• "en doğru masal, anlamadan korktuğumuzdur" (sağ üst köşede, 8 punto, italik)

    romanların ilk sayfalarında ya da filmlerin başında, böyle tırnak içinde olsun, değişik yazı tiplerinde veyahut direkt italik olsun, bitirme tezinde çok akıllıca ve ince bir detay olarak düşünülüp kullanılmış olsun, olsun yani. her şekilde kullanılması beni çok memnun ediyor. yeryüzünde alıntı yapan herkesin beni memnun etmek gibi bi amacı olduğuna inanmak istiyorum ama ya öyle değilse. ya beni tanımıyolarsa bile. sonuçta "insan endişeden yaratılmıştır."

    netice olarak "nasıl ki bir yaprak tüm ağacın sessiz bilgisi olmadan sararmazsa, bir suç da topunuzun gizli isteği olmadan işlenmez" ki bence kitaplara alıntıyla başlamamak suç sayılmalı. yeryüzündeki alıntısız kitap ve filmlerin sebebi de, senin kadir kıymet bilmezliğin insanlık. eller.

    "eller kadir kıymet bilmiyor anne"
  • kitaptan yapılan alıntılarda, alıntının sayfa numarası, yayınevi ve o yayınevindne çıkmış baskı sayısı(4. baskı 6. baskı gibi) belirtilirse hem daha sağlıklı bir iş yapılmış olur, hem kitabı elinde bulunduran herkesin katılabilecğei bir kontrol mekanizması sağlanmış olur.

    bunu neden diyorum?

    çünkü turgut uyar' ın en sevilen şiiri turgut uyar' a, can yücel' in en sevilen şiiri can yücel' e ait değil örneğin. cemal süreya ve oğuz atay adıyla paylaşılan inanılmayacak derecede kötü, vıcık vıcık, basit cümleler gerçekten bu adamların sanılıyor örneğin. kafkaokur isimli popüler kültürün edebiyat dergisi de bu saçmalığa ortak olabiliyor örneğin. ve bu pislik hızla da yayılıyor.

    gelecekte kitaplar bu yüzden daha değerli bir hale gelecek bence. çünkü tek sahih kaynak onlar. bu pislik o kadar hızlı yayılıyor ki ben eğer cemal süreya' yı kitaplardan değil de facebooktan tanımış olsam kendisini asla sevmezdim.

    sözlüğün önemi şurada ortaya çıkıyor. saçma sapan bir cümle cemal süreya diye paylaşılıyor, sözlüğe giriyorum başlığa bakıyorum, eğer 2010 yılından sonra yazılmışsa ama daha önce hiç yazılmamışsa o cümle, tamam diyorum, cemal süreya' nın değil bu. neyse ki don tshort nickli yazar arkadaşımız cemal süreya konusunda çok hassas da ona ait olmayan dizeleri bir başlık altında toplamış.

    bu örneklerde olduğu gibi gelecekte sözlük ve sözlük gibi arşive sahip mecralarda kaynağı yer alan bilgiler çok daha değerli bir hale gelecektir bana göre.
  • alıntı yapmadan aktaramadığım uzun bir zaman dilimi üzerine düşündüğümde kendimle ilgili keşfettiğim şey yaptığım alıntıların kusma eylemine eşdeğer niteliği oldu. bunu az önce keşfettim. üç dört sene boyunca oraya buraya bir sürü alıntı kondurmuşumdur ve az önce üç dört sene boyunca yaptığım şeyin mantığını kavramaya yaklaştım. çok yeni bir keşif olduğu için etraflıca bakamıyorum henüz ne elde ettiğime, hatta buraya aktardığım için muhtemelen daha uzun boylu düşünme fırsatımı yine tepmiş olacağım boşalmamı geciktiremeyerek..ama yine de alıntı yapmak ve yazmak arasındaki fark arasında bir ışık görebilmiş olmaktan mutluyum.

    yazmak aktif bir şey, okunsun diye birşeyler yazarız, içimizden geçeni doğrudan ya da kurgu düzenekleriyle yazıya döktüğümüzde içimizdekini de ortaya koymuş oluyoruz. bunu hangi yoldan yaptığımız, ne kadar ustalıkla anlatabildiğimiz içimizdekini ne denli algılayabildiğimizle ya da onu dışarıya çıkartmakta becerikli olup olamadığımızla ilgili şeyler ve yazının baştan çıkarıcılığı da kurgusal yeteneklere bağlı tamamen. şu an için sadece yazının vermek, boşalmak, penetre etmek gibi aktif kelimelerle olan bağını hatırlatıp geri kalan kısmını atlıyorum.

    alıntı yapmanın almak fiiliyle ve onun getirdiği pasiflik çağrışımlarıyla ilişkisini düşündüm. birinden bir şey almak, aldığını doğrudan aktarmak, alınanın bir dönüşüme uğramadan verilmesi.. okumayı yemek yemekle ilişkilendiriyorum ve sürekli alıntılayan okuru sindirim sistemi ve boşaltım sistemi hasar görmüş bir hastaya benzetiyorum; ağızdan (okur için gözden) giriyor, içeriye hiç uğramadan hoop diye dışarı çıkıyor. içselleşemiyor çünkü iç dünyanın dönüştürücü organları hasar görmüş durumda.

    bir arkadaşım söylemişti "alıntılamak yerine kendin yaz" diye. bir başkası "ölüm var, acele et" diye uyarmıştı. görünürde çok basit iki cümle ve biraz kibirli de olan benim söylendiği zamanlar kulak ardı ettiğim iki cümle. alıntılamak ve yazmak arasında dünyalar kadar fark var; pasiflikten aktifliğe geçebilmek gerekli yazmak için.

    alıntılarla aktaranın içinde büyülenmişlikten hayranlığa, alıntıladığı yazarı ben-ideali yapmaktan yine aynı yazarı yıkmak istemeye kadar bir sürü his barınır. iç organlarındaki hasarlardan dolayı hislerini okuduğunun içine katamadığı için okuduğu şeyin ardına saklanarak ifade etmek zorunda hisseder kendini. aslında alıntılarken şunu söylüyormuşum farkında olmadan;

    -altınızda eziliyorum, çabam oldukça zorlantılı, sizinle başa çıkamıyorum ve o yüzden içimde yer etmeyen cümlelerinizi kusuyorum dışarıya. buyrun benim yerime siz konuşun, sözü size devrediyorum.

    bu son derece sakatlayıcı. bunun adı "yanlış okumalar". aslında bu okunan kitaba cahillik, öğrenmeye karşı bir direnç, bir tür saygısızlık.. bu sadece kitaba değil, kendime de saygısızlık çünkü bir kere varolduğum dünyada ağzım dilim ve klavye üzerinde gezinebilecek kadar esnek parmaklarım varken onları kullanmak yerine "buyrun yerime siz konuşun" diye sözü başkasına devrediyorum. önemli değil o yazarın ne denli müthiş bir üslubunun ya da derin bir bilgisinin olup olmadığı, bu sözüne sahip çıkamayan benimle ilgili bir sorun sadece. böyle biri ülkedeki özgürlüklerin yokoluşundan dem vuramaz çünkü kendi sözünü başkasına devretmeye hazır durumda. yazı bir özgürlük alanı ve yazabileceği ortam varken (misal ekşi sözlük ya da boş kağıt parçaları) o bunu geri çevirip orayı başka isimlerle ve açılıp kapanan tırnak işaretleriyle dolduruyor. (tırnaklarımı yiyor oluşumla tırnak işaretleri olmadan yapamıyor oluşum arasındaki bağlantıyı düşünmek kimbilir nereye götürürdü beni)

    az önce bunun işlediğim büyük günahlardan biri olduğunu farkettim. altında yatan mükemmelliyetçiliği ortaya çıkarmadan arınamayacağımı seziyorum. evin orasından burasından çıkan post-itlerde tırnak işaretleri ve yabancı isimler görünce baştan aşağı temizleyesim geliyor tüm odaları. hayaletler basmış çünkü odaları.
  • hayat düşünenler için komedi, hissedenler için facia. / albert einstein
  • nasıl yaşamam gerektiğini anlamaya başladığımda, nasıl ölmekte olduğumu gördüm./ leonardo da vinci
  • “hayatını çekingen biri olarak yaşama dostum.çık arenaya,eleştirileri unut,sana verilen günlerin armağanıyla özgürce ve büyük oyna.hayat kısa,yıllar tıpkı sıcak kumsalda parmaklarının arasından akan kumlar gibi çabucak kayıp gidiyor.sen parıldamak,yeteneklerini gün ışığına çıkarmak için yaratılmışsın.hayatta birtek .başarısızlık vardır ,o da denememektir...en büyük başarısızlık,en yüce oyunu oynamak istememek,seni ürküten yerlere doğru yürümemektir..."
    koza kelebeği bilmez-robin sharma
  • oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.

    oğuz atay, tehlikeli oyunlar
  • en sevdiğim edebi eylemlerin başında gelen.

    artık, yazıp toparlayabilirsem edebiyat kitabı da istediğimi anladım. bir yaşlı feysbuk izleyicimin notları arasında çıkan bana ait alıntı kendimi yazar gibi hissettirdi. tek okuyucu yeter. ki kendime hayal ettiğim tek okuyucu hazır. önceden bakmasa bile öldükten sonra yazılarıma meraklanabilecek olan kızım.. diğer herkes, yeme de yanında yat lükslerim, zenginliklerim olurdu. çoksatar olmak isteyen her yazar de önce tek okur yeter demiş midir? 'çoksatar olmayı hiç arzulamıyorum ve şimdiden feda ediyorum,' diye söz vermem* gerekiyor mu?

    "dil bir alıntılar birliğidir." jorge luis borges - el libro de arena (yorgun bir adamın düşülkesi öyküsünden)

    (ilk giri tarihi: 1.5.2018)

    (bkz: iktibas)
    (bkz: yapıntı), kapantı
  • şimdi kimse için hiç bir şey düşündüğüm yok. sözcük aramak gibi endişem bile kalmadı. sözcükleri, şöyle ya da böyle belirlediğim yok, bırakıveriyorum ağzımdan, az çok çabuk, kendiliklerinden çıkıyorlar. çok zaman, sözcüklerden yoksun oldukları için düşüncelerim de sisli. garip ve eğlenceli biçimlere bürünüp yitip gidiyorlar; hemen unutuyorum bu düşünceleri. bulantı, jean paul sartre
  • bir yazıya bir başka yazıdan alınan küçük parça.
hesabın var mı? giriş yap