• avukatmış. deniz gezmiş'in suçunun sabit olduğunu iddia ediyor. deniz gezmiş'in banka soymaktan ve adam kaçırmaktan yargılandığını sanıyor sanırım. öncelikle o sanrısını düzeltmesi lazım. deniz gezmiş ve arkadaşları o dönem yürürlükte olan türk ceza kanunu'nun 146. maddesini ihlal ettikleri iddiası ile yargılanıp mahkum olmuşlardır. bu madde de "türkiye cumhuriyeti teşkilat-ı esasiye (anayasa) kanunu'nun tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil ve ilgaya cebren teşebbüs edenlerin idam cezasına mahkum edileceklerini belirtmektedir. bu noktada deniz gezmiş'in avukatı halit çelenk'in de belirttiği üzere, bu suçun işlenebilmesi için suçu gerçekleştirecek elverişli vasıtalara sahip olmak gerekmektedir. bu koşul da hiçbir şekilde varid değildir. deniz gezmiş'in suçu sabitmiş. bunu diyen muhterem bir avukat. yazısının satırlarından deniz gezmiş nefreti fışkırıyor adamın. bir de utanmadan hüseyin üzmez ile kıyaslıyor.

    ahmet necdet sezer için de kendi çapında yüce divan çığırtkanlığı yapmıştı. işte ahmet necdet sezer teröristleri affediyormuş, bu teröristler dağda mehmetçiğe kurşun sıkıyormuş dolayısıyla ahmet necdet sezer'in vatana ihanetten yargılanması gerekirmiş. kendi camiası bile ciddiye almamıştı ama o kendi çapında hiçbir etik kaygı gütmeden nefretle yazmıştı da yazmıştı. ahmet necdet sezer'i yüce divana göndermek için tbmm'de gerekli oy sayısı üzerinden oy hesapları bile yapmıştı. "akp'nin milletvekili sayısı bu kadar, mhp bu kadar, muhsin yazıcıoğlu da var" gibi hesaplamalar. hükümlülerin cumhurbaşkanı tarafından affı sürecinin adalet bakanlığı tarafından açıklanmasına karşın yapmıştı bunları hem de. hadi bilmeyen, dinci medyanın manipulasyonuna gelen ortalama tipler "ahmet necdet sezer teröristleri affetti" diye inanabiliyorlar da bir hukukçunun hem de iktidara yakın bir hukukçunun gerçekler ortadayken hiç tınmadan böyle yazılar yazabilmesi de hem şaşırtıcı olmuştur hem de haklarındaki kanaatleri pekiştirmiştir.

    deniz gezmiş'in yargılanma süreci için merak edenler şuraya bakabilir: http://64.233.183.104/…yir&hl=tr&ct=clnk&cd=3&gl=tr
  • kendisi ilker başbuğ'un ağlama duvarı'nı ziyareti için yazdığı yazısında:

    « ...
    başbuğ’un başına taktığı şapkaya itiraz etmiyorum.. ama lütfen, musevinin yaptığı gibi, eli duvara koymak da ne oluyor? dahası, o fötrlü musevi ile verilen görüntü? bürokratımız çıkıp söylesin, türkiye’deki binlerce camiden hangisinde, cami cemaatinden sakallı birisi ile benzer fotoğrafı var? tarihi camilerden hangisini ziyaret edip, cemaatten birisi ile benzer bir fotoğraf çektirmiş?
    ...
    bu konudaki son cümlemizi söyleyip, noktayı koyalım: "mescid-i aksa’ya gidip etrafa bakmakla, ağlama duvarı’na gidip el sürmek aynı şeyler değil beyim. birisinde etrafa bakıyorsun, diğerinde oradakilerin yaptığını yapıyorsun."
    ...»

    demiş.

    bugün hürriyet gazetesi'nden ertuğrul özkök'ün yayınladığı fotoğraf sayesinde öğrendik ki, ilker başbuğ mescid-i aksa'nın etrafına bakmamış bizzat içine girip dua etmiştir. şimdi bakalım bu satırları yazanlar bir özür yazısı yayınlayacaklar mı?

    ilker başbuğ'un mescid-i aksa'daki fotoğrafı:
    görsel
  • dün "ali karahasanoğlu acaba özür yazısı yayınlayacak mı?" diye sormuştum. (bkz: ali karahasanoğlu/#13500791) bugün gördüm ki özür yazısı yazmak bir yana, ertuğrul özkök'ün yayınladığı fotoğraf beyefendiye yetmemiş verip veriştirmeye devam etmiş. fotoğraftan ilker başbuğ'un ruh halini analiz etmiş ve "ellerini çekingen bir şekilde açmış" olduğuna kanaat getirmiş.

    bir önceki yazısına nokta koyduğu cümlesinin ("mescid-i aksa’ya gidip etrafa bakmakla, ağlama duvarı’na gidip el sürmek aynı şeyler değil beyim. birisinde etrafa bakıyorsun, diğerinde oradakilerin yaptığını yapıyorsun.") yanlış olduğu ortaya çıkmasına rağmen bunun hakkında en ufak bir şey bile söylememiş.

    yazısında "dolayısı ile ağlama duvarı’nın karşısında bir örnek verilecek ise, o örnek; çekingen bir tavırla el açmak değil, namaz kılmaktır. bunu da ilk günden beri hatırlatıyoruz." demiş. tipik dinci mantığı işte. hep bir adım daha, hep bir adım daha...

    sonra bizden neden korkuyorlar, alt tarafı iki üç şey istiyoruz diyorlar. işte korkutucu olan bu tavır, doyumsuzluk.
  • işbu entry göte girme olasılığı sebebiyle editlenmiştir. sinir harbiyle de olsa göte girmesin diye özenerek yazdığım entry'imde bile göte girecek unsurlara dikkat çektikleri için avasasa ve endless dreame teşekkürü borç bilirim. ...

    http://www.habervaktim.com/…_ordan_sarlatanlar.html ile bugün ki yazısında rahmetli türkan saylan'a bulaşmış neidü belirsiz (*****).

    son zamanlarda dinci zümrenin haberlerine göz atmaya başladım. bu zat-ı supra!'nın ki gibi diğer bir çoğunun da mizacı aynı dikotomiye dayalı. "ah bizim ne suçumuz var :ki" -masum- ve "ama bu önyargı, biz sadece dinimizi seviyoruz" -demokratik-.

    en içler acısı ise, göz göre göre demagojinin allahını yapıyor olmaları...

    örneğin bu haberde, o kızın ne suçu günahı var ki? neyin içine sızmaya çalışıyoruz ki biz?* naralarıyla masumiyetini ön plana çıkarmaya çalışırken, sözüm ona suistimal edilip - dışlanmış kızcağız üzerinden de alttan alta vuruyor okuyucuya...

    türkan saylan, bir iyilik meleğiydi evet. bunu sorgulamak senin haddin değil. ama senin gibi yaşam (*****) kökünü kurutacak bir sürü iyilik meleği var bu ülkede.

    sen ki, gazetecisin, daha iyilik ile kötülüğün göreceli olduğunu kavrayamamışsın. senin gibilerin* varlığı silindiği vakit, yapılan eyleme "cennetlik" diyebilecek koca bir kitle var bu ülkede; ha ama senin zümrene göre yapılan "cehennemlik" olur, orası ayrı da, çokta sikimizdeydi allaaaa sen...

    çok şey yazmak istiyorum da, göte girer korkusu var. şöyle bitireyim yazımı;

    * bana elitist falan deyin pek önemli değil, ama ben ismi geçeni* insan olarak nitelersem, kendi insanlığımı sorgulamam gerekiyor. bunun ideolojiyle de pek alakası da yok. mizaç, tutum, davranış ve algı ile çok alakası var. kendime insan diyebilmek için bu ve bunun gibilerini o tanımın dışında bırakmak, hiç olmazsa kendime saygı...
  • bugünki yazısında cadı avı na çıkmış. ali isminden yola çıkmış bir de. önce yazıya bakınız;

    http://www.habervaktim.com/…banin_adi_ali_onun.html

    ali isminde akraba bulamadıklarına da "doğum yeri ali ile özdeşleşmiş ilimiz " demeyi uygun görmüş aklınca tunceli 'yi anlatarak.

    burda ali karahasaoğlu abi 'ye seslenmek istiyorum;

    ali abi, adın da ali, bak ne güzel. keşke adını aldığın kadar adaletli olabilsen. yüksek yargının herhangi bir noktasındaki 5 insanı bu kadar kolay suçlamasaydın. ben de şimdi otursam devlet kurumlarının başındaki badem bıyık lı, şalvar pantolon lu, kolonya kokulu , kolormatik gözlük lü, kadın eli sıkmayan, kendinden yaşça küçük olsa bile daha şalvar pantolonlu tiplere abi diye hitap eden, başbakan 'a peygamber, cumhurbaşkanı na mesih muamelesi yapan, en az 2 defa hacı olmuş, islami jargon a hakim yöneticileri ortaya çıkarsam, dökümünü sayısal olarak ortaya koysam sen o zaman sesini çıkarabilecek misin? dersen ki evet çıkararırım hemen çalışmaya başlayayım çok uğraştırmaz beni. ama yok dersen ki çıkaramam o zaman insanları mezhebe göre sınıfkandırmayı bırak. sana bunları söyleyince aklıma şu atasözü geldi; adama sormuşar karşındakini nasıl bilirsin diye; o da kendim gibi demiş.
  • kendisine permatik hediye etmek istediğim insan....
  • ben kafamda ona hukukçu çıkıkçı ali diyorum.

    üslubü entersandır. bilmediğini bilmeyen olduğu her halinden bellidir.

    dikkatli analiz edildiğinde görüleceği üzere kendini tüm adalet teşkilatının üstünde görür. bunun nedeni allah ı kendine dayanak kabul ediyor olmasıdır. öyle roma hukukuymus, anayasa hukukuymuş, idareymiş sallamaz aslında, bilir ama sallamaz . mensubu bulunduğu kitleyi mütedeyyin insanlar diye tanımlar. bunu yaparken buğulu duygulu bir tavır takınır. dünyanın geri kalanı karanlık adamlardan ibarettir onun için.

    bir kaç senedir yerel mahkemeler ile bir sorunu kalmamıştır. özellikle hakim ve savcılığa kabul konusunda yetki adalet bakanlığına verildiğinden bu yana yerel mahkemeler konusunda rahatlamıştır. artık yerel mahkemeler mütedeyyin hakimlerden ibaret olacağı garanti altına alındığından kendisinin bu konuda bir sorunu kalmamıştır.

    son zamanlarda ise yüksek yargıyı hedef almaktadır kendine. orası da mütedeyyin insanların yuvası olsun ister. bu amaçla yazılar yazar. bu demokrasinin gereğidir onun için. danıştayda alevi yargıç çok diye kızar, tsk da aleviler çok diye kızar hepsi sünni olsun demez ama nerdeyse der gibidir. başörtüsünün yasak olduğunu iddia eder. kamusal alan ayrımını yok sayar.

    ali garip bir adamdır. akp yandaşlarının varolmadığını ileri sürdüğü tüm gizli ajandaların var olduğunun canlı kanıtı gibidir. kadrolaşmayı destekler. yalnızca kendine demokrattır. sabit görüşlüdür, nefret doludur, subjektiftir, sanki gözünün önünde bir perde vardır ve bu yönleriyle beni korkutmaktadır. şimdi tib başkanını arar( büyük ihtimalle aynı cemaattendirler hepisi , tib başkanı, adalet bakanı, c. başkanı, başbakan hep beraber haydi ihl liler eller haavaya oogghh) kimmiş bu adam diye sorar öğrenir bulur beni, ocağıma incir ağacı diker 3 e kadar saymaya vaktim olmaz diye korkar dururum ben .

    kızma ali abi nolur ya, ben de bi parça mütedeyyin olabilirim belki be abi , hadi be güzel abim , kıyma bana şaka be abi be.
  • kendisi bir eşkiyanın oğlu, aynı zamanda da cinsel tacizden hüküm giymiş hüseyin üzmez ile aynı gazete çatısı altında çalıştığını çabuk unutmuştur.

    edit: bu üzmez aynı zamanda fadime şahin ve müslüm gündüz'ün basıldığı evin de sahibidir.
  • ya bilmeden yazıyor ya da yalan yazıyor. başka ihtimal yok. bilmeden yazıyorsa "bu adamlar böyle zaten. cahiller" der geçeriz. gerçekleri bilerek yalan yanlış yazıp ajitasyon yapıyorsa bu da ahlaken doğru değil ama yine "bu adamlar böyle" deriz. bakın bir insana "yalancı" demek hakarettir. cahil demek bile daha önceden sözlük kriterlerine göre sakıncalı bulunurken bu konuda esneme oldu diye biliyorum. şimdi ben bu muhtereme "yalancı" demiyorum. lakin aşağıda verdiğim örneğe bakarsanız, iki ihtimalden ötesi yok. ya yalan yazıyor, ya da yazdığı konuda cahil. buyrun.

    ali bey buyuruyor:

    "mayıs ayında, türk gemilerinin de içinde bulunduğu bir konvoy, akdeniz sularında iken, israil deniz kuvvetleri komutanlığı’na bağlı askerler tarafından silahlı saldırıya uğramadı mı?
    uğradı.
    yer akdeniz.yani nato anlaşmasının 6. maddesinde belirtilen bir bölge.
    saldırı; üye devletlerden birisinin gemisine. yani 6. maddedeki bir unsura..
    saldırı, silahlı bir saldırı..
    ve sözleşme dışı bir devletin resmi askerleri tarafından yapılan bir saldırı..
    dört dörtlük nato’yu ilgilendiren bir saldırı ile karşı karşıyayız."
    http://habervaktim.com/…ldirida_nato_neredeydi.html

    ve gerçek:

    "israil’in elit komando birlikleri ve helikopterler dahil askeri gücüyle saldırarak 9 sivilin ölümü ve onlarcasının yaralanmasına sebep olduğu mavi marmara gemisi, yakın zamanda türk bandırasından komor adaları bandırasına geçmişti.

    ihh gazze’ye gitmek üzere kiralık gemi bulamayınca gemi satın alma yoluna gitmiş, mart ayında istanbul büyükşehir belediyesi’ne bağlı istanbul deniz otobüsleri a.ş.’den (ido) 1 milyon 800 bin tl’ye satın aldığı mavi marmara gemisini, satın alma işleminin hemen ardından komor adaları bandırasına geçirmişti.

    değişiklik olmasaydı?
    peki ne anlama geliyor bu değişiklik? eğer gemi türk bandırası olarak kalsaydı, uluslararası sularda gemiye yapılan bir saldırı, uluslararası hukuk uyarınca türkiye topraklarına yapılmış sayılacaktı.

    bu durum, sadece duygusal bir öneme sahip değil. türkiye, bir nato üyesi. nato’nun ünlü 5. madde’si gereği askeri bloğa üye olan devletlerden birisinin topraklarına başka bir ülke tarafından yapılan saldırıda, blok üyeleri yapılan saldırıya topluca yanıt veriyor.

    bandıranın değiştirilmesiyle türkiye, bir saldırı durumunda uluslararası hukuğun sunacağı yolları, hatta nato müdahalesi ihtimalini dahi sınırlamış görünüyor."
    http://haber.sol.org.tr/…neden-degisti-haberi-29155

    ulaştırma bakanının yabancı bandıraya ilişkin açıklamaları var. yok gemi scilden terkin edilmediği için ayrıca türk sicilinde kayıtlıymış gak guk.
hesabın var mı? giriş yap