aynı isimde "anayurt oteli (film)" başlığı da var
  • gecikmeli ankara treni'ni hafızama kazımış, öğrencilik yıllarımda ankara'dan yaptığım her tren yolculuğu'nda tekrar tekrar okduğum kitap. şahaser.
  • --- spoiler ---

    kendini asarak intihar eden zebercet, asılarak ölen herkes gibi ölüm anında orgazm olmaktadır. paçalarından akan fildişi rengi sıvı da idrar değil sperm olsa gerektir.

    --- spoiler ---

    bu da böyle bir bilgi.

    (bkz: otoerotik asfiksi)
  • bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. insan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde. defteri kapadı. ne gereği vardı artık bunları yazmanın ya da birkaç satır yazıp bırakmanın?

    (bkz: yusuf atılgan) (bkz: zebercet)
  • çok da kitap okuma alışkanlığımın olmadığı zamanlarda elime alıp, ilk sayfalarında boğulduğum, bıraktığım kitap.

    çok popüler şu sıralar yine.
  • yusuf atılgan kitabı.

    anayurt oteli'ni okumadan önce aylak adam okunmalı. her ne kadar hayatları farklı görünse de, c., zebercet'e giden bir yol bence. zebercet ise son durak.
  • gecikmeli ankara treniyle gelen şeyler aklıma hücum ediyor. az çok erkek psikolojisini anlatmış.
  • yusuf atılgan’ın eseri. sıradan bir yerde akrabalarının otelini işleterek para kazanan iç dünyası binbir düşünceyle dolu zebercet’in gecikmeli ankara treniyle gelen kadının onun psikolojisinde nasıl etki ettiğini anlatıyor. kitabın sonuna kadar kadının tekrar geri gelmesini bekliyor. bu bekleyiş içinde içindeki saklı yanları bize aktarıyor yazar.---

    spoiler ---

    zebercet intihar ediyor.
    --- spoiler ---
  • "sırtını kapıya dayayıp çevresine baktı. kadının bıraktığı gibi duruyordu her şey: yatağın ayakucuna doğru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, başucu masasındaki gece lambası, bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara, tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık, küçük bir tabakta beş şeker (altı şeker koymuştu o gece bir çay içebilir miyim acaba demişti odaya girince üçlük çaydanlıkta demlemişti çayı bir elinde tepsi kapıyı vurmuştu girin yatağın kıyısında oturuyordu paltosunu çıkarmış kara kazağı iri yuvarlaklı gümüş kolyesi bakmıştı zahmet oldu size sonra o köye nasıl gidileceğini sormuştu öyleyse saat sekizde uyandırın beni lütfen olağan bir şeymiş gibi nüfus kağıdım yok demişti..."

    yusuf atılgan okumak beni bir garip yapıyor.

    camel dinliyormuşum gibi hissediyorum kendimi, bir zeki demirkubuz filmine hapsolmuşum da yapış yapış bir aidiyetsizlik içerisindeyim sanki.

    herhangi bir okura bu müthiş satırların sahte gelmesi için bir sebep yok, peki neden bir sahtekarı dinliyormuşum hissine kapılıyorum sık sık?

    benzer hisleri demirkubuz’un kabız filmlerinde de yaşıyorum, son filminin türkiye prömiyerinde arkadaşım söylemişti bu hissi yönetmene, ingilizce olarak arty-farty olarak değerlendirmişti yaptığı işi. sanat yaparken osuruyor mu şimdi yusuf atılgan, yok daha neler, çarpılırım yemin ediyorum.

    sonra şöyle düşündüm: galiba, hikayesi olma ihtimali olmayan insanlara zorla hikaye yazıyor bu insanlar. demirkubuz bir atölye işçisi üzerinden bir şeyler anlatıyor mesela filminde, herhangi bir işçinin o cümleleri gerçek hayatta kurma ihtimali = yok ama. kendilerine sanatçı diyen marjinal bir topluluğun halkı yansıtmayı amaç edindikleri bir oyun mu yani tüm bu üretimler, belki, gerçekten böyle hissediyorum. atölye işçilerinden bi:haber bir yazar üretince sahte oluyor işte bir yerde. ben mühendisim, gördüğüm işçileri anlatacak olsam burada kimse o adamları okuyup değerlendirmek için sıraya girmez. bir işçi bahsettiğim filmi izlese hayatının dertsiz tasasız insanların hafta sonu eğlencesi, safari etkinliği haline geldiğini düşünür, güzel bir küfürle de süsler bu düşüncesini, kendisiyle karakterler arasında bir bağlantı kuramaz.

    .

    atılgan da sıradan bir otel işletmecisini anlatıyor, gayet başarılı, girişteki alıntı gibi birçok yer var soluksuz okuduğum. bazı yerlerde insanları konuştukları gibi yazıyor, bazı yerlerde istanbul beyefendisi oluyor herkes. sepya bir ruh hali, bir gizem, anonim karakterler, ne ölüyüm ne sağım boş vermişliğinde bir dünya.

    pekala, gerçeklikten koparıp kendi içerisinde değerlendirelim. diyelim ki yazar tamamen kurgu bir metin yazmış, tüm o ayrıntılar öylesine.

    başlıyorum.

    her şeye karşı bir beklentimiz var. bir kitap okuduğumuzda buna değsin istiyoruz galiba, bazısı hayatı değişsin istiyor, bazısı dişinin kovuğuna yetsin istiyor, bazısı aldığı paranın karşılığını istiyor. sanırım hepimiz karşılık beklediğimiz ilişkilerin içerisinde sürüklenip gidiyoruz ve bu alışkanlık hayatımızdaki her pratiğe bulaşmış halde.

    emeğimizin karşılığını istiyoruz işte bir şekilde, daha fazla gevezelik yapmayacağım.

    .

    yusuf atılgan ise elinin tersiyle itiyor tüm bunları, bir otel görevlisinin burnunu karıştırmasını anlatıyor, yalnızlığın verdiği rahatlığı işliyor satırlarında donuk bir kalemle. hiçbir şey yok aslında okuyacak, dümdüz akıyor anlatım, ama okuyorsun abi, delireceğim düşündükçe. bunu youtube’da bir kız yapmıştı a101’e girip atıştırmalık bir şeyler aldığı video’ları ile; büyülenmişti herkes, çıkamamıştık o basitlik içerisinden uzun süre; benzer bir durum kısmen.

    bahsettiğim basit çemberin içerisinde öyle bir yakalıyor ki bazen yazar okurunu, tüyler diken diken kalıyorsun, kem küm ediyor iç sesin.

    ulysses’i hatırlatan sayfalar, aynı donukluktaki cinsellik betimlemeler, yeni yazım teknikleri ile cüretkar buldum ayrıca yusuf atılgan’ı.

    aidiyet hissedemedim ama. kaçırdığım bir şeyler mi var diye düşünürken zaten kaçıracak bir şey olmadığını hatırlatıyor bir yerlerden bir şeyler. genelden özele değerlendirdiğim zaman dahi uyanmıyor o edebi doygunluk yaşıyorum hissi bende.

    sanıyorum yaşlandıkça sivrilen karakterlerimiz gibi okur hayatımız da bir yöne eğilim gösteriyor ve “her şey”i sevemiyorsun.

    her yeni başladığım kitaba objektif bakamayacak olmak beni çok üzüyor.
  • otellerdeki havlulara apayrı bir gözle bakmanıza neden olan şaheser.
  • bakma öyle sen de bir zebercetsin.ya da olacaksın !
hesabın var mı? giriş yap