• "bir gün schopenhauer düşünceleri içinde kaybolmuş bir durumda, kentin parkında çiçeklerin arasında dikilip dururken bahçıvanlardan biri bağırarak ne yapmak istediğini ve kim olduğunu sorduğunda şöyle yanıt verir: 'ah, bu sorunun karşılığını bir bilebilseydim!'"

    carl gustav jung, 1939 seminer notlarından...
  • bir insanı ancak yüzüne ilk baktığımız zaman tam anlamıyla tanıyabileceğimizi savunur. bu esnada o insanın başkalarıyla herhangi bir iletişim ve temasta bulunmaması gerekir, çünkü insan dış etmenlere maruz kaldığında duygularını gizler. ayrıca kişinin karakterinin fiziğine de yansıdığını, böylece bir dahinin sığ insan yığını arasında kolayca ayırt edilebileceğini söyler.
  • jorge luis borges 'in en sevdiği düşünür. şu sözlerle yüceltmiştir kendisini ;

    ''isviçre'deyken bir ara schopenhauer okumaya başladım. bugün bana tek bir düşünür seç deseler, schopenhauer'i seçerim. eğer dünyanın gizleri sözcüklerle dile getirilseydi, o sözcükler sanırım schopenhauer'in yazılarında yer alırdı.''
  • yaşlı adam huysuzluğuna genç yaşlarda başlayıp yaşlandıkça da arttırarak bir ekol oluşturmuştur. yine de okuması keyiflidir, her dedigine katılmasanız da pek cok konuda ilham verir bunlar ayrı.
  • fakirler ve köylüler için acıklı aforizmalar kasan köylü filozof. bu adamın vatana millete hayırlı tek tespiti yoktur.
  • din ile ilgili yazdığı bir diyalogdan küçük bir parça:

    demopheles: aramızda, aziz dostum, felsefeye olan yeteneğinizi sergileme tarzınızdan zaman zaman hazzetmediğimi bilmenizi isterim; dini iğneleyici düşünceler, hatta açıktan açığa alay için malzeme yapıyorsunuz. herkes kendi dininin kutsal olduğunu düşünür ve bu yüzden siz de ona saygı göstermelisiniz.

    philalethes: nego consequentiam! -sonucun doğruluğundan kuşkuluyum- başkalarının kalın kafalılığından dolayı yalanlara ve sahtekarlıklara neden saygı duymam gerektiğini anlamıyorum. her yerde hakikate saygı duyarım ve bu sebepten ötürü ona karşı olan hiçbir şeye saygı duyamam.

    arthur schopenhauer.
  • bir kitap okudum hayatım değişti derler ya, ben de bu adamın bir kitabını okudum hayatım skildi. saçının kelini, favorisini sktiğimin kavatı. aşkın metafiziği diye bir kitap yazmış biz de bunu alman diye, feylesof diye, akıl hocası diye ciddiye alıp okumalar filan yapıyoruz. abazanın önde gidip bayrak taşıyanıymış, homongolos gibi kadın düşmanıymış da haberimiz yokmuş. keşke anlayarak okumasaydım dedirtir, insanın hayattan aldığı zevki yarıya indirir. ha akıllı mı dersen, akıllar pazara çıkmış yine herkes kendi aklını almış. sen ananın dizinin dibinden ayrılma sonra çık kadınlar şöyle yok kadınlar böyle, efendim evlilik insanın haklarını yarıya indirirken görevlerini ikiye katlar gibi abuk sabuk şeyler söyle. evde kalıcam bu pezevengin aklıma soktuğu şeyler yüzünden. bir de sen kimsin la? sen kimsin de kant'ı eleştiriyorsun? çok biliyorsun di mi her boku amına koyim? şu sıfata bak gremlin gibi nasıl da küçük dağları ben yarattım havasında. 18. yüzyılın erman toroğlu'su sanki.
  • kadinlar ve ask hakkindaki dusunceleri cok ilginctir.. kadinlari bodur, dar omuzlu, genis kalcali ve kisa bacakli olarak gorur.. kadinlar hakkinda soylediklerinin ucte birini alinti oldugunu belirtmeden bir gazeteci yazsa ortalik ayaga kalkar..

    ona gore nasil ki aslanlar penceleri ve disleriyle, bogalar boynuzlariyla, murekkep baligi suyu karartan murekkebimsi sivi ile donatilmissa, tabiat, kadinlari da kendi kendini korumasi ve savunmasi icin ikiyuzluluk yahut riyakarlik melekesiyle donatmistir.. ikiyuzluluk, riyakarlik kadinlarin dogustan gelen ozellikleridir ve kurnaz kadinlarin oldugu kadar aptallarinin da ayirt edici ozelligidir..

    mesela cok eslilik konusundaki dusunceleri de bi acayip.. o'na gore cok eslilik tartisilamayacak bicimde gereklidir, hatta kadinin hayrinadir.. hatta devlet erkege birden cok es bulma konusunda yardimda bulunmalidir..

    askin bir tarafi -kadinlar- hakkinda boyle dusunceleri olmasina ragmen ask konusu uzerinde en cok dusunen, bu konuyu en cok irdeleyen filozof schopenhauer'dur.. askin yani insan, toplum uzerinde bu kadar etkisi olan (intiharlar, cinayetler, sinir krizleri vs vs) bir konunun daha once islenip bitirilmemis olmasina cok sasirir.. kendisi inceler ve sonucta askin temelinde dunyaya bir cocuk getirmek oldugu dusuncesine ulasir..

    insanlarin karsi cinsten etkilenmelerini 5 temel baslik altinda inceler.. secimlerimiz ve egilimlerimizi yonlendiren ilk kriter yastir.. ikincisi saglik, ucuncusu kemiklerin yapisi, dorduncusu tombulluk ve son olarak yuz guzelligi.. her insan kendisinde eksiklik duydugu seyi arar karsisindakinden, cunku dogacak cocugun da o eksiklikle olmasini istemez..

    erkekte zeka arayan kadinlara da kotu haber var.. schopenhauer'a gore eger bir kadin bir erkegin zekasina vuruldugunu soyluyorsa bu ya bos ve gulunc bir iddia ya da yozlasmis bir mizacin mubalagasidir.. gorunuse gore kadinlarin pic erkek tercihini zamaninda cozmus, 3 kez evlenmis.. 69'u da onun buldugu soylenir..
  • tüm zamanların en büyük düşünürü. hakkında hakkını vererek yazmanın gerçekten zor olduğunu düşünüyorum, alıntı sözler, hayatından kesitler, kitaplarından bölümler yeterince dile getirilmiş bense kendi fikirlerimle de harmanlayarak bir şeyler karalamaya çalışıcam.

    öncelikle arthur için şunu söylemek gerekir : sürünün dışında ama gerçeğe varacak derecede dışında düşünmeye cesaret edebilmiş ve bunu dile getirmekten çekinmemiştir. diğer insanların fikirlerini, toplumsal inanışları varsayılan olarak doğru kabul eder sıradan insanoğlu fakat o sanki evrenle ilgili her şeyi yeni baştan düşünmüş gibidir. sanki arthur'dan ikinci bir arthur çıkartmış ve o'na - hadi hayatla ilgili isteklerini, sana öğretilenleri, her şeyi bir kenara bırak ve yaşamımın ilk salisesinden itibaren benim tanık olduğum bu evrenle ilgili gerçekleri söyle bana sadece gerçekleri - demiş ve bunları kağıda dökmüş gibidir.

    evren big bang ile başlayan bir film dosyasıdır denebilir, 13.7 milyar yıldır devam etmekte olan bu filmin oyuncuları ise her bir atomdur. hadi onlara da pikseller diyelim. ilk salisedeki atom yığını yani ilk başlangıçtaki malzemenin patlayışı bir sonraki salisenin de kaderini çizmiştir ve o saliselerden buraya kadar geldik yani 13.7 milyar yıldır ardı ardına saliseler yaşamaktayız ki her biri bir öncekine göre şekillenmekte. özgür irade denilen şey tamamen bir yanılsamadır. biz insanlar evrenin 10. salisesindeki bir toz parçasından farksızız o ne kadar özgürse biz de o kadar özgürüz yani bizler de yığından bir parçadan başka bir şey değiliz. burada kritik nokta şu ki : evrenle ilgili konuşurken canlı-cansız ayrımı yapmaya gerek yoktur. deniz güneşte nasıl parlıyorsa biz de konuşuyor, gülüyoruz vs. bizimki daha komplike şeyler hepsi bu. her şey ama her şey özüne göre hareket etmekte. enerji yüklü bir meteor uzay boşluğunda hareket etmekte, biyolojik bir canlı olan ben ise sayısız sebep sonucunda bunları buraya yazmaktayım.

    arthur her şeyin özüne -isteme-, bu istemenin ortaya çıkışına ise -tasarım- demiştir. örneğin ağız, özün yemek yeme arzusunun bir tasarımıdır. öz algılanamaz, tasarım ise algılanabilir. tüm evren bir tasarımdır. evrendeki her şeyin bu tek kurala göre işlediğini gören arthur için hayat da özün tasarımlarından birinin rolünü oynamaktan başka bir şey değildir. bir toz bulutu dünyayı oluşturdu, orada ilk moleküler kopyalama gerçekleşti ve ve ve ve ve arthur doğdu. ve ve yazdığım yerlerde milyar kere milyar sebep sonuç ilişkisi var elbette. durumun aslında bu kadar basit olduğunun farkına varan arthur varoluşu gereksiz bulur ve çekilen acıların da mutlulukların da belli amaçlara hizmet eden durumlar olduğunu anlar mesela cinsel zevk türün devamı için gerekli motivasyonu sağlayacak bir yemden başka bir şey değildir.

    felsefesini bu temele oturtan filozofumuz için hayat çabaya değmeyecek bir talihsizliktir zira anlamlı ve özgür hiç bir şey yoktur evrende ve bizler sadece sebeplerin sonuçları olmanın bedelini ödemekteyizdir. rolümüzü ölene kadar yerine getirecek, ecelimiz geldiğinde de ondan korkmamız için hiç bir sebep olamayan ölüme-bilinçsizliğe geri döneceğizdir. arthur bu durumu şöyle özetler : " öldükten sonra doğumundan önce neysen o olacaksın." bizi oluşturan atomlar big bang'den bu yana evrende mevcutlar fakat -ben- dediğimiz şey ancak ana rahmine düşüşümüzle birlikte bir araya gelen bu atomlardır. atomlardan meydana gelen vücut sinir sistemi yoluyla bir bilinç oluşturur ve bizler de şuursuzca : " ben özgür iradeliyim, ben insanım özelim, ölümden sonra ruhum! ölmeyecek" vs deriz halbuki kaçınılmaz biçimde bilinçli olma durumumuz sona erecektir. bizi oluşturan atomlar evet evrende var olmaya devam edecek fakat bundan bize ne? ben dediğimiz şey artık var olmayacaktır. o şey ki genetik malzeme ve yaşanılan her anın insana etkisinden başka bir şey de değildir aslında.

    aşk konusuna da kafa yoran birisiydi ve aşkı da aynı temele oturtur : aşk türün devamı için bir enstrümandan başka bir şey değildir, yeni bir canlının oluşma aşamalarıdır flört der. molekül kopyalamalardan eşeyli üremelere oradan sağlıklı yeni bireyler üretme için üreme enstrümanı rolünü oynayan aşka diye ilerlersek aşkın da bu sisteme cuk oturduğunu görürüz.

    bu kadar sağlam bir sistem oturtmuş bir filozof olarak hemen her konuda gerçeği görmesi zor olmamıştır filozofumuzun ki onları tek tek irdelemeye benim vaktim yetmez ki zaten üstad söylenmesi gereken hemen her şeyi söylemiş gibidir. gelelim bana göre en önemli meseleye o da şudur ki : bir insan kaçınılmaz olarak var olduktan sonra aslında geriye tek bir soru kalmaktadır o da şudur : hayatını nasıl geçirmelidir? aslında düşündüğünüzde var oluşumuzla ilgili en büyük sorunun bu olduğunu görmek zor değildir çünkü istemeden var olduk o bir seçim değildi ve şimdi ne yapacağız? arthur'a göre kukla olmaya olabildiğince direnmeliyizdir yani bizden seks talep eden dürtülerimizi dizginlemeli, güç isteyen benliğimizi kontrol altına almalı, türlü türlü yemekler isteyen iştahımıza hayır diyebilmeliyizdir zira o'na göre tüm bu istekler beraberinde acı ve hayal kırıklığı getirme potansiyeline sahiptir. hayat o'na göre can sıkıntısı ve istek arasında bir gel-git den başka bir şey değildir. bir şeyi isteriz elde ederiz ve sıkılırız. atın ağzının önüne bağlı bir havuç düşünün ve at koşmaya çabalar sanar ki koştuğunda havucu elde edecek ve tatmin olacak halbuki hayat koşuşun ta kendisidir ve havuç diye bir şey aslında yoktur. havuç sadece atı koşturmak için bir yemden ibarettir. o yüzden hiç bir tatmin aslında tatmin değildir sadece küçük bir sus payıdır. bu konuda ilginç olan kısım şudur ki bu tatminlere yönelmediğimiz bir hayat da çekilecek gibi değildir ki filozofumuzun kendisi de zevke düşkün yaşamıştır ve bu konudaki suçlamalara ise -"bir heykeltraştan heykeli kadar güzel olması beklenemez" demiştir. bence filozofumuzun paradoksu budur çünkü bizler sadece gözlemci değiliz ve insan rolümüzden tamamen ödün veremeyiz, tamamen ödün vermemiz intihar etmemiz ile olabilir ancak arthur intiharı tasvip etmemektedir o'na göre yaşamalı fakat isteklerimizin esiri olmamalıyız, hayatın amacını arzulara odaklı değil acılardan kaçınma odaklı belirlemeliyizdir. özet olarak bu iki ucu pis değnekte arthur orta yolu bulmaya çalışmıştır, ne intihar edecek kadar hayatı ciddiye alın ne de isteğin kuklası oluşunuz karşısında temkini elden bırakın demektedir.

    önceki satırlarımda da belirttiğim gibi sanki iki arthur vardır önümüzde ; birisi gözlemcidir diğeri ise yaşayıcı. o bir gözlemcinin bilgeliğinde yaşamamızı önermektedir fakat kendisi de bence içten içe bilmekteydi ki bir de ambalajımız mevcuttur yani ikinci bir arthur. ne kadar güzel satırlar yazarsam yazayım şu an karnım acıkmakta ve aşk konusunda ne kadar ahkam kesersem keseyim güzel bir aşkın hayali ister istemez aklıma gelmekte çünkü bizler sadece -gözlemci- değiliz aslında burdan insan bilincinin gereğinden-haddinden fazla geliştiği sonucuna varabiliriz zira bu bedenin bize verdiği görev hayatta kalmak ve üremektir ( ne ilginçtir ki bilincimizin yüce gözlemci seviyesine ulaşması da aslında bu iki ana amacı yerine getirmek yolunda oluşan bir nevi yan etkidir ) bizler ise evrenin gerçeğinin peşine düşmüş durumdayız ve gözlemci olan bizler bu avı sürdüredursun yaşayıcı bizler bizi istekleriyle dürtükleyip durmaktadırlar. arthur da aynı ikilemi elbet yaşadı ve çareyi yaşayıcı kısmını olabildiğince boyunduruğu altına alıp gözlemci tarafını yüceltmekte yeşertmekte buldu ve bizlere de onun yaşayıcı kısmına pek önem vermeyip gözlemci kısmına pür dikkat kesilmek kaldı içimizdeki gözlemciyi yüceltmek adına..
  • schopenhauer okumayan birisi için dışardan duydukları genelde onun seksist, hastalıklı, insanlardan tiksinen birisi olduğu yönündedir.
    bunlar kısmen doğru olsa da schopenhauer'in düşünce dünyası yanında önemsiz ayrıntılar olarak kalıyor. okurken onun dünyaya, hayata, insana, arzularımıza nasıl yorumlar getirdiğini görmek insanı arada bir durup boşluğa bakarak düşünmeye sevk ediyor.
hesabın var mı? giriş yap