• birgün tanımadığım insanlarında olduğu bi yerde oturuyorum. yan masadan 35 li yaşlarda bi adamdan belli etmeden şu sözleri işittim.

    '' arkadaş ne garip bi memleket arguvan, iki sene önce yolumuz düştü bi şekilde, çoğunu tanımam etmem beni 15 gün bırakmadılar. cebimde 35 lira para vardı gittiğim gün 35 lira parayla da geri döndüm. 15 gün boyunca hergün eşşek yüküyle içtim bi gün sarhoş olmadım.'' yandan diğer adam '' nası lan'' dedi bunun üzerine adam söze devam etti. arkadaş bu adamlar soğuk su başına bi büyük rakıyla gidiyorlar, arabasıyla o soğuk suyun kenarından geçen herkes, inip bi bardak rakı içip, bi küçük rakı bırakıp gidiyor, ben akşam eve gittiğimizde, götürdüğümüz rakıdan daha çok rakıyla döndüğümüzü bilirim, sarhoşluğa gelince de valla adamların suyunu sohbetini türküsünü dinleyen içmesede sarhoş olur muhabbe başka muhabbet.'' dedi

    şöyle bi durdum, sonra içimden vay babam vay dedim..
  • sevilir... bir memleket denizi yoksada sevilir...

    içindeyken özlemezsin basit gelir herşeyiyle, sıkar. işte dersin, hep bildik 6 tane kahvesi 5 tane bakkalı işte berber hep aynı yüzler, hep bilinen şeyler.

    sonra bi gün gelir umutların seni bişeylere zorlar, doğdukları yerlerde doymayanlardan olursun. kimbilir kaç kişi gibi düşersin yollara ekmek aramaya aş aramaya. ne vakit ki bir deniz kenarında oturup denizden yüzüne ince cılız bi rüzgar vurur kavruk bi yaz akşamı işte o zaman özlemeye başlarsın estiği zaman -ki hiç durmaz- adamın tenini buz tutturan yüreğini yakan adını yedi düvele duyurmuş havasını...

    bi türkü düşer ağzına

    su da gelir akmayinan
    nolur güzel bakmayinan
    çirkinler de güzelmolur
    sari altin takmayinan

    etrafına bakarsın yok işte sıkıldığın bunaldığın şeyler yok. tamda harman zamanı şimdi.
    yaba yok duvara dayalı, hondan gelen honcular yok, güneşin alnında elinde tırpan, elinde orak gardaşların yok. şahrayı sırtlanmış yola düşenler de göçünü almış.

    aklıma düştü şimdi eşeğin sırtına heğbeyi atıp değirmenin yolunu tutmalar. ağzımızda bi türkü sonra büyüklerimizin gençken yaptıklarını anlatmaları. unutmadım daha harmanlıkta patoza sap atarken kenardan geçen kıza dalıpta yabayı da patoza atıp makinanın dişini kıran sonra babasından kaçarken kafası yarılan delikanlılarımızı, gece nohut dermeden dönünce yemekten sonra yenilen karpuzun tadı ağzımda kömbe gibi ekşili ekmek gibi tarhana gibi...
    sonra bir yerine saplanmış aklımın, babamın arkadaşıyla davar gütmeye gidip sisli bi gecede geç saate kadar dönmediklerinde köyden merak edenler onları aramaya gidince babamın, arkadaşının babasını kurt sanıp taşla kafasını yarması...

    yine türküleri anlatıyor adamın derdini gerisi yalan

    keklikde benim kekliğim
    kanadına gül ektiğim
    eller uykusunu aldı
    nedir bu benim çektiğim

    o havada hiç zorlanmıyor adam türküyü söylerken sazı çalırken, hangi arguvanlı -gerçeği makbuldür- sesim kötü dese inanmamak lazım çünkü bi çay bardağı rakıyla o havayı soluyan adamın sesi kötü çıkmıyor.

    buralarda gençlerin ağzında "yaa denizi olmayan bi şehir nasıl güzel olabilir ki" lafı. olur arkadaş olur. o memleketin aşığıda olur.

    gökteki yıldızı sayan olur mu
    benim kadar yara yanan olur mu
    gurbet ellerinde garip kaldığım
    acep gider yare ayan olur mu

    sevilir... bir memleket denizi yoksada sevilir...
  • argağonluyum diyeceeğsen eğer, evel torpağğın özünü bileceğn oğul,
    senin torpağın ki n'ader pahıl dursa da guru dursada içinde dünya alemin yüzüne dutamak edilecek nice gözellik yatar...
    bilesin ki en hası bu torpahta yetişir yemliğin, pirpirimin, kengerin, guzu gulağnın, çaşırın, birde gardaşlığın...
    değme bülbüller gonamaz sıçan tikenin dalına, sıçan tikenini sanmayasın bir guru tiken, "çiçeğin hasını dikenin hası saklar", bu lafımı unutmayasın.. olaki birgün sevdalanırsın bu sözüm gele aklığaa..

    oğul bilirim ki devri devran değişti gayrı sofralarda herleye yer yok, kömbe, hoşaf,
    bazı bazı, haşılı hak getire..
    emme sen bil oğul, bilki baban deden atan bunnarnan böyüdü, hon zamanı ac yattığımız, orağı tırpanı güç tuttuğumuz zamanlar oldu, çimmeye su, yatmaya örtü yoktur hozanda, bulduysak eğer el kadar arpa ekmeğini dünya malıydı bizlere ... şimdi niceleri unuttu bunları, rahmetli kerimkerli kenan emminin bi lafı vardı " buranın ayrık otu boldur uşak, sökülüpte gejgereye gonmaz ki galdırada postuğa atasın" derdi...
    bir zamanlar guru ekmeği bölüştüğümüz nice adamlar şimdi tomofilden enipte ayağını yere vurmaz, o zamanlar gara lastik geçmezdi elimize... honda orağı tutmak için taktığımız ellik, lüksüdü bi zamanlar, şimdi avratların boynunda dolam dolam gremsiye.. geçmişin lafı dense yüz çevirir duymazdan gelirler, bunları sağa dememe sebep ki oğul, eğer ki okurda birgün yüksek mevkiye gelirsen, yahut zengin olursan nerden geldiğini unutmayasın, yolcunun en son durağı yola çıktığı yerdir, yokluktan geldiğimi annadırsam belki bağa yüz dönerler deyi özünü saklamayasın sana sözümdür oğul eyi bellleyesin "ne kadar yüz gaybedersen et, özünü gaybetme. "yüz bulunur, öz bulunmaz"

    oğul bazı bazı malamatlık olur buralarda, birinin bostanına komşunun feriği hoplar, ötekinin düğesi diğerinin bağına girer, bunları mahna edip kimseye kötülük etmeyesin, buralarda ufağın defeğin lafı, çooh olur, ne gaybedine ne yüzüne kimseye ağır konuşmayasın.. zaman, ufah defek husumeti yur, emme bilesin ki ağır sözün açtığı yarayı kimse çimdiremez. halliknen, koca gayanın ağırlığı bir olmaz oğul... sen mümkün mertebe ehmal iş görmeyesin, akan zamanın önünde durulmaz, seyr-i ömür bir tarlayı ekmek gibidir, gayıtsız olasın gül ektiğin yerden şillan bitmez..

    bilirim oğul, zaman akar durmaz, geride kaldı , eskiden yürek yakan güzeller, şimdikiler çeç anlayacağın, güzellik demek gayrı bir avuç boyayı yüzüne sürtmek olmuş.
    geyim guşam değişmiş şimdi maksi, entari, libas geride kaldı, adı denmez mintanın.. üste başa, paraya pula aldanmayasın, öyle bir güzel sevesin ki mertek değil, kök olsun, sen yüreğini su deyi ver, renk renk çiçek açsın, türlü türlü meyva versin...

    kör olmayasın oğul, argoğon dediğin bir guru yazı değildir. gönül gözüynen bakarsan garamuğun, gülün bittiği dalllarında nice bülbülün öttüğü, hasbehas bi bahça görürsün..
    olaki dertlendin oğul küsmeyesin, kızmayasın ne kendine ne başka bişeye,
    geçerse eline bir avuç hak şerbeti, bostandan zalatalık iki tene, birde fırikten hallice tarhana doldur cebiğe çık lorşunun depeye, garşında alabildiğne argoğon, ötesi keban, sağ yanığ abdulvahap sol yanın urunun düzü gözün gördüğü kadar.. " hü " deyip çek şerbetten iki yudum, ne gam galır yüzünde ne gasavet, inceden oturur yüzününde yüreğininde tam ortasına argağoon, deher köyü...

    dede maksut

    17 teşrinevvel 1428
  • karlar altındaydı 3 gün önce, yarım metre dersem çok demiş olurum, 40 santimetreydi. aşşağı kazadan yukarı kazaya yürüyorum. ayaz içime doluyor ama üşümüyorum bi serin rüzgar geçmişten getirdiği hayat kırıklıklarını içime gömüyor, hayal kırıklıklarının baş kentinde. bölük bölük içime akıyor yaşanmışlıklar. hey gidi koca argağon neler yitti gitti seninle, biz mi kaybettik senin sınırlarının dışında sıcaklığıda bidaha sen bile ısıtamıyorsun; yoksa sen mi yitirdin sıcaklığını.
    daha dün gibi eşşekle okula gidişim. (sonraları arabaylada gittik lakin hiç bir okul yolu eşşekle gidilen kadar çabuk bitmedi). üşümüşüm okula koşuyorum. hademe müslüm sobaya tezek basıyor. çoraplarım ıslanmış deliksiz eğlenceli çocukluğumun delikli ayakkabılarından, olsun hemence ısınır şimdi tamam müslüm amca biliyoruz sobayla oynamak yok ama sen gidene kadar oynamak yok. arguvan sporun dünkü maçını konuşurken sobanın üstünde unuttuğum eldivenlerden yanık kokusu gelipte sen bize kızmadıkca ne anladım ben o sobadan. (sonraları çok üşüdük bilimsel değeri yüksek fakat içimizi üşüten kalorifer petekleriyle) hey be arguvanspor ne maçtı dünkü ama, malatyabelediyespor çiçek gibi formalarıyla gelmişti. ayakkabıları yepyeniydi, yepyenide otobüsleri vardı. dizilmişlerdi ışıl ışıl 81 evlerin ordaki yanlızlık kokan çamurlu futbol sahamıza. ahanda şu aşşağdan traktörle gelen mamoğların gara abidin değilmi ayağında kara lastik, saman tozundan bitek gözleri görünen kenan çopur, erdem çakmak da var traktörde. ( biz bilmezdik peleyi maradonayı gara abidin vardı bizim pelemiz) göstermezmiydik şimdi günlerini bu zengin zibidilere. hep yenerdik maçları lakin para yoktu gidemezdi arguvanspor başka ilçelere, herşeyimiz eksikti zaten her maç muhabettininde ortasında hoca gelirdi, ama eksiklik hiç bi zaman yüreğimize ilişemezdi cebimizden sıyrılıp. sobanın sıcağında öğrendim okumayı yazmayı ben. hocamız iyiydi ve istisnaydı. arguvana ya arguvanlı öğretmenler yada arguvan ismini ilk defa duyan askeri öğretmenler gelirdi, ama arguvandaki okumuş oranının çokluğu hiç bi zaman bundan ileri gelmezdi. hakkını yemeyeyim olmaz değildi dişli hocalar yanlız az bulunurdu herşeyin sayıyla olduğu -deli hariç- sevimli köyümde. ben ilçe diyemedim tarihin hiç bir vakti tahir köyüme çünkü kışın 500ü yazın 2500ü geçmezdi, nufusu eğitim göçümüzden. hayaller eşliğinde soba sıcağında öğle zili nasıl çalırdı bilmem. ev uzaktı ne yapsaydık. neyse yurda gider kaçak yerdik şimdi yemeği, yada kırpığın dükyanına gidip helva ekmek mi alsaydık...
    bu sorularla , bu sorunlarla geçmiş çocukluğum... hatırlamak bile içimi ısıtıyor şimdi kar 40 santim yüzüme yüzüme savuruyor ama üşümüyorum. bata çıka yürüyorum. ne çok şey yitip gidiyor ve aslında hayaller ve amaçlar götürüyor insanın mutluluklarını yüreğinden. ve hiç bi zaman para teknoloji ve zaman mutluluk getirmiyor çapca büyüyen ruhen küçülen yüreklere... arguvan... tahir köyüm... hayat, hayal, umut ve mutluluk kırıklıklarının başkenti...
  • turkiye nin en guzel yeri olarak saydığım memleketim.

    bir ay doğmuş ilk akşamdan geceden
    şavkı vurmuş pencereden bacadan
    uykusuzmu kaldın dünkü geceden
    uyan uyan yar sinene sar beni

    yüce dağ başından aşırdın beni
    onulmaz dertlere düşürdün beni
    madem dilber gönlün yoğudu bende
    niye doğru yoldan şaşırdın beni

    aşağıdan gelir eli boş değil
    söylerim söylemez gönlüm hoş değil
    bir güzeli bir çirkine vermişler
    baş yastığı kendisine eş değil
  • bir arguvan gözlemi murat eren den.

    ektir sevdasi

    zaman, teknoloji ile birlikte o kadar hızlı akıp gidiyor ki; yetişebilmek ve ayak uydurmak imkansız. her gün yenilikler ile karşılaşıyor ve yeni bir şeyler öğreniyoruz. bununla beraber, farkında olmadan sosyalitemizi, ilişkilerimizi ve dostluklarımızı, örf ve ananelerimizi, kısacası geçmişimizi, hatta ve hatta geleceğimizi bile unutuyoruz. hiç sevmiyorum ama bunun adına da günlük yaşamak gibi bir şey diyorlar. elbette, her şey birbiri ile bağlantılı. zaman ve şartların bunu gerektirdiği kaçınılmaz gerçeklerden birisi.

    hani ara sıra da nostalji yapıp, geçmişi yaşamanın, hatırlamanın, hele ki yavaş yavaş yok olan değerlerimizi bir daha görememek ve yaşayamamak adına gerekli olduğuna inanıyorum. bunun üzüntüsü içerisinde olsa gerek; bazen geçmişe şöyle bir yolculuk yapıyor, hatıralar canlandıkça göz pınarlarımdan süzülen billur damlacıklar içerisinde, anılarımı ve özlemlerimi yeniden yaşıyorum. sonra bu billurlar yok olup gidiyor yanağımdan süzülerek.

    biraz çocukluk yıllarımdan bahsetmek istiyorum. şair demiş ki ! ‘’ orda bir köy var uzakta - o köy bizim köyümüzdür’’ evet, evet o köy bizim köyümüzdür. o ektir bizim köyümüzdür. her birimiz bir yerlere savrulmuşuz. farklı diyarlara. şimdilerde daha iyi anlıyorum köyüme özlemi, ektir’ime özlemi. özlüyorum güzelliklerini, insanlarini, suyunu, ekmeğini, gökyüzünü, honunu, harmanını !

    cocukluk yıllarımda köy bahsi ve köye gitmek konusu geçince, yüreğimi garip bir heyecan sarardı. o zamanlar bu heyecanın anlamını çözemiyordum. belki kısa da olsa bir seyahat, belki benim için kısa da olsa daha özgür bir yaşam. harmanlıkta top oynamak, okulun önündeki beton alana, çocukların 5 kuyu oynamak icin eştikleri çukurlarda, 5 kuyu (misket) oynamak, aksamları göz yummaç (saklambaç) oynamak gibi daha bircok oyunlar. şimdilerde anlıyorum ki; bu bir sevdaymış, bir özlemmiş. ektir sevdası. bendeki heyecan ektir sevdası ve heyecanıymış. şimdi de olduğu gibi.

    işte o an gelip çattığında heyecanım ikiye katlanırdı. bir an önce cezmi kartay’daki köy garajına gidip şinasi’nin otobüsüne binmek. hala anlamış değilim. nedense, şinasi’nin otobüsü bana erişilemez gelirdi. taa ki otobüsteki yerimi alana kadar. sanki o olmazsa köyümü göremeyeceğim, anılarımı ve özlemlerimi tazeleyemeyeceğim gibi. ondan başkası ile erişebilmek imkansız gibi gelirdi bana.

    ara sıra ailem beni yalnız gönderirdi. sanki otobüs kaçacakmış gibi 1-2 saat önceden garaj’da yerimi alırdım. otobüsün kalkış saatini beklerken, insanlar arasındaki diyaloglar, koşuşturmalar, muavinin eşyaları otobüsün üzerindeki bagaja yerleştirişi halen gözümün önünde, ve kulaklarımda çınlıyor.

    - sadıh neydiyiğ ola? neyettiğ sorduğmu sırıhları? gaça veriylermiş?

    sadık dayı sıcağın da etkisiyle olsa gerek, kasketinin siperini baş ve işaret parmağı arasına sıkıştırıp şöyle bi yukarı kaldırarak, diğer parmakları ile anlını kaşıyıp biraz da yüzünü buruşturarak;

    - ola baba alınacağımı galmış soyhanığ. tenesine bilmem ne gader para istiyler. yanına yahlaşılmıyı vallaha.

    kadınlar, sanki yerleri ellerinden alınacakmış gibi, o sıcakta otobüsün içerisinde koltuklarına yerleşmişler ve veriyorlar lafın gözüne.

    - gız hacce, neydiyiğ ? eskerdeki oğlandan haber geliymi?

    hatice teyze fırından aldığı (şeher ekmeği) açık ekmek ile iki domatesi eteğine yerleştirdiği eski gazete parçası üzerinde yemekle meşguldür. ağzındaki lokmanın yarattığı boğuk bir sesle;

    - nebleeem adam ara sıra mektip salıyı. ohumam yazmam yohki. uşahlar ohuylar mektipleri. eyiymiş. para istiyi. nerden alah gurban şimdi pareyi. helbe herif harman soğu accı bişeyler salar.

    o arada sürekli köşedeki berberin yanındaki dondurmacıyı kesiyordum. babamın cebime koyduğu bozukluklar ile bir küllah dondurma alıp da yesemmi diye. ama öbür taraftan da ya otobüs kalkar da gider diye korkuyordum. otobüsün yanından ayrılamıyordum.

    muavin şinasi ile birlikte köylülerin getirdiği, kepek, küspe, sebze, diğer erzaklar, kazma, kürek, bel, gibi bir çok eşyayı otobüsün üzerindeki bagaja yerleştirmeye çalışırken kan-ter içinde kalıyorlar, arada bir şerbetçiden birer bardak şerbet ısmarlayıp tepelerine dikiyorlardı. başka şehirlerden köylerini ziyarete gelenler ise giyimleri ve parlak valizleri ile dikkatimi çekiyordu. bu tatlı telaş içerisinde keskin bir ses bütün telaşı noktalıyordu.

    - haydın hele yolcular!!!-

    - ordan yaşlı bir teyze…

    - amaa ! ola şinasi gadağ alam beş dakka bekle hele. oğlanı ekmek almaa saldım.

    başka birisi,

    - durele gurban bizim herif gelmedi.

    şinasinin işinin zorluğunu şimdi anlayabiliyorum. onlara anlayış göstermek ve hizmet etmek. esnaflık bu olsa gerek. belki sinirleniyordur ama yapacak birşey de yoktur.

    velhasıl herkes otobüse bindikten sonra yavaş yavaş yola koyulurduk. eminim bütün çocuklarda vardır bu his. ön tarafa oturmak. gözüme sağ taraftaki tekli koltuğu kestirmiş, yolcular gelmeden de orayı kapmıştım. nerdeee! sen şeyle arka tarafa geç bakalım. geçtik arka tarafta bir yere. biri geldi kaldırdı, öteki geldi kaldırdı, derken kendimiziancak aradaki tahta kürsünün üzerinde bulduk. yukarı sülmenliden, aşağı sülmenliden, horumhan’dan ektir’den derken yolcuları alıp arguvan’ın tozlu yollarına doğru yola koyulduk.

    - ola şinasi sanayiye bi gir hele. üç-beş torba da cimentöğ alacaam.

    sanayiyi de ziyaret etmiştik bu sayede.

    motor sesi ile karısık arguvan türküleri eşliğinde, ara sıra ayağa kalkıp cama yapışıyor, yoldaki kedi gözlerini saymaya çalışıyordum. bazen şaşırıyor ve yeniden başlıyordum. otobüsün kapısının lastiklerinin arasından içeriye ince bir toz süzülüyordu. koltukların ayakları ile kapı merdivenleri bom boz olmuştu tozdan. pencerelerdeki sürgülü camlar ile tavandaki havalandırma kapağı olmasa herhalde tozdan boğulacağız neredeyse.

    hasbelkader morhamam yol ayrımından arguvan istikametine dönmüştük. sülmenli yol ayrımına kadarki mesafe bana o kadar uzun geliyordu ki sanki bu yol hiç bitmeyecek gibi hissediyordum. herhalde heyecanımdan olsa gerek. otobüs, isaköy civarında, yoldaki küçük köprü tümseklerinden hopladıkça içim geçer, karnımdan birşeylerin kopup dışarıya fırladığını hissederdim. gözlerimi fal taşı gibi açıp, nefesimi sıklaştırarak ikincisini, ücüncüsünü beklerdim. yol ayrımından sülmenli tarafına dönüp de aşağı sülmenli’nin depeyi de atlatınca heyecanım bir kat daha artardı.

    nihayet köye varmış ve otobüsten inmiştim. köydeki bütün çocuklar otobüsün başına üşüşmüş, büyüklerden bazıları da yakınlarının getirdiği malzemeleri taşımak için yük hayvanları ile meydanda bekliyorlardı. sanki arkamdan atlı kovalıyor gibi, çala topuk bilal dayımların evinin yolunu çoktan tutmuştum bile. garibağa dedem ( allah rahmet eylesin ) elinde tabakası ve sarma cığarasıynan duvarın dibinde otururdu her zamanki gibi. yeleğinin sırt kısmı ile pantolonu toz olur kalktığında da eliyle silkelerdi. gider öperdim elini sonra evdekilerle hasret giderdikten sonra yusuba ;

    - haydı la harmana gedek top oynaaaah.

    derdim

    yusuf ;

    - dur la mallar gelsiğ içeri edemde eyle gedek derdi.

    zar zor akşam ederdik. akşam olunca toplanırdı ektir milli takımı harmanlığa. bizim altın kramponlu pelelerimiz, maradonalarımız yoktu ama angara lastikli, gaspet topçularımız vardı o zamanlar.

    kimler mi ;

    silöğ emmimiğ uşahları niyazı ( gönlümüzün mıhtarı ) , hekmet ( icot ) , abüseyif dayımığ oğlu adıgüzel ( gülü), hiseyin hocanığ oğulları nihat , murat , topçunuğ hasan hiseyiniğ uşahları merdan , aydın ; bilalığ uşağı yusup , gökmen; silöğ emmimiğ torunları eysan , özgür; bekteş dayınığ uşağı ertan ,ali ,burhan; garacanığ abüsef dayımığ oğulları erdal ,suat (nur içinde yatsın); çeşmeniğ orda bekleeeen ali metiniğ oğlu taner , kasım emmimiğ uşahları basri ,serkan, maharem emmimiğ uşahları ertem, ekrem, erdem, kerim, mamoş emmimiğ oğlu evren ve derken kadrolar kurulurdu.maç başlardı .ammaaaaaaa az kalsığ unuduyduh la ektirimizin medarı iftarı , sahaların maradonası , zeynal bozkurt…..

    maç başlardı, hekmet topa bi vururdu. biz güccüğük helbe; ula ne vuruyu derdik hele şu topa bah taaa nereeee gediyi la. neyse maç biterdi hava gararırdı. eve geder yemeğimizi yerdik, sonra çeşmeniğ başında toplanır muhabbet eder oyun oynardık gurbağaların sesleri arasında. ve yatma saati ( zaten 8 de yatardı millet ) illaaa dama serilmesini isterdik yatahlarımızın. yıldızları seyrederdik, dağut dayım bizi güldürürdü muhabbet ederdik damdan dama. neyse sabah olunca sabunu havluyu kapar çeşmeye koşardık. sabah güzel bir sazak vururdu inceden inceye şimdilerde kurumuş olan çeşmenin, o günkü buz gibi suyunda yüzlerimizi yurduk. sonra misssss gibi gaymağ, yoğurt, çökelik, tere yağı pendir. her şey mükemmel bi kahvaltı yapardık. kim yaşamak istemezki bu güzellikleri …..

    simdilerde eser kaldi mi ki bunlardan.

    * ne şaharban bibimiğ tanebi üzümlerine dalabileceeeek

    * ne çil aziz emmimiğ şeftalilerini keyfleeceeeek

    * ne garibağa dedem ula eşşek sıpaları damda goşmağ deeeecek

    tüm bunlar çok güzel şeylerdi ve yaşanıp bitti. sadece hatıralarda kaldı. şimdilerde bir şeyden dert yanıyorum. köyümüz yavaş yavaş bitiyor sanki, sanki değil gerçek aslında. kimseler kalmıyor köyde, belki insanlar için gereken şey de bu ama ne bileyim işte köyümü çok seviyor, özlüyor ve böyle olmasını istemiyorum. benimkisi bir çocuk yüreğin; köyüne, köylüsüne duyduğu sevgi ve o günlere duyduğu özlem. sizlerle paylaşmak istedim özlemlerimi. boş vermeyelim, gelin birlikte giderelim özlemlerimizi. sahiplenelim ektir’imizi. sahiplenelim ki; yarınlarda çocuklarımıza anlatabilecek gösterebilecek birşeylerimiz olsun.
  • memleket isterim
    yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
    olursa bir şikâyet ölümden olsun.

    son mısraya bir ayrılığı bir de gurbeti ekleyin; işte arguvan.
  • ilyas salman'ın memleketidir.

    şimdiye kadar kimsenin yazmamamış olması ilginç gerçekten.
  • arguvan ın yolu da tozdur dumandır

    beri gel beri de boyu güzelim
    alma yanağında kaldı nazarım
    yol üstüne de kazın benim mezarım
    yar gelip geçtikçe bana can gelir

    arguvan' ın yolu da tozdur dumandir
    bizi böyle eden haktır amandır
    gidiyorum da geleceğim gümendir.
    nasıl oldu bizi gurbet ele saldılar

    yolumuzun test görüntüleri için http://www.youtube.com/watch?v=cgzdf6szrpk
hesabın var mı? giriş yap