• kaba, vahşi, inatçı, cahil, kibirli, küstah ve bunun gibi daha birçok menfi sıfatlarla adlandırılabilecek bir topluluğun, 23 sene gibi kısa sayılabilecek bir sürede o'nun izniyle ve de peygamber'in gayretleri neticesinde, adil, hayırlı, ince, nazik, şefkatli ve takva sahibi insanlara dönüştürüldüğü eşsiz bir zaman dilimi.

    dünyadaki bütün pedagogların, idarecilerin, eğitimcilerin, filozofların, devlet adamlarının, komutanlarının ve aile reislerinin bir araya gelse de aynısını başaramayacağı, bir benzerini asla ama asla meydana getiremeyeceği bir değişimi, allah'ın izni ve inayetiyle sağlayan peygamber efendimiz'in yaşadığı ve içinde bulunmak isteyeceğim (onun safından olmak şartıyla) bir kutlu zaman dilimidir asr-ı saadet.

    gelmiş geçmiş en hayırlı insanın yanı başında olanların, belki farkında olmadan veya olarak, bir dinin vücut bulduğuna şahit oldukları tam manasıyla tarifi imkansız bir zaman parçasıdır asr-ı saadet.

    bağrında büyütüp yetiştirdiği insanlar sayesinde kendinden sonraki asırlara damga vuracak bir altın kuşağı içinden çıkaran, "benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine baksanız doğru yolu bulursunuz," hadis-i şerifinin müjdesine mazhar olmuş çok müstesna bir vakit dilimidir asr-ı saadet...
  • bu asırda peygamberin torununun kafası müslümanlarca kesilmiştir.
    nasıl saadet? kendine bile hayrı yok.
  • peygamber hz muhammed zamanına verilen isim..mutluluk asrı demeye gelir..
  • islam'a göre, hz.muhammed'in yaşayıp bütün müslümanların önderi olduğu devir.

    sözlük'teyse, sözlük ph'ının tahammül sınırlarını zorlayacak kertede düştüğü* günlere kadarki devir. (bkz: eski mis sözlük)
  • ….asrı saadet belki de allah yolunda her şeyden vazgeçerek mutlu olmak demektir. kişi o zaman da yahut bu zamanda bu haleti ruhiye ile yaşarsa kendi saadet asrını yaşıyor demektir.hatta bu durumu örnek teşkil etmesi açısından şu olay çok güzel özetler;

    “simsiyahtı. ama kendisi boyamamıştı ki! kaldı ki, kalbi bembeyazdı. buna rağmen onu basite alanlar vardı. dedi ki:

    -ya resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?

    -asla!

    -o halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?

    -amir bin vehebin evine git ve
    resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti de.

    siyah yüzlü genç hemen adrestedir. kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.

    baba kızgın, hemen reddeder. ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:

    -babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. ne biliyorsun bu olayı rabbimin emretmediğini? efendimiz (sav)in o emri tebliğ buyurmadığını? hemen git, resûlullahtan özür dile ve beni o gence nikâhla. resûlullahın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

    kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:

    -söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. demek ki doğruymuş. kızımı verdim. şu anda nikahlısıdır.

    efendimizin gence emri:

    -git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.

    -benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..

    -öyle ise aliye, osmana, abdurrahman bin avfa git. onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.

    uçarcasına gider. onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta...

    çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. ses herkese ilan etmektedir:

    -ey kendini allaha asker bilen müslümanlar!

    derhal atınıza binin, cihada yönelin. ordu mescidin dışında beklemektedir. siz böyle gün için varsınız dünyada! düşman ani baskın yapacak!

    şimdi ne olacak?.. cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. ilk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. elindeki paranın hepsini de harcamıştır. ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır...

    sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.

    -bu genç, herhalde bahreynden gelen biridir, derler. ancak onun siyahlığını fark eden resûlullah aleyhisselam:

    -sen saad mısın? buyurur.

    -evet, deyince de dua eder:

    -ceddine saadetler!..

    kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar... herkes cesaretle ileri atılır. ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. şehitler tespit edilirken, bir ses:

    -allahü ekber! evlenmek üzere olan saad da şehit!

    efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:

    -seni havz-ı kevserimin başında bekleyeceğim!

    bir hayret nidası daha:

    allahü ekber!

    sonra döner, oradakilere hitap eder:

    -kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. babasına da deyin ki:

    -kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence allahü teâla cennet hurilerini lâyık gördü!

    ve hayret nidaları birbirini takip eder:
    -allahü ekber! allahü ekber!...”

    http://forum.islamiyet.gen.tr/…ilik-duydunuzmu.html
  • müslümanlar için peygamberin yaşadığı zamana,
    sosyalistler için ilkel komünal yaşama,
    kemalistler içinse tek partili döneme tekabül eden geri dönülmesi kollektivitenin dinamiği varsayılan dönem.
  • külliyen yalan bir beyandır. yeni dine girenlerin türlü eziyetler çektikleri, eziyetleri çektiren müşriklerin islam güçlenince kılıç zoruyla müslüman olmalarından sonra kafirliklerine içten içe devam etmeleri, peygamberin vasiyetine uymamak, itlaf, fitne, fesat, haset, soy sop davası (haşimoğulları vs ümeyyeoğulları) en sonunda peygamberin torunlarının katledilmesine kadar varmıştır. saadet değil olsa olsa zulüm ve kahır asrıdır o dönem.
  • geçmişte olduğu düşünülen bir mutluluk devridir.

    esasında islami bir kavramdır bu ve muhammed'in yaşadığı dönemle ondan sonraki sahabeler devrini kapsar. bu devirde her şeyin yolunda olduğu, adaletin sorunsuz işlediği ve insanların müreffeh bir yaşama sahip olduğu düşünülür.

    fakat ben bu entryde spesifik olarak islam'da bahsedilen dönemden değil, geçmişte kurgusal bir cennet yaratma eyleminden ve bunun kökenlerinden bahsetmeye çalışacağım.

    türk muhafazakarları için osmanlı'nın belli dönemleri asr-ı saadet devridir. kemalistler için de cumhuriyetin kuruluşundan atatürk'ün ölümüne kadar geçen dönem böyledir. nihayetinde geçmişteki bir periyodun mutluluk devri olarak kurgulanması alışılagelmiş bir durumdur.

    toplumların da bireyler gibi hafızaları vardır. kollektif bilinçaltında paylaştıkları imgeler vardır. ulusları, cemaatleri, ideolojik gruplari, bir dinin müminlerini bir arada tutan da bu imgeler ve hafızadır. dolayısıyla asr-ı saadet kavramını anlamak için hafızanın ne olduğuna bakmak gerek.

    bizi biz yapan şeylerden biri hafızamızdır. kimliğimizi büyük ölçüde tecrübelerimiz ve hatırladıklarımız üzerine inşa ederiz. ahmet diyelim, yaşam deneyimi sayesinde, hatırladıkları sayesinde ahmet'tir. ahmet'i hafızasından ayırdığınızda elinizde benliğine dair neredeyse her şeyi yitirmiş bir varlık kalır.

    fakat hafıza, genellikle zannedilenin aksine, statik bir şey değildir. bir depo değildir. anıları gerçekleştirdikleri an dondurup orada saklamayız. anılar değişebilir, geçmişe dair hatırladıklarımız esasında bugünün kurguları olabilir.

    loftus ve palmer tarafından gerçekleştirilen araba kazası deneyi hafızanın kurgulanabileceğini kanıtlamıştır. deney şöyle; katılımcılara araba kazalarının olduğu videolar izletiliyor ve bu kazaları tanımlamaları isteniyor. fakat sorularda bir manipülasyon uygulanıyor ve "araba şiddetle çarptığında hızı ne kadardı" şeklinde sorular hazırlanıyor. aslında ortada bir şiddetle çarpma durumu yok, kırılan bir cam yok fakat bu sorular sorulduktan sonra denekler hiç gerçekleşmemiş şiddetli kazaları ve kırılan camları hatırlıyorlar. yani araba kazalarına dair hatırladıkları yeniden kurgulanıyor, anı değişiyor.

    peki bunların asr-ı saadet ile ne ilgisi var?

    görüldüğü üzere, bireysel hafıza dâhi kolaylıkla değişebiliyor. fakat bireysel hafıza, toplumsal olana göre çok daha statiktir. toplumların anıları, geçmişi ve tarihi bugünün koşullarıyla değişiklik gösterebilir. geçmiş, bir meşruiyet aracı olduğu için onu manipüle etmek mümkündür.

    asr-ı saadet bir bellek manipülasyonudur. var olan geçmişi değiştirerek yeniden kurgulamanın ve yeni bir anı edinmenin yoludur.

    peki neden? toplumlar neden durup dururken geçmişi deforme edip masalsı bir periyodu tarihlerine yerleştirme ihtiyacı duyuyor? aslında gayet anlaşılabilir sebepleri var.

    françois hartog'nun eskiler modernler yabanıllar kitabında bahsettiğine göre, roma cumhuriyetinin çöküş döneminde eskiler hatırlanmaya başlamıştır. roma'nın kazandığı zaferlerin yerini hezimetler alırken, zaferlerle dolu geçmiş değerli bir şey hâline gelir. aynı kitapta cicero'dan şöyle bir alıntı mevcut:

    "bir yabancı gibi geçerken uğramış bir ziyaretçi gibi kendi kendimizde aylak aylak dolaşırken, senin kitapların bizi âdeta kendi benliğimize yeniden kavuşturdu; kim olduğumuzu, nerede yaşadığımızı onlar sayesinde öğrendik."

    esasında geçmişin bu denli önemsenmesi, geçmişle değil bugünle alakalı bir durumdur. ortada kaybedilen bir yücelik vardır.

    yunan mitolojisinde, titanların egemenliğinde tanrılarla aynı koşullarda yaşayan insanların bronz çağ'da sefalete düşmesi gibi, toplumlar bir zamanlar yüce olduklarına, güçlü olduklarına fakat bu gücün gerek kendi hataları gerekse başka etkenler sayesinde kaybedildiğine inanır.

    türk muhafazakarlarının osmanlı'nın çöküşünü ingilizler, yahudiler, masonlar gibi dış mihraklar ile açıklamasının sebebi de budur. aslında çöküşün en büyük müessibi, devlet-i aliye'nin değişen ekonomik koşullara uyum sağlayamaması ve bir zamanlar işleyen ekonomik-sosyal modelin iflas etmesidir. fakat ortada kaybedilmiş, çalınmış bir yücelik olmak zorundadır. bu yüzden osmanlı'nın çöküşünün şeytani bir müdahale ile başlaması gerekir.

    esasında bu bir bellek manipülasyonundan fazlası değildir. geçmişin anıları deforme edilmiş ve yeniden kurgulanmıştır. fakat bu manasız ve gerçekdışı asr-ı saadet söyleminin geçerliliğini yitirmesi, ideolojinin iflası anlamına gelir. çünkü eğer ortada model alınacak ve idealize edilecek bir geçmiş kurgusu olmazsa, ideologların ve siyasilerin köpürtüp kitlelere sunabilecekleri hiçbir şey kalmaz. hâliyle, ortalama bir muhafazakarın ecdadı bir fetiş nesnesi hâline getirmesi, dizilerle pohpohlanan hükümdar tipine inanıp bu yüceliğin kendisinden çalındığına inanması gerekir.

    bu ideolojiye biat etmiş birine göre kurtuluşun yolu geçmişi bugüne taşımaktan, yani geçmişteki paradigmayı bugüne uyarlamaktan geçer. içinde bulunduğumuz zamanda yaşadığımız sorunların sebebi birtakım şeytani varlıkların cennetimizi yıkması ve bizleri ahlaki olarak, ideolojik olarak bu cennetten uzaklaştırmasıdır. halbuki hakikatte böyle bir cennet hiç mevcut olmamıştır. fakat bunu öğrenirse, boşlukta yürüdüğünü sonradan fark edip yere düşen çizgi film karakterleri gibi yere çakılıverir.

    asr-ı saadet söylemi her şeyden önce bir meşruiyet kaynağıdır. özellikle bizimki gibi kriz hâlinde olan toplumlarda geçmişe referans verip oradaki bir dönemi yüceltmek ve kusursuzlaştırmak yaygındır. yine bizim toplumumuz gibi, insanların kimliğini bulamadığı ve kendini tanımlamakta güçlük çektiği toplumlarda geçmişin yüceltilmesi normal bir durumdur. fransız ihtilali döneminde eski yunan ve antik roma dönemlerinin referans alınması, mimariden sanata kadar birçok alanda söz konusu dönemlerin taklit edilmesi buna örnek gösterilebilir.

    fakat -bana soracak olursanız- belli durumlarda işlevsel olduğu kadar tehlikelidir de. zira insanın hem geçmişe hem de bugüne dair algısını alt üst eder. yaşamı sahte anılarla sürdürmek ne kadar tehlikeliyse, tarihteki bir dönemi tekrar ulaşılması gereken mükemmel bir zaman olarak kurgulamak da o kadar tehlikelidir.
  • artık nasıl bir saadet ise peygamber vefat eder etmez sahabeler iktidar kavgasına tutuşmuş. vefat ettikten 3 gün sonra gece vakti sadece 17 kişinin katılımı ile defnedilmiş.

    (bkz: hz. muhammed'in cenaze namazı)
  • sahabe adı verilen onbinlerce kişinin birbirini kesip doğradığı, siyasi ayak oyunlarıyla birbirlerinin kuyusunu kazdığı ve yağma-talan düzenini oluşturduğu zaman dilimidir.
hesabın var mı? giriş yap