• cok enteresan bir vatan sevme anlayisi vardi.

    nerede dis guclerin taseronu var, kendisinin kurdugu orgutun elemani cikiyor. her nedense ?
  • oğlu tuğrul türkeş; babasının darbeyle indirdiği ve vatana ihanetle yargılanıp asılmasına sebep olduğu adnan menderes'i "demokrasi şehidi" olarak anan partinin kurduğu hükümetin başbakan yardımcılığını yapmak için babasının partisinden ihracı göze almıştır.

    kurduğu partinin bugünkü başkanı devlet bahçeli; partinin kurucusunun oğlu tuğrul türkeş'i başbakan yardımcısı olmak karşılığında ülkücülüğe ihanet etmekle suçlamış ve partiden ihracını sağlamış ancak tuğrul türkeş'in "kıvrak" hareketinin üzerinden 1.5 yıl geçmeden partisini bir bütün olarak, tuğrul türkeş'in de altında bir pozisyonda iktidar partisine transfer etmiştir.

    göz bebeği ülkü ocaklarına mensup gençler; iktidar partisinin milletvekillerini kurt selamı ile hazırolda karşılarken, partinin kurucu başkanının hayatta iken sahip olduğu fikirleri savunan milletvekillerinin toplantılarını basıp terörize etmektedir.

    diğer oğlu ahmet kutalmış türkeş; iktidar partisinin geçmiş dönem milletvekilliğini yapmış, daha sonra bu partiden ayrılmış, kendisi ayrıldıktan sonra bu partiye geçen abisi tuğrul türkeş'i sert şekilde eleştirmiş ve bu eleştirisini babası alparslan türkeş'in partisinin başkanı devlet bahçeli de desteklemiştir.
  • fethullah gülen'in kendisine "sizlerden öğrendik. bu yolu sizler açtınız" dediği kişi.
    türkeş'in fethullah gülen hakkındaki yorumu ise şöyle:

    "...şahsi malı olarak bir dikili ağacı dahi bulunmayan, kendini ilme ve ilmin yayılmasına adayan, memleketimizin manevi dinamiği olan hocaefendinin, avrupa'dan yunanistan'a, kanada'dan yakutistan'a olan çalışmaları her manada takdire şayandır. böyle muhterem bir zatın nereden geldiği belli olmayan elli sekiz kişilik bir listede isminin geçmesi veya eklenmesi, zan sahiplerince hiçbir mana ifade etmeyecektir. hocaefendi türk milletinin gönlünde hak ettiği tahtı kurmuştur. hiçbir zan ve iftira onun bu durumunu sarsamaz. türk manevi ve milli değerlerine büyük katkılarıyla ve kültür alanındaki büyük ve başarılı girişimleriyle şimdiden bütün milletimizin derin sevgi ve hürmetini kazanmıştır. türkiye'nin hak ettiği huzur ortamına kavuşması için elinden gelen gayreti gösteren fethullah gülen hocaefendiye yapılan bu çirkin yakıştırmanın gerisinde art niyet ve art niyetli kişilerin olduğu meydandadır..."

    cenazesine fethullah gülen en ön sıradan katılmış ve muhtemelen cenaze namazını kıldırmak istemiş. ama diyanet işleri başkanı mehmet nuri yılmaz masaya çıkıp namaz kıldırarak buna engel olmuş.
  • bu başlığa son girilen entryleri okudum.. kendimi tutamayıp bu yazıyı yazma gereği duydum...

    ülkücü bir muhitte doğdum, büyüdüm.. babam 68 kuşağı ülkücülerindenmiş, amcam ise komünistlerinden.. aynı şehirde (istanbul) aynı zamanda iki kardeş üniversite okuyor, farklı siyasi görüşlerin merkezinde/yönetiminde.. o vakitler bir taraf olmak zorundaydınız, aynı 78 kuşağında olduğu gibi.. şimdiyse 80 darbesinden sonra taraf olmak ''taraftar olmak'' zorunluluğuna dönüştü, hatta karşınıza 3 tane de seçenek sunuldu; beşiktaş fenerbahçe galatasaray seç beğen al!

    80 öncesi dönemde, adana'da kurtarılmış mahalleler vardı.. bir sokağın başına bir kaç kişi geçer yoldan geleni durdurup kafasına silah dayardı; ''sağcı mısın? solcu musun?'' diye sorulup ters bir cevap gelirse eğer bundan sonra duyulan tek şey kafaya sıkılan ''tek el silah sesi'' duyulurmuş.. melek girmez adlı semt adanaya o günlerden yadigar kalmış..

    ismim türk büyüklerinden birinin ismi, aynı kardeşlerim gibi.. 1981 doğumluyum.. kenan evren darbesinden 1 yıl kadar sonra doğmuşum.. 80'lerde çocuk olmuş biri olarak aldığım eğitim milliyetçilik esaslarına dayanıyor.. hatta miletim yerine ''ırkım'' sözünün kullanıldığı çokça şiirlerle ''önemli gün ve haftalar'' kutlanılmaktaydı biz ilkokul sıralarındayken..

    babam hiç bir zaman ülkücülük aşılamadı, ırkçılığa düşman bir insandı.. bize vicdanı öğretti ve onunla başbaşa bıraktı.. fakat türk eğitim sistemi bizi bırakmadı, bize anlatılanları size aktarıyorum.. kürt diye bir milet yoktu, kürtler de türk kavminin boylarından biriydi (bu sav ciddi ciddi anlatılıyordu) sonra kürtler iskitlerin artığı türklerdi, yine devlet babanın bize öğrettiğine göre kendilerine ait dilleri yoktu.. ha bi de unutmadan, araplar birinci cihan harbinde türklerin karnında süngüleriyle altın aramışlardı.. ruslar, moskoftu iran mollaydı, bulgarlar köpekti, yunanlar yılandı.. ülkemizin üç bir tarafı denizlerle çevrili diye öğrenmiştik coğrafya dersinde dört bir tarafıysa düşmanla çevrili olduğu öğretilmişti diğer muhtelif ders ve ders dışı faaliyetlerde..

    tüm bunların ışığında ilkokulu bitirmiştim, evdeki babamın kitaplarını okuma isteği duydum (90 sonrası doğup dönemi bilmeyenler için bahsim; o zamanlar gazete parçası bile bulsak okuyorduk, yokluktan ve okuma açlığından) sepetçioğlunun ''kapı'' ''kilit'' ''anahtar'' serisi (4 kardeşiz, babam isimlerimizi bu seriden koymuştu) ''türk kültürü'' ''türkiyedeki ilk milliyetçilik hareketleri'' (ki bu kitapta ismi geçen dönemin gençlerin bir kaçını tanıyordum, ali amca, atıf amca diye hitap ediyordum, komşumuzdu..) ''türk solu'' rahmetli bülent ecevitin kitapları.. ilk etapta aklıma gelenler bunlar..

    ortaokula geldiğimizde ülkü ocalarına gitmeye başladık, bizim bir davamız var diyorlardı, biz de merak ediyorduk ''davamız'' dedikleri ne idi? merak ettik, okulda aldığımız eğitime paralel bir yapısı vardı ocaktaki eğitiminde, yalnız diyorlardı ki lider emir ve dotrin (9 ışık) sorgulanmaz.. herşeyi sorgulayan ben, bu konudan pek hoşnut değildim fakat içimizden ya da 2li 3lü konuşmalarda sorguluyorduk anlatılanları..

    lise yıllarımda da haftanın bir günü ocağa giderdim, soru yağmuruna tutar ocak başkanını sonra gelirdim.. okuduğum kitaplarda bahsi geçen konuları sorardım, yuvarlak cevaplar verirdi koskoca adam, anladım ki 13-14 yaşındaki bir veledin okuduğu kitapları o okumamıştı.. sonraları şikayet üzre geçiyordu sohbetlerimiz, ülkücü geçinen tayfa hiç de alparslan türkeşin bahsettiği fikri hür vicdanı hür gençliğe benzemiyordu.. sigara-içki içiyorlardı (hatta esrar/hap kullanlar vardı (bkz: paksoy lisesi) bu tipler okulda ülkücü reis ya da başkan diye adlandırılan tiplerdi, karı-kız olaylarında da başı çekerlerdi.. ''biz ülkücülüğün ''ü''sündeki nokta bile değiliz, en büyük ülkücü hz. muhammed'dir.'' diye bir kaçış noktasından bahsediliyordu.. hata bahsi geçen ülkücüerin dayatmasıyla alparslan türkeş'in adana mitingine gitmek zorunda bırakıldım.. devamsızlık hakkı 20 gündü, ben okula devamı pek de seven bir öğrenci değildim, 19 gün sınırındaydım, yine kaçmıştım.. ocaktakiler sana izin kağıdı alıcaz demişlerdi, almamışlardı, idarecilerin insafıyla devamsızlıktan geçtim..

    ocakta öğretilenlerden bazıları da şunlardı; aziz nesin kafirdi (!), nazım hikmet vatan hayiniydi (!) tüm bunların ışığında tiyatrolara gidiyordum ilkokuldan beri yaptığım gibi, konserlere panellere.. herkes tarihi kendince anlatıyordu, ben kendim öğrenmeliydm.. peki nasıl olacaktı bu iş? işte o gün karar verdim, tarihçi olacaktım.. tarihi kendim araştırıp, kendim öğrenecektim..

    lisede parlak bir öğrenci olmadığımdan orta öğretim puanımın yerlerde olduğundan 3. girişimde kazanabilmiştim üniversiteyi türkiye ham puanda 5.800.sü olarak (ortaöğretim puanıyla 8.500lere gerilemiştim) selçuk üniversitesi tarih bölümü.. adana nasıl ki dinsiz-imansız şehri olarak bilinirse 2000 yılındaysa konya küçük iran olarak biliniyordu (hiç de alakası yok iki şehir içinde yapılan benzetmelerin) üniversitede ülkücüler hakimdi.. 1997deki kanlı çatışmalardan sonra üniversitede yönetimi ele almışlar..

    konyaya ilk gittiğimde, favorileri uzun, saçları omuzlarında, siyah tşörtlü, metallica dinleyen, tiyatro aşığı, bilgiye aç bir gençtim, 18imi o şehirde doldurdum.. başörtülüler üniversiteye o yıl girme yasağıyla karşı karşıya kalmıştı, 28 şubat darbesinin ardından (erbakanın ''profesörler benim türbanlı bacıma selam duracak'' çıkışının etkisi büyüktü..) benim de saçlarım uzun olduğu için ülkücüler bana takmışlardı, komünist sanıyorlardı, devrimci bir çok arkadaşım ardı aynı adanada olduğu gibi, insanları siyasi görüşlerine göre yargılamıyorduk çünkü, düşünce suçluluğu olurdu bu tarz bir yargılama.. ''c-5'' diye adlandırılan yere çekip yıkım ekibi ile bir ders (!) vereceklerdi.. adanadan hiç bir referans getirmemiştim, çünkü siyasete girmek istemiyordum.. tam da beni nasıl indireceklerinin hesabını yaparlarken, referans kendiliğinden gelmiş ve beni kazanma yoluna (!) gittiler..

    teşkilatta ingiliz dilinden serkan fakülte başkanıydı, keşke her ülkücü onun gibi olsaydı.. ona gelene kadar edebiyat fakültesinde saçı uzunlar, top sakallılar, kız arkadaşıyla elele tutuşanlar yıkım ekibiyle tanışmışlardı.. beni çekti bir köşeye, ben dayak yiyeceğim, adam benden de uzun ve yapılı acaba nasıl bir yumruk atmalıyım ki avantajlı duruma geçeyim diye düşünürken, önce benim konuşmamı dinledi, şikayetlerimi, ülkücü tayfanın yaptığı yanlışları tek tek anlattım ve dedi ki;
    ''aynı şeylerden ben de şikayetçiyim, solcu arkadaşların olması kadar doğal bir şey yok, ben de onların gençliğine imreniyorum senin gibi, okuyorlar sorguluyorlar.. keşke bizim gençlerimiz de böyle olsa.. birlikte okuyan sorgulayan bir yapı kuralım burda'' dedi..
    bir an düşündüm ve tamam dedim.. keşke biraz daha düşünseydim..
    kısa zamanda önce sınıf reis, ardından ''sosyal faaliyetler masası başkanı'' aynı zamanda üniversite yönetimindeki 15 kişden biri omuştum.. lise yıllarımda başladığım tiyatroyu üniversitede de devam ettiriyordum öte yandan.. ''elma hırsızları'' oyunumuz gizli polis abiler tarafından izleniyordu komünist bunlar diye bir yandan, öte yandan üniversite teşkilatında görev almıştım..

    sosyal faaliyet istekleri çoğalmıştı ''tavla turnuvası' istiyorlardı, üniversitedeki kafelerde tavla vardı ve gerekli sayıda bulunurdu.. ben teşkilatın zorla sattığı ülkü ocağı dergilerinden gelen parayla santranç turnuvası yaptım.. teşkilat masasına oturan kişi elinde türklükle ilgili kitabı masanın orta yerine koyardı, ben oturduğumdaysa leman, leman-yak ya da lombak olurdu.. ülkücüler önce korktular, bunu buraya kim koydu diye öfkelenmişti reislerden biri.. sonra durumu anlattım, açtık dergiyi ve hep beraber okuyup gülüyorduk.. 49 kişilik teşkilatın 20si mizah dergisi müptelası olmuştu, lombak şehitleri , profesör lepistes , kötü kedi şerafettin cihangirde bir ev artık teşkilatta esprili sohbetlerin baş kahramanları olmuştu..

    sosyal faaliyet diye tutturmuşlardı yine.. 4 adet fasikül yayınlamayı zorla, kabul ettirmiştim üniversite yönetimine.. ''türk büyükleri'' ''türk adı'' ''türk soyu'' ve ''türk edebi eserleri'' idi adları.. 64 yaprak, ve benim zorumla yine sembolik bir ücretle satıldı bunlar (bu günki rakamlarla fasikül bize 1 tlye masrası vardı, 25 kuruşa satmıştık.. bedava edebiyat ve bedava sanata karşıyımdır.. tiyatrolarda sembolik de olsa bir ücretle oynamalı..)

    her şey güllük gülistanlık gidiyordu, artık ülkücüler fakülte kantininde sevilen insanlar olmuşlardı.. sert mizaçlar kalkmış güler yüzler gelmişti.. fakat sonra farkına vardım ki, öğrenci evim gözetleniyordu.. devrimci arkadaşlarımla oturup sohbet edemez hale gelmiştik, uzaktan bir kafa selamı veriyorduk birbirimize..

    evime gelen misafirim olan kız arkadaşlarımdan dolayı bir sorguya alındım ülkü ocağından, tartışmalar tartışmalar.. ama dövemediler, kim durdu arkamda bilmiyorum ama benden 2gün önce 4 kişiyi ülkü ocağında epey bir dövmüşlerdi.. orada karar verdim ayrılmaya, sevgililer ve siyasi yapılar ayrılıkta belli eder karakterini..
    önce sevdiğim saydığım abiler vazgeçirmeye çalıştı, sonra üstü kapalı tehditler ve açık açık tehditler geldi..
    polis tarafından yaptığımız tiyatrolardan dolayı peşime adam takılmıştı.. arkadaşım olmaya çalışan bir öğrenci gibi yaklaştı gizli polis arkadaş.. her gün beni bulur sohbet etmeye çalışırdı, bunu gören ülkücü arkadaşlar benim de polis olduğumdan şüphelenip tırsmış ki peşimi bıraktılar..

    kürt'e, türke, arap'a laz'a hep saygı duydum... nazım hikmetin şiirlerinde kendimi buldum, aziz nesinin mizahını sevdim.. deniz gezmiş için gözyaşı döktüm.. dayatmacı düzene her zaman muhalif oldum.. atatürk'ü okudukça sevdim, milli eğitimimizin ''tanrısallaştırdığı'' mustafa kemal'in insan olduğunun farkına vardım.. bunların hepsi okumak, araştırmakla oldu.. kimse devrimci diye kahrolsun demedim.. ülkücü diye de baştacı yapmadım.. hiç bir zaman ağzımdan da ben ülkücüyüm sözü çıkmadı.. bütün ''-izm''lerden bağımsız insanı insan olduğu için sevdim..

    içimde biraz ükücü, biraz komünist, çokça anarşist biri var.. ha şunu inkar edemem, türk milliyetçisiyim, fakat bu ırkçılık demek değil, kürt düşmanlığı hiç değil.. kültür milliyetçiliğidir bu.. türk mitolojisini araştırdım, destanları, efsaneleri, bir tarihçi olarak kendimi bu yola adadım.. sosyoloji öğrencisi olarak toplumları, fikirleri ve akımları anlamaya çalıştım..

    tüm bunların ışığında bu başlığa hakarete varan entryler giren diğer sözlük yazarlarına sesleniyorum;
    ''işte, benim 22 yaşımda son bulan siyasi hayatımdan kesitler gördünüz.. kimseyle kavga etmedim, devrimci kardeşlerimle aynı evde kaldım, yemeğimi-harçlığımı paylaştım.. fakat siz beni şimdi siyasi görüşün peşinden gitmesem de bir dönem liderim olan başbuğ alparslan türkeş'in hatırasına saygı gösterip ölüm yıldönümünde ahde vefa gösterip bi kaç satır yazınca ''faşist'' diye adlandırıp, altı harfe sığdırmaya çalıştınız.. burası ötekileştirme değil, paylaşma kaynaşma yeri olmalı, sözlükte bulunma amacım bir görüşü alıp parlatıp diğerini aşağılamak olmadı hiç bir zaman.. dünyaya baktığımda benim penceremden görünenleri paylaşmaktı tüm derdim ve çabam.. paylaştıkça çoğalırız, anlamaya çalıştıkça doğruda birleşiriz.. 68 kuşağı, 78 kuşağı heba oldu.. güzel ülkemin en dolu nesilleriydi onlar.. amerika ile rusya soğuk savaşı yaşadı, biz ise sıcak savaşı.. sonuçları malum.. insanları yaftalamıyalım, baktığımızda bir güzellik görmeye çalışalım..''

    son sözü nazım hikmet söylesin;

    ''yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür.. ve bir orman gibi kardeşçesine.. bu hasret bizim!''

    saygılarımla..
    tarih ve sahnesi
  • uçmağa varmak için 10 yıl araf'ta bekledi herhalde.
  • gerçek adı hüseyin feyzullah olan bu abimiz abd'nin komünizmle mücadelede kendisine verdiği görevi başarıyla yerine getirmiştir.
  • amerika'da eğitim görmüştür. amerikan ajanıdır.

    idamdan cia ortadoğu masası şefinin baskılarıyla kurtulmuş, sürülmüştür.

    arada soran oluyor, o yüzden kaynak eklemek istiyorum. isteyenler şu iki kitaptan konuyu doğrulayabilir:
    https://www.nadirkitap.com/…eyhan-kitap8235295.html
    https://www.nadirkitap.com/…asusu-kitap6199876.html
  • 27 mayıs ihtilalinden sonra radyo konuşmasını yapan kişi. fakat daha sonra siyasi çalışmalarından dolayı ordudan atılmıştır. daha önceleri de (1940lar) ırkçı/turancı çalışmalarından dolayı ceza olarak tırnakları sökülmüştür.
    27 mayıs darbesi sonrası, almanya'da görevli bulunan amerikan görevlisi (adını hatırlayamadığım bir eski sovyet subayıdır ve abd ajanıdır kendisi: cia ajanının adı araştırıldı, sonuç: ruzi nasar) tarafından hem maddi hem de politik anlamda desteklenmiştir. amerika'nın türkiye'deki sosyalist akıma karşı kullandığı maşanın başında olmuştur. devletin ve abd'nin desteği ile 1960'ların sonlarından itibaren özellikle ege bölgesinin kıyı kesimerinde mhp sempatizanlarına yakın dövüşve silah kullanma eğitimlerini verildiği yaz kampları kurmuş, bu kamplarda katil yetiştireye başlamıştır; bu katillerden önemlibir bölümü daha sonra tbmm'de vekil olabilmişlerdir. abd ve devletin anti-komünist tavrının karanlık uygulayıcısı olarak yıllar boyunca hizmet vemiş, bu hizmetleri karşılığında gizli bir ayrıcalık ve maddi olarak önemli bir çıkar sağlamıştır. türkiye'nin yetiştirdiği pek çok aydınlık ve ilerici gencin katledilmesinin önde gelen sorumlularındandır. fakat abd'nin ve derin devletin ona verdiği görevleri başarıyla yapmasını bilmiş ve ülkenin ilerici bir hamle yapmasındansa bir terör kaosuna sürüklenmesini ve askeri darbenin gelişini sağlayabilmiştir. sonuç olarak türkiye'ye komünizm gelmemiştir ve bu sayede bugünkü refah içinde, mutlu ve huzurlu günlere gelebilmişizdir.
    not: ruzi nasar, sözlükte ruzi nazar başlığı altında incelenmiş.
  • ülkücü gençleri kamplara toplayıp komando eğitimi veren sonra sokaklara salan şahıs. kamplarda öğretilenler: yakın dövüş teknikleri, molotof kokteyli nasıl hazırlanır, silah nasıl kullanılır. kendisine göre bu kamplarda gençler denize girip yüzüyor ve okuldaki gibi dersler görüyormuş.

    bakınız

    o yıllarda ve sonrasında ölen sağcı-solcu her gencin ahı üzerinedir.
  • başbuğ'muş, komik olmayın. bu ülkede gelmiş geçmiş tek başbuğ var o da mustafa kemal atatürk'tür.geri kalanların kimisi başbuğculuk oynar, kimisi başkomutancılık.
hesabın var mı? giriş yap