun iktidar hırsına hallaç pamuğu gibi atıldı. hani o izmir'in var ya... inci beyazı rengi kararmaya başladı bile.

    başkanım...

    nasıl özlettin kendini be başkanım. izmir hala ağlıyor. izmir sensiz olmuyor be başkanım. izmir hala seni arıyor.

    başkanım...

    olmadı be...
  • izmirliyi hiç bir şeyi görmemekle suçlayanların kendilerini yaman çelişkilere vurup, "sadece saksı, çiçek yaptı" diyerek bok attıkları başkan..

    tabi bu kişiler, izmir'deki vapur-metro-otobüs entegrasyonunun bir çok şehir tarafından model olarak alındığını, 3 büyük şehir içinde en ucuz ulaşımın izmirde olduğunu, türkiye'de bedava yolcu taşıyan tek belediyenin izmirinki olduğunu, eshot ve izulaş'ın bundan önceki dönemlerde ağzına yüzüne sıçıldığı için maliyetlerinin çok yüksek olduğunu, yavaş yavaş düşürülen maliyetlerle beraber bilet fiyatlarının da düşeceğini, çevre düzenlemesinde yenilen haltları, kordon, meles, bostanlı, bayraklı, inciraltı gibi yerlerin şehir için tatil beldeleri haline getirilmelerini, kaynak eksikliğinin had safhada olduğu hatta hükümetin 1 lirayı bile zorla verdiği bir belediyenin her alana elini uzatmasını, büyükşehir belediyesinin sorumluluğu olmamasına rağmen yüzlerce okula ve üniversitelere trilyonlarca yardım yapmasını, eğitim gönülleriyle yapılan işbirliğini, tüm işçi ve kamu sendikalarının piriştina ismi üzerinde uzlaşmış olmasını, izmire kazandırılan üniversiad'ı, 5 senedir bir tane bile yolsuzluk olayının olmamasını ve bunun gibi yüzlerce icraatı da görmüyorlar.. neymiş saksı, çiçekmiş.. hay allah cezanı versin priştina ya.. sen bize layık değilsin ya.. biz öküz geldik öküz ölecez.. elleme bizi..
  • ayrıca göztepe ve karşıyaka taraftarlarının üzerinde uzlaştığı dünya üzerindeki tek varlıktır.. göztepe semalarında "inadına göztepe, inadına priştina" , karşıyaka semalarında ise "büyük başkan priştina" pankartlarını görmek.. ibret almak.. titreyip kendine gelmek mümkündür..
  • piristina'yi anmak...
    ne yazik ki olumunden hemen sonra tahmin edildigi gibi izmir halki (turk toplumu) olarak bu isi yanlis yaptik. hakkettigi sekilde defnettik topraga. yaptigi isleri andik. ne kadar deger verdigimizi her soyleside dile getirdik. sonra yerine secilecek kisi soz konusu oldugunda koltuga talib olanlar kavga etti. daha baskanin koltugu sicakken ekibi tasviye edildi. yaptigi isler bir bir takip edilmemeye, projeleri ertelenmeye, iptale baslandi. ulus olarak gosterisi severiz ya, piristina ormani kuralim dedik sanki cesme belediye baskani vefat etmis gibi cesmeye. dikile dikile 360 bin agac dikilebildi topu topu. saga sola ahmet piristina bulvari, meydani, cesmesi yapildi. adini anarak islerin yuuyecegini sandik. ustune titredigi universiade gitti geldi. oyunlarin kalbi halkapinar spor salonunu yapamayiz dedik. devreye zorla ahmet piristina'nin cenazesine bile gelmeyen, yerel secimler sirasinda acik acik akp'ye degil piristina'ya (chp'ye degil) oy verilirse size butceden pay ayirmam diye tehdit eden imam tayyip girdi. devlet destegi diye projeyi akp'lilere verdiler. organizasyonun basina da cidde universitesinde profesor olan piristina'ya yerel secimlerde soz de rakip olsun diye cikardiklari taha aksoy'u getirdiler -ki ilerde burunlarini sokamadiklari en buyuk kaleyi fethetsinler. ama biz mesgulduk ahmet piristina bustu yapmakla. goremedik olanlari. gorsek te ne zaman toplum olarak sokaga dokulup sesimizi cikarmisiz ki simdi konusalim. gel zaman git zaman kordonda cimler sarardi bakimsizliktan, copler kokmaya basladi. hep piristina olsa boyle mi olurdu dedik ama 3 milyon insanin toplum olarak bir yaptirim gucu oldugunu dusunmedik bile. kasimpasaya peskes ceken kasimpasaliya yaranmak isteyen devlet bankasi bu sefer sehrin gobeginde arazisini geri istedi. ayni banka taksimde arazisini otopark yapip, gelirini kasimpasa spor klubune bagisliyordu. ayni zamanlarda piristina'nin arkasindan kaosa giden izmir chp orgutu sarsildi. parti kendi arasinda tekmelerle tokatlarla kavga ederken izmirin alti oyuldu. olan oldu. yuzmeyi bekledigimiz korfezimiz yine kokmaya basladi. biz ise turk toplumu olarak yapmamiz gerekeni yaptik. nasil ata'nin arkasindan bir arpa boyu yol alamadiysak, islam devletine dogru hizla ilerlemeye basladi isek, buyuk baskanin olumunden sonra da ayni sekilde karmasa, pis koku geri geldi. her stada, bulvara, baraja, kultur merkezine "ataturk" adini koymaktan baska mustafa kemal ataturk ve onun turkiyesi adina baska bir ise yaramayan zihniyet, 1 sene de izmir'in gordugu en buyuk liderinde mirasini yedi bitirdi. ziyade olsun hepimize.
hesabın var mı? giriş yap