• kökenini sosyal antropoloji biliminin incelediği toplum yapısıdır.

    muhtemelen üst paleolitik çağda ortaya çıkmış; tarihinin m.ö. 15.000'den daha eski olduğu keşfedilen yeni arkeolojik bulgularla kesinleşen (bkz: göbeklitepe) (bkz: körtiktepe) (bkz: çayönü) ataerkil toplum, ilk olarak ortadoğuda (muhtemelen anadoluda) görülmüştür; kültürlerin birbirinden etkilenişiyle yayılmıştır. ancak bu noktayı kısaca açmak gerekir: ataerkil toplum yapısı dünyanın her yerinde aynı anda ve etkide oluşmamıştır; ki günümüzde de her kültürün birbirinden farklı normları ve alışkanlıkları bulunmaktadır. kültürel yayılmacılık ve etkileşim, göçlerle, ticaretle, savaşlarla, keşiflerle hız kazanmıştır. toplumların birbirlerinin kültürlerinden etkilenmeleri ve o kültürleri benimsemeleri sandığınızdan çok daha kolay ve hızlı olabilmektedir.

    kimse yazmamış, ya da merak etmemiş; ama ortaya çıkış sebeplerini ben merak ettim. sonunda oluş sırasıyla/süreciyle aşağıdaki tablo ortaya çıktı (en basit şekliyle sıralamaya çalıştım). gelin en baştan başlayalım. şu kırılma noktasını da tetikleyen insan soyunun bing-bang'i olan başlangıç noktasına gidelim:

    --> yaklaşık üç milyon yıl önce hominid atalarımız, doğa koşullarının zorlaması sonucu ağaçlardan inip, yeryüzünde iki ayak üzerinde yürümek zorunda kaldı. yürüyemeyen hominidler zamanla doğa sahnesinden elendiler.
    iki ayak üzerinde yürümek zorunda kalan insan çok zor bir süreçten geçti. bunlardan en önemlisi gebelik süresinin kısalmasıydı. çünkü iki ayak üzerinde yürümenin bir bedeli vardı: pelvisin daralması. pelvis daralınca 18-19 ay süren gebelik 9 aya kadar indi. normal şartlarda gelişiminin önemli bir bölümünü tamamlamış olarak doğan yavru, uzun sürecek bir bakıma muhtaç bir halde doğuyordu. bu da insanların bir arada yaşamasını mecbur etti. henüz kanıtlanmasa da dilin doğduğu nokta olarak anne-çocuk iletişimi gösterilmektedir. aynı zamanda iki ayak üzerinde yürüyen insanın elleri boşta kalınca baş parmağın kullanımı yoğunlaştı ve alet yapımı başladı.

    doğa koşulları sebebiyle ağaçlardan inip iki ayak üzerinde yürümek zorunda kalmak --> daralan pelvis yüzünden bakıma muhtaç halde az gelişmiş doğan yavru --> uzun süren bakımın iletişimi mecbur etmesi --> dilin doğuşu --> insanların küçük kümeler oluşturmaya başlaması ve ilk küçük topluluklar.

    --> bu noktadan itibaren yerleşik yaşamın başlangıcına kadar çok uzun bir dönem vardır. şimdilik bu evreyi es geçiyoruz (to be continued).
    ........

    --> yerleşik yaşama geçiş. : bu süreç oldukça sancılı ve uzun süren bir dönem (burası güncellenecek). insanlar bir araya gelmek ve bir yere yerleşmek zorunda kaldılar.

    --> ilk tarımsal etkinliklerin başlangıcı: yerleşik yaşama geçmekle tarımın başlaması arasında bir süre geçti (burayı da güncelleyeceğim) yani demek istediğim, bir insan topluluğu bir yere yerleşir yerleşmez tarıma başlamamıştır. tarım çok sonra yapılmaya başlanmıştır.

    --> meşhur tarım devrimi. tarım insanlığın yönünü değiştiren en büyük devrimdir. insanlık tarihinin sonradan gelen tüm uygarlıkları, devrimleri tarım devriminin devamıdır.
    yoğun tarımsal üretimin nüfusa ihtiyaç duyması, nüfustaki öngörülemez yoğun artış. işte bu noktada: kadın ve anne kutsanır. çünkü tarlaya adam lazım. çünkü üremek çoğalmak lazım. elde malzeme var, tohum var, hayvan var. ama bu tarlayı kim sürecek?... işte kırk göğüslü ana tanrıçanın altın çağı!

    --> uzun süre sonra: yoğun olarak birarada yaşayan insanlarla beraber görülmeye başlanan salgın hastalıklar, kıtlık, açlık, susuzluk.

    --> ilk şaman büyücüler (hekimler) / pagan inanışların doğuşu.

    --> ve göçler. göçlerle beraber döngünün yinelenmesi. --> yalnız her toplum göç etmemiştir, bazı topluluklar daha göçebe bir karaktere sahipken bazıları da daha statükocudur: hah işte, o göçebe topluluklar ataerkil toplumla daha geç tanışmışlardır.

    --> sonunda: kişibaşı düşen kaynağın kontrol edilebilmesi için nüfusu denetim altına almak istemek. yalnız burada istemek derken bunu bilinçli bir istem değil de; tamamen el yordamıyla spontane gelişen bir süreç olarak algılarsak daha doğru olur.

    --> bu sebeple: kız çocuklarının (daha doğru deyişle yeni doğan kız bebeklerin) öldürülmesi (ölüme terk edilmesi) --> önemsizleştirilmesi --> değerinin düşürülmesi --> bu sayede nüfusu denetleyerek yaşamı devam ettirmeye çalışmak. --> işte bu nokta ataerkil kanser hücresinin yayılmasında kırılma noktasıdır. peki neden erkek çocuk değil de kız?... çünkü bir topluluktaki doğurganlık oranı erkeklerin değil, kadınların sayısıyla doğru orantılıdır. erkek istediği kadar "biz 500.000 kadını dölleyebilecek kadar sperm üretiyoruz yeaaa" desin, nüfus o erkeğin içinde yaşadığı topluluktaki kadınların miktarına mahkûmdur. --> bununla birlikte ana tanrıçanın öldürülüp yerine bereket tanrısının geçtiği çağ başlar. yani erkeğin kutsandığı çağ. çünkü artık üremek değil, varolanı korumak önem kazanmıştır.

    --> yoğun tarımsal üretim, yerleşik yaşam ve kemikleşen ataerkil sistemle birlikte tanımlanmış kadınlık ve erkeklik rolleri (toplumsal cinsiyetin doğuşu).

    --> mülkiyet ve toplumsal kurumların ortaya çıkışı --> aile, devlet, ordu vs.

    --> semavi dinler / tek tanrı inancı

    --> ve günümüz

    bunu bir ağacın enine kesiti gibi düşünün. insanların toplum içindeki davranışları, genelgeçer yargıları, sizi birey olarak yargılayışları, toplumsal cinsiyet, din, ahlak, namus gibi kavramlar bu ağacın en dışardaki eskimiş kabuğundadır. bu ağacın en merkezindeki noktada ise en basit ihtiyaçlar yatmaktadır: hayatta kalmak, yaşamı idame ettirmek, bunun için coğrafi koşullarla, açlıkla, susuzlukla savaşmak gibi... kutup hayvanları nasıl öyle bir iklimde hayatta kalabilmek için evrimlerini kalın bir kürk ile geliştirmişler ise, toplumların hayatta kalabilmesi için de evrimini kültür yaratarak tamamlaması gerekmiştir. ancak bu kültür doğayla savaşabilmek, ona karşı hayatta kalabilmek içindi. ataerkil toplum, insanın doğayla mücadelesinin sonuçlarından biridir, temeli ekonomiktir. insan hayatta kalabilmek için doğayı dönüştürme ihtiyacı hisseder; kültür ve ataerkillik başabaş giden ve doğanın karşısında olgulardır. aslan için kürk ne ise, insan için de kültür odur. ilkel (ve örtük biçimde günümüzde) insan, doğanın ve dolayısıyla yaşam koşullarının acımasızlığı karşısında yarattığı kültüre sığınır, onu kılavuz alır ve bu şekilde hayatta kalmaya çalışır.

    ataerkil toplumun doğuş sebebini mülkiyette arayanlara da buradan selam olsun ayrıca. mülkiyet ataerkil toplum oluştuktan çok sonra ortaya çıkmıştır. ama gerçek şu ki: mülkiyet, çoktan yayılmış olan ataerkil toplumun alışkanlıklarını normlaştırmış ve kemikleştirmiştir. semavi dinlerin ortaya çıkışıyla beraber ataerkil normlar sarsılmazlık ve doğallık (?) kazanmıştır.

    yani: bildiğiniz her şeyi, size belletilenleri, hepsini evet hepsini unutun ve yeniden başlayın. çünkü gerçekler onlar değil. kollektif bilinçaltımıza kazınan ve biyolojik olarak temellendirilmeye çalışılan: "erkek kadından üstündür" savının kökünde insan toplumunun şu korkusu yatıyor: hayatta kalamama, ölüm korkusu. yani kadın ile erkek arasında bir üstünlük-aşağılık durumu yoktur, bu bizzat insan toplumunun bir yaratısı ve sanrısıdır. yapılan son araştırmalarda kadın ile erkek beyninin ve bedensel tepkileri arasında anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir.
    insanlar binyıllarca onlara toplumun öğrettiklerini sorgulamadan hap gibi yuttu ve bugünlere geldik. anneniz-babanız da hap gibi yuttu ve sizi zehirlemek istedi. kadınlık ve erkeklik sizin zannettiğiniz şeyler değil; hiçbir zaman olmadı. bunun arkasında koca bir kültür ve insanlık tarihi var. bunca insanın savunuyor olması ise onları doğru ya da gerçek yapmaz. çünkü bizden çok çok önceleri yaşamış insan kümeleri bu toplum yapısını hayata tutunabilmek için ama bilerek ama bilmeyerek yarattılar. üstüne kalın tuğlalar ördüler. ancak her şeyin bir nedeni olduğu gibi, bu kalın kültürel olgunun da bir açıklaması vardı. binlerce yıl sonra doğmuş olan bizler bunların altında yatan nedenleri biliyor, başka bir kültürün ve dünyanın mümkün olabileceğini, artık doğanın korkmamız gereken bir yok edici olmadığını, aslında ona ait olduğumuzu biliyoruz. yeni bir dünya mümkün.

    kaynakça:
    http://tr.wikipedia.org/wiki/İnsanın_evrimi
    http://www.quantumday.com/…or-australopithecus.html
    http://www.orgonelab.org/saharasia_tk.pdf
    http://www.tcr.org/…ep_tcr_21_1_f10_infanticide.pdf
    http://evrimcaliskanlari.org/…yi-iki-ayak-daha-iyi/
    http://en.wikipedia.org/wiki/female_infanticide
    http://www.infanticide.org/history.htm
    http://evrimagaci.org/fotograf/93/3937
    http://tr.wikipedia.org/wiki/göbeklitepe
    http://kortiktepe.com/
    http://tr.wikipedia.org/wiki/körtik_tepe
    http://en.wikipedia.org/wiki/upper_paleolithic
    http://tr.wikipedia.org/wiki/çayönü_höyük
    http://books.google.com.tr/…wbw#v=onepage&q&f=false
    http://www.evrimagaci.org/makale/380
    http://www.kitapyurdu.com/…ar-ve-krallar/19124.html
    bronislaw malinowski - vahşilerin cinsel yaşamı
    evelyn reed - kadının evrimi
    rayna n. reiter - kadın antropolojisi
    http://www.ranprieur.com/readings/origins.html
    http://www.sciencedaily.com/…13/07/130705101629.htm
    http://arkeofili.com/?p=454

    not: işbu entry'de bulunan tarihsel süreç, yeni bilimsel bulgular ışığında güncellenmektedir.
  • erkeklerin yararına olarak biçimde yapılandırılmış bir toplumdur. yani ataerkil toplumlarda kadınlar erkeklere göre dezavantajlı konumdadır.

    şimdi, benim bu yazıyı yazmamda birkaç neden var. ben ne zaman kadınların tarafından bakarak yazsam bazı erkek yazarlar tarafından, erkeklerin tarafından bakarak yazsam da bazı kadın yazarlar tarafından eleştiriliyorum. iki tarafın da kendince haklı nedenleri var. yine belirteceğim üzere, kadınların yaşadıklarına çok daha duyarlıyım ve çok daha iyi anlıyorum; çünkü ben de kadınım ve inanın ki ataerkil bir toplumda kadın olmak bazı erkeklerin düşündüğünden çok daha zor. bir süredir aldığım mesajların ve burada okuduklarımın bana düşündürdükleriyle yazmak istiyorum.

    ataerkil toplumda erkeğin mağduriyeti diye bir başlık var. bu başlığa ben de yazdım ve bu toplum yapısında erkeklerin de mağdur olduklarını söyledim; ama bunun da çeşitli ölçütleri var. yani toplumdaki her erkek mağdur olmuyor sanılanın tersine. türkiye, son dönemde fazlasıyla sünni islamcı, toplumsal eşitlikten uzak, heteroseksist ve saldırgan. benim gözlemlediğim kadarıyla sünni müslüman ve heteroseksüel erkekler toplumda gayet rahat bir konumdalar. mağdur olanlarsa kadının toplumsal eşitliği için mücadele veren, baskın erkeklik normlarının dışında kalan (ör: gey, trans) erkekler çoğunlukla.

    erkeğin ekonomik yükü sırtlamasının, maddi ve manevi olarak hep güçlü olmasının, duygularını belli etmemesinin beklendiğini biliyorum. bunlar erkekleri büyük bir baskı altına alıyor. bunun da farkındayım; ama toplumda kadının çocukluktan itibaren büyük bir baskı altına alınarak zihniyle bedeni arasına bile bir duvar örülmeye zorlanarak büyümek zorunda bırakılmasını göz ardı edemeyiz. toplum, tüm yükü erkeğin sırtına yüklüyor ama, kadını da eve kapatıyor. toplumda müthiş bir dengesizlik söz konusu ve bu dengesizliğin farkına varmış erkekler, mağdur olan erkekler aslında.

    kadınla erkeğin dezavantajlı olduğu alanlar birbirinden farklı olduğu için "ama sizde de şu var. size de şu açıdan çifte standartlı davranıyorlar." diye gelmeyin bana. farklı bir alanda avantajlı konumda olmak, dezavantajlı bir alanın telafisi olmuyor. düğün masraflarını kadının ödemiyor olması (güya bir avantaj; bununla ilgili de konuşacağım) iş başvuru sürecinde "evlenince çocuk yapıp doğum izni kullanır" diye işe alınmamasının (dezavantaj) yerine geçer mi? bence geçmez.

    ne derseniz deyin; toplum erkeklerin yararına olacak biçimde yapılandırılmış ve baskın erkeklik normlarını izlediğiniz sürece mağdur olmuyorsunuz. aslına bakarsınız, toplumdaki çoğu baskın normu oluşturan da erkekler diye düşünüyorum. kadının çağlar boyunca bir mal olarak görülüp alınıp satılması, kadın cinselliğinin erkeklerin denetiminde olması, erkeklerin birbirlerini aşağılamak için kadınları kullanması da erkeklerin işi değil mi? kadının bekaretini namus meselesi yapan, "karı gibi" diyerek birbirini kadınlar üzerinden aşağılayan, birbirinin erkekliğini annesine ve kız kardeşine laf söyleyerek ezen de yine erkekler değil mi? cinselliğim ve sahip olduğum bedenim üzerinden sürekli hakarete uğramak çok ağır. dürüst ve saygılı olmak gibi genel toplum kurallarından ziyade "açık giyinme, bacaklarını kapatarak otur, evlenmeden sevişme" gibi erkeklere göre ayarlanmış ahlak kurallarıyla büyümenin etkisinin ne kadar sindirici olduğunu anlayamazsınız. doğurganlığınızın kanıtı olan regli siz her ay saklamak zorundayken, hatta hasta olduğunuzu düşünürken erkeklerin "erkekliği"nin kutlanıyor olması, cinsel organları üzerinden açık saçık şakalar yapabiliyor olmaları çok, çok tuhaf bir durum. tüm kimliğinize etki ediyor ve sizi baskılıyor.

    ama biliyorum. çok daha farklı baskılara ve ayrımcılıklara maruz kalan erkekler de var. ortaokuldayken dersi ekmek istemeyen erkek kardeşimle arkadaş grubu "muhallebi çocuğu, ağzı süt kokuyor" diyerek dalga geçmiş ve dışlamıştı onu; çünkü erkek olmak cesur olmayı gerektiriyordu. ben, söz gelimi, kızlar arasında böyle bir dışlanmaya, yani cinsiyet kimliği üzerinden dışlanmaya rastlamadım.

    sorun bazı erkeklerde mi, yoksa erkeklikte mi anlayamıyorum bazen. gerçi ben tüm bu sorunların kaynağının bazı insanlar mı, yoksa insanlık mı olduğuna da akıl sır erdirebilmiş değilim. neyse, devam edeyim. çağlar boyunca süregelmiş bu ataerkil normları içselleştirmeyen erkekler mağdur oluyor toplumda. yoksa toplumda çok rahat eden belirli bir erkek kitle var. bu noktada getireceğim eleştiri ise normları içselleştiren bazı kadınlara olur. toplumsal eşitlikten dem vurup da maddi manevi her şeyi erkeklerden beklemek ve yükü birlikte omuzlamamak (ör: tüm düğün masraflarını erkeğe yıkmak) olsa olsa ikiyüzlülüktür.

    bir de söylemeden geçemeyeceğim. erkek çocukları arasında cinsel taciz vakalarının da kız çocuklarınınki kadar yüksek olduğu, ama bunların çok daha az rapor edildiği sanılıyor. zaten ülkede taciz, tecavüz, şiddet, saldırganlık başını alıp gitmiş durumda. artık kadını erkeği de kalmamış durumda. her türlü yozlaşma var. ülkede yalnızca insan değil canlı hakları ihlali var zaten. birlikte mücadele vermeden de çözülmesi mümkün görünmüyor.

    aklımı -umarım ki- toparlayabilirsem yazıya eklemeler yapıp ayrıntılandıracağım. toplumsal cinsiyete ilişkin okunmaya değer bulduğum yazılarımı da eklemek istiyorum.

    (bkz: toplumsal cinsiyet/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: toplumsal cinsiyet arkeolojisi/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: cinsiyetçilik/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadın düşmanlığı/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadın olmak/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: hipergami/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 30 yaşında bekar kadın/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınların argüman geliştirememesi/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınların boş varlıklar olması@tamarix smyrnensis)
    (bkz: türk kızlarının kültürsüz olması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kızların bilime değil tüketime paraya ilgi duyması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadın olmanın avantajları/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınlar hakkındaki acı gerçekler/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınların paraya verdiği önem/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadın yazarların kuaföre ödediği ücret/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınlardan kadınlara tavsiyeler/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: otuzluk ablalarından genç sözlük kızlarına öğütler/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: bir kadının canını en çok yakan şey/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: bir kadına söylenebilecek en ağır söz/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınların erkeksiz de yaşayabileceği gerçeği/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınlar olarak kıllarımızı almak zorunda değiliz/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: popoya kadar şort giymenin mantıklı açıklaması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 1 yıl boyunca ağda yapmayan kadın/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kozmetik sektörü/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: türk kadınlarının % 91'inin kendini güzel sanması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: cinsiyetler üzerinden tüketime zorlanmak/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: bayanlara öncelik gereksizdir/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 15 yaşından beri tecavüze uğrayan adam/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: feminist kudurtmak/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 7 yaşındaki trans çocuk/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: isveç'te yapılan sistematik erkek çocuk istismarı/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: ataerkil toplumda erkeğin mağduriyeti/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadınlara saygı duyan erkekler/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 42 yaşında koca bulan kadın/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 4 bin tl maaş alan bir erkekle evlenmek/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: arabası olmayan erkekle çıkmam diyen hatun/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: donanımlı erkek bulmanın imkansız olması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kadın fakir erkeğe aşık olur mu/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: kendini öldürenlerin %76'sının erkek olması/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: 100 kadından yeni nafaka tasarısına karşı çağrı/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: hatunların efendi adam yerine piç tercihi/@tamarix smyrnensis)
    (bkz: baba/@tamarix smyrnensis) (ilk değil de ikinci giri toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkili; şu: #70219889)
    (bkz: japonya kadın üniversiteleri/@tamarix smyrnensis)

    ekleme: icerik.
  • layman - yani konuya dair bilgisi en iyi ihtimalle tesadüfi olan insanların bu türden hassas konulara tepkisine amerikalılar süper bir tarif yapmışlar

    (bkz: knee jerk reaction)

    ataerkil toplumla ilgili bir çok tartışma da bir noktada bu tepkileri tetiklemesi neredeyse garanti bir hassaslığa sahip.

    benzeri hassaslığa sahip konulara örnek olarak din, sosyo-ekonomik adaletsizlik, cinsel konular gösterilebilir.

    ataerkil toplum modeli de cinsellik, sosyo-ekonomik yapı, din, ahlak, yaşam kalitesi gibi sürüyle noktaya dokunabilen bir konu olduğu için knee jerk tepkiler yaratması kaçınılmaz bir konudur.

    yine de bu durum, ataerkil sistemin izaha muhtaç olduğu, bunun yine bilimsel ve rasyonel zeminde yapılması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.

    elbette ekşisözlük bu türden bir değerlendirme için uygun bir mecra değil. elin oğlu bununla ilgili kitaplar yazıyor, kaynakları tartışıyor, yine de kapsayıcı bir açıklama yapamıyorken biz hangi cüretle buna girişiyoruz ki?

    ama işte internetin en güzel taraflarından birisi de bir çok konunun gatekeeping'ini yıkması oldu. isteyen herkes, vaktini ayırıp istediği konuda istediği kaynağa çok çok rahat ulaşır oldu. hatta benim savım şudur - resmi bir kurum (üniversite) ve bu kurumda öğrencilere verilen eğitim, kurumu yönetenler, kurumu yönetenleri yönetenlerin doğrudan etkisi altında olduğu için sosyoloji-psikoloji gibi pozitif bilimlere dayanmayan, tartışma götüren konularda yanlı ve yönlendirici müfredatlara karşı savunmaları zayıftır.

    yani bir kurumun başına getirdiğiniz bölüm başkanı-rektör vs'nin x konuya olan bakışı, o konuyu işleyen hocaların seçimini, dolayısıyla eğitimde verilen müfredatı ve öğrencilerin okuldan mezun olurken beyinlerine yüklenmiş olan şemayı doğrudan etkiler.

    öte yandan bu kurumlarda homojen bir yapı bulmak cogu zaman imkansız oldugu için hocalar arası fikri tartışmaların yarattığı checks & balances dinamiği derslere giren öğrencileri de etkileyebilir.

    peki bu etkilerden uzak bir şekilde kendi araştırmasını yapma motivasyonunda olan birisi için bu riskler yok mu? pekala var. bir kere en başta insanların kendi fikirlerini onaylayan bilgileri daha kolay kabul edip, kendilerini yalanlayan bilgilere daha sert yaklaşarak açıklarını yakalamaya çalışmaları eğilimi var. (bkz: confirmation bias)

    internet ortamında demagoji yaparak üstteki knee jerk reaksiyonları yaratırken altını mantıksal safsatalar, yarı-doğru veriler ile destekleyerek total bir resim çizerken bunu kredibilitesi yüksek bir şekilde yapıyor izlenimi veren de çok karakter var. en kolay örnek - adnan hoca ve amerikada bulunan discovery institute isimli koyu hrıstiyan vakfın ürettiği evrim teorisi karşıtı yayınları türkçeye çevirmesi gösterilebilir. bu kitapların sayısı o kadar çok ki, evrim teorisini doğru anlatmak için çaba sarfedenler karşı taraftan gelen iddialara sırf sayısının coklugu yüzünden cevap veremediği için (hangi biriyle ugrasacaksın?) adnan hoca yıllarca evrim konusunda kredibilitesi yüksek zannedildi. hatta oktar babuna ve bir başka adnan hocacı, yigit bulut'un tv programına çıkarak biyolog hocalarla tartıştırılmıştı.

    neyse..

    özetle internet de okullardan çok farklı değil. tıpkı okullarda rektör etkisi oldugu gibi rastlanılan sağlam bir demagogun etkisine girerek de görüşün şekillenmesi mümkün.

    bu noktada hep savunduğum cocuklara okulda demagojiyi tanımalarını sağlayacak, bilimsel araştırma nasıl yapılır gösterecek, eleştirel düşünce, mantıksal safsatalar, bilimsel şüphecilik vs gibi konular anlatılmalıdır. beynimiz zaten sürüyle bias oluşturacak şekilde verimsiz çalışıyor ve rasyonel düşünce biz insanlar için zor bir pratik - bilinçli olarak efor sarfetmek gerekiyor. beynimiz, kolaya kaçıp var olan mental şemalara göre hızlıca karar verme meyline sahipken bir de dışarıdan gelen bilgi kirliliği - şahsen benim türümüzün nasıl dikkatini verip medeniyet yarattığına hayret etmeme sebep oluyor.

    ok dagıttık konuyu.

    özetle kastettiğim şey şu :

    biz insan olarak çeşitli düşünsel zaafiyetlere sahibiz,
    hassas olmadığımız konularda bile beynimiz tembel ve önümüzdeki verilere bakarak rasyonel bir karar vermektense halihazırda var olan mental şemalara (beklenti, alışkanlık, bias) göre karar vermeye meyilli.
    hassas oldugumuz konularda rasyonel değil, duygusal düşünüyoruz ve tepkiler veriyoruz.
    pozitif olmayan bilimler insanların etkisine fazlasıyla açık, o yüzden sağlıklı bilgiye erişmek çok zor. sağlıklı bilgiye eriştiniz, bu sefer kendi zaafiyetleriniz sebebiyle bunu değerlendirmeniz de çok zor.
    özetle bu hassas konular komple yokuş yukarı bir mücadele.

    bu yüzden aynı anda hem mars'a robot gönderen hem de kız cocuklarını namus diye öldüren bir türüz.

    namus bak - ne kadar hassas bir konu.

    namus kavramı için verilebilecek knee-jerk reaksiyon "ilkel, gereksiz, zararlı bir gelenek" açıklaması .

    ya tamam da, sen namus kavramını açıklamış olmuyorsun ki? sadece ve sadece "name calling" yapmış oluyosun.

    namus nasıl ortaya çıkmış, nasıl farklı yerlerde farklı zamanlarda ortaya çıkmış, nasıl binlerce sene boyunca korunmuş, nasıl şekil değiştirmiş, bu fikrin bu mim * 'in türümüzün ya da türümüzün alt kırılımlarından olan bir sosyal grubun hayatta kalma şansını artırıcı bir fonksiyonu var mı? varsa bu fonksiyonun daha mantıklı bir ikamesi var mı, bu fonksiyon hızını alamayıp fazla gelişmiş (bkz: runaway principle) bir sosyal adaptasyon mu? yararı zararından fazla / zararı yararından fazla mı?

    hiç birini cevaplayamadan, cevaplamayı bırak daha doğru soruları soramadan "ilkeldir".

    e süpermiş. nasıl anlıycaz peki bu fenomeni?

    bir kere net bir şey var ki - o da şu, tıpkı doğadaki evrim gibi, tıpkı türlerin çevre şartlarına adapte olarak ortama uyum sağlayarak nesli devam ettirmeleri esnasında avantaj yaratan özelliklerin tutunup, dezavantaj yaratan özelliklerin kaybolması - veya dezavantaj yaratan özelliklere sahip türün neslinin tükenmesi - bakın burası çok önemli - gibi sosyal pratikler de bu çevreye adaptasyonun çok önemli bir parçası.

    daha basit bir dille -

    sosyal yapısı ve pratikleri, çevreye uyumu kolaylaştıran toplumlar hayatta kalıp güçlenirken, pratikleri dezavantaj yaratan toplumlar ya bu dezavantaj yaratan pratiği terk ediyor, ya da bu toplum tarih sahnesinden siliniyor.

    bu bağlamda - namus kavramı da izaha muhtaç bir hale gelmiş oluyor.

    eğer namus o veya bu şekilde bir fonksiyona sahip olmasaydı bugüne kadar sosyal pratik havuzundan (gen havuzu gibi düşünelim) elenir miydi? hala eleme sürecinde miyiz yoksa namus kavramı şekil değiştirse bile insan toplumlarının bir parçası olarak yaşamaya devam etmesini meşru kılan bir fonksiyona mı sahip?

    umarım gösterebildiğim gibi, hassas konularda doğru soruları sormak, duygusal tepkiler vermeden konuyu araştırıp tartışmak herhangi bir fenomeni anlamak , bu fenomenle ilgili problemleri tanımlamak, bu problemleri mümkünse çözmek için çok önemli değil - bir zorunluluk.

    dönelim ataerkil toplum modeline.

    ataerkil toplum modelinin karikatürize edilen halinden işlevli haline kadar uzanan bir skalada istediğimiz yere bakalım, ortak tema erkeklerin "egemen"liği.

    buradaki ilk soru - bu "egemen"lik özelliğinin doğru olduğuna dair ne gibi verilerimiz var. gerçekten ataerkil sistem erkeği egemen yapan bir sistem mi? daha doğru bir soru şu olmalı belki - ataerkil sistem, normalde egemenlik gibi bir özelliğe sahip olmaması gereken bireyleri, doğuştan gelen özellikleri sebebiyle egemen kılıyor mu? ya da sosyal hiyerarşide daha yüksekte olması gereken bir bireyi sırf erkek doğmadığı için cezalandırıyor mu?

    bu sorulara evet ve hayır cevaplarını vermemizi sağlayacak örnekler mevcut.

    evet, kız cocukları okutulmayarak, cinsiyet rollerine sıkı sıkıya yerleştirilerek, anne-eş-ev hanımı rolüne hazırlanarak sosyal hiyerarşinin ekonomik merdiveninde alt sıralara zorlanıyorlar.

    hayır, kız cocukları okutulmayarak, anne-eş-ev hanımı rolüne hazırlanarak, ev dışı bir işte para karşılığı çalışma zorunluluğundan azat edilerek, bakım sorumluluğu babasından eşine devredilerek daha korunaklı bir hayatı sırf kadın oldukları için elde edebiliyorlar.

    bakın tam şu aşamada bir çok okuyan "knee jerk reaksiyon"gösterdi bile. sebebi de beyninizdeki halihazırda var olan mental şemanın, bir insanın sosyal hiyerarşideki avantajlı konumunu büyük ölçüde ekonomik konumuna göre kabul etmiş olması.

    yani okutulmayan bir kız cocugu, kendine denk bir sosyo ekonomik sınıftaki biriyle evlendiği zaman, ekonomik olarak değer yaratmıyor olarak kabul edildiği için sosyo ekonomik skalada düşük statüde görünüyor.

    peki bu okutulmayan kız cocugu, daha doğrusu "meslek edinmek üzere egitim görmeyen" kız cocugunun ailesi çok zengin olmuş olsa, kız atıyorum sanat tarihi okumuş olsa, piyano , yabancı dil, aşçılık dersi almış olsa, kendi sosyo ekonomik sınıfındaki zengin ailelerin başarılı erkek cocuklarının arzulayacağı türden bir eş olarak erişebileceği en iyi eşe erişmesini sağlayacak özelliklerle donatılmış olsa, hayatı boyunca tek kuruş para kazanmamış olsa yine ekonomik olarak değer üretmemiş olacak - peki bu kadının hayatı meslek edinmek için okumuş ve her gün maslak'ta işe gitmek zorunda olan kadına kıyasla daha kötü bir hayat mıdır?

    demek ki sorumuzun cevabı otomatik bir "evet" ya da "hayır" değil.
    "duruma göre" olmak zorunda. zira çalışmak zorunda olmamak, istediği şeylere zaman ayırabilmek, onlarla meşgul olabilmek bir çok insan için arzulanır bir şey. fabrika işçisiyle evlenen fatma da hedge fund manager tony ile evlenip amerikaya yerleşen funda da temelde aynı ataerkil sistemin ürünü.

    aynı ataerkil sistem erkek cocuklarını tüm sosyo ekonomik sınıflarda "kaynak yaratıcı" olarak sosyalleştiriyor. erkeğin seçim şansı pek yok - ailesi çok zengin olsa dahi erkek cocugun ekonomik kaynak yaratması zor mesleklere ya da uğraşlara merak salması "bu da işte sanatçı oldu.." tarzı dalga geçmelere maruz kalacak bir şey oluyor.

    zengin ailenin kız ve erkek cocugundan kız olan, dilerse okumayıp ilgi duyduğu para kazandırmayan uğraşla vakit geçirebilesi sosyal olarak kabul görürken erkeğinki sosyal olarak kabul görmüyor hatta erkek ayıplanıyor.

    ataerkil sistem bu durumda erkeği egemen mi kılmış oldu?

    bu örnekte kadına istediğini yapma hakkı tanınırken erkeğe istediğini yapma hakkı tanınmamış oldu.

    yani ataerkil sistem erkek egemen diyemiyoruz. erkek egemen olsa idi her durumda erkeğin istediğini yapabildiği ve bunun sosyal kabul gördüğü bir sistem olması gerekirdi.

    bununla bağlantılı bir diğer konu güçlü bireylerin ekseriyetle erkek olması sebebiyle "erkek egemen" fikrinin desteklenmesi.

    devlet yöneticileri, şirket yöneticileri, girişimciler, ekonomik kaynakları konsolide eden aktörlerin yöneticileri vs ekseriyetle erkek.

    daha önce bahsettiğim tembel beynimizin şemalarında güç=erkek figürü var.

    öte yandan realitede ekonomik gücü konsolide eden insanların sayısı çok küçük. sürekli olarak "en tepe 26 kişi en fakir 3.5 milyar kişiyle aynı paraya sahip" haberleri görüyoruz ve en tepe 26 kişi hep erkek ama en alttaki 3.5 milyar kişide de sürüyle erkek var.

    burada önemli buldugum bir detay var mesela.

    dünya bankası verileri : https://blogs.worldbank.org/…n-poverty-isn-t-sexist

    örnek olarak diyor ki - her 100 erkeğe karşılık 122 kadın fakir.

    buradan çıkan resim ne? erkeklerin ekonomik durumu daha iyi.

    ancak şeytan ayrıntıda gizli - cümle ne diyor?

    122 women between the ages of 25 and 34 live in poor households for every 100 men of the same age group.

    household. hani hane. yani bu insanlar evli. yani erkekler eş bulabilmiş.

    peki bir diğer bilgi ne? fakir erkeklerin bekar olma olasılığı çok daha fazla:
    https://www.bbc.com/news/business-40894089

    yani dünya bankası geliri haneye göre ölçüyor, ama bu data evli olmayan fakir erkekleri dışlamış oluyor. yani 122 kadın fakir hanelerde yaşıyor ama miktarı belli olmayan bir de "hane" olamamış, fakir olduğu için evlenememiş erkek grubu var.

    bu perspektife göre, erkekler en tepeyi de işgal ediyor, en dibi de işgal ediyor.

    ataerkil sistem erkeği egemen kılıyor mu? eğer performans gösterebilirse evet.
    gösteremezse? otomatik olarak erkeği yükseltiyor mu?
    duruma göre. her zaman değil.

    mesela,

    dünya bankası raporunda da geçiyor - hane falkı fakir - ama hane içinde kaynaklar eşit dağıtılmıyor. kız cocuklar daha az faydalanıyor.

    fakir aile düşünelim bir kızı ve bir erkek cocugu var.

    data gösteriyor ki, erkek cocugun okula gitme oranı, kız cocuga göre yüksek. bu bir avantaj mı? evet erkeğin ev dışında çalışarak para kazanması açısından bir avantaj.
    peki aile niye bu kararı veriyor? çünkü erkek veya kız cocuk arasında seçim yapmak zorunda ise, sosyal olarak kadının ev dışında çalışmaması (ev hanımı olması) kabul görecek bir şey iken, erkeğin meslek sahibi olamaması onu otomatikman üstte tarif ettiğim "en dip" kategorisine mahkum etmek oluyor.

    peki bu aile kızını yine de niye okutmuyor? çünkü biliyor ki diğer aileler de benzeri seçim yapacaklar ve kızları büyük ihtimalle okuyup meslek sahibi olmuş bir erkekle evlenecek. yani aile, toplumun kız cocukları için sağladığı b planı, güvenlik ağı'na güvenerek erkek cocugu okutma kararı veriyor.

    rapora baktığımızda ama kız cocuklar haksızlığa ugruyorlar. evet kriteri sadece "ogrenim olanağı" olarak belirlersek haksızlık.
    ama kriteri "ev dışı çalışma zorunluluğu" olarak belirlersek erkek haksızlığa ugramış oluyor. çünkü ona biçilen rol bir şekilde ekonomik kaynak yaratma zorunluluğu. kadına tanınan "kaynak yaratma zorunluluğu veya ev hanımı olma" seçeneği erkeğe sunulmuyor. erkeğe sunulmayan seçenek kadına sunuluyor.

    noldu? ataerkil hani erkek egemendi? bu açıdan bakınca da erkek egemen değil, kadına daha büyük öncelik veren bir sistem olarak görülüyor.

    özetle bu tür konuları bir çok açıdan değerlendirip duygusal tepkiler göstermeden anlamaya çalışmak diyalogu ve hayat tatmini / mutluluğu artırıcı bir pratik olacaktır.
  • musluman aile kokeninde evin direginin sadece fiziksel nedenlerle erkek olmasina ve de erkein sozunden disari cikilmaz cikilirsa fena olur sonucuna vardiran toplum bicimi. bu tur ailelerde erkek cocuk cok kiymetlidir, kizlardan sekiz on tane bulunur (erkei bulana kadar devam etmistir cunku ataerkil arkadas)
    abla tavsiyesi : erkek arkadasinizin ya da kocanizin bu tur bir aile mensubu olmadigina dikkat ediniz.. kaynanalar yapi itibariyle dirdir ederler, kadin yillardir yedirmis okutmus buyutmus askere gondermis...sen gel oglani kap olucak is mi simdi?
  • (bkz: #99195388) tum atanamamis akademisyenler sansini debede deniyor heralde arkadas. hay size bir, dogal seciliminize iki. ossde biraz daha fazla net yapip muhendis olsaydiniz da bizi bir rahat biraksaydiniz yahu.

    dipnot: muhendis degilim. sayisalci bile degilim. ama su sozlukte sozelciler artik evrimi agzina almayi ve olmayan bilgileriyle abuk sabuk sosyolojik cikarimlar yapmayi birakmali.
  • erkekler ne kadar kadını eşit gördüğünü söylese de bu toplumun etkilerinden kurtulamamış durumdalar hatta kadınlar bile. önce kadınların kendini küçük görmemesi gerekiyor. nolursa olsun hiç bir erkek kendini bir kadından daha aptal görmüyor, görür gibi olsa da fazla düşünmeden koşarak uzaklaşıyor. hatasını bir kadına karşı kabullenmek, erkeğe karşı kabullenmekten daha zor ve ağır geliyor. yasa, iş hayatı, okul hayatı, günlük hayat, hatta arkadaş ilişkileri bile erkek avantajına.
  • avcılık ve toplayıcılıkla geçinen toplum seviyesinden tarım toplumuna geçilmesiyle ortaya çıkmış ve teorik olarak bilgi toplumuna doğru gidildikçe yavaş yavaş etkisini kaybetmesi beklenen toplum düzenidir.

    yerleşik hayata geçmeden önce toplayıcılıkla geçinen kabile veya topluluklarda erkekler genellikle ava giderken kadınlarda kabilenin geleceği olarak görülen çocuklara bakmak ve aynı zamanda tarıma doğru giden ilk adım olarak da yorumlanabilen, yakınlardaki meyve ve diğer bitkisel ürünleri toplamakla yükümlüydüler. dolayısıyla da kabile hayatlarında kadınlar, kabilenenin devamını sağlayan unsurlar olarak görülmüş ve içinde bulunduklara topluluklarda yük olmaktansa geleceğin teminatı olarak algılanmışlardır.

    bu yapıyı destekleyen en büyük etmenlerden biri ise, tarım devriminden önce dünya nüfusunun görece olarak çok az olması, ki bu sayı tüm dünya için yüzbinlerle ifade edilir, ve bunun sonucunda da topluluklar arası savaş veya kaynak savaşının günümüzle kıyaslanamayıcak kadar az olmasıdır. çünkü daha sonraları artan çatışmalar da kadınlar ve çocuklar korunması gereken bireyler haline gelmişlerdir. tarım reformundan önceki anaerkil kültür, reformdan sonra da belirli bir süre boyunca varlığını sürdürmüştür. özellikle ilk medeniyetlerdeki bereketi simgeleyen kadinlar **ve antik yunan'daki kadın tanrılar ** bunlara örnek olarak verilebilir.

    tarım reformu ve yerleşik hayatla beraber, üretimin sağlandığı topraklar savunulması gereken birer yaşam sahalarına dönüşmüş, bu toprakları savunmak ve daha bereketli alanları ele geçirmek içinse erkeklerin egemenliğindeki askerlik kavramı ortaya çıkmıştır. bunun sonucunda da kadınların eşit statüye sahip anerkil toplumlardan ataerkil toplumlara geçiş başlamıştır. kanımca dillerin gelişimimde de bu etki gözükmektedir. nitekim yerleşik hayata geç geçen türk kavimlerinin kullandığı dillerde kadın erkek ayrımı yokken, yerleşik hayata daha önce geçmiş bir çok diğer toplumda dilde dişi erkek ayrımı ön plana çıkmıştır.

    endüstri devrimiyle beraber her ne kadar kadınların ekonomik ve siyasal yaşama katılımları artmışsa da, bu uzun yıllar sınırlı kalmış ve toplumlardaki üretim kaynaklarının kontrolü büyük ölçüde erkeklerde kalmıştır.

    bilgi toplumuyla beraber, düşüncenin ve üretilen fikirlerin önem kazanmasıyla, kadınlar erkeklerle üretim kaynaklarının kontrolü ve yaşamın pek çok diğer alanında eşit şartlarda mücadele edebilmeye başlamışlardır. ancak son 10000 yılda oluşan ataerlik toplum mirasi ve bilgi toplumuna geçiş sürecinin yavaşlığı, ataerkil toplum kültürün kısa bir süre içerisinde ortadan kalkma ihtimalini sınırlandırmıştır.
  • batı dünyasından başlayarak dünya genelinde yavaş yavaş tarihe karışma emareleri gösteren toplum yapısı. bu saatten sonra yüksek ihtimalle tamamen yok olacak ya da çok daha güçlü bir şekilde geri dönecek. sebebi ise çok basit: (bkz: feminizm)

    ataerkil toplum yapısı çok temel bir sebepten dolayı oluşturulmuş bir yapı. kadının hipergamieğilimini baskılamak.

    bu yapının olmadığı eski çağlarda erkeklerin en tepedeki %20'sinin kadınların %80'ini elde etmesi gibi bir durum vardı. çünkü kadınlar güçsüz, kaynaklara erişimi sınırlı, çocuğunu hayatta tutması zor bir erkeğin tek partneri olmak yerine doğal olarak güçlü ve kaynaklara erişimi yüksek bir erkeğin birden çok partnerinden biri olmayı tercih ediyorlardı.

    zamanla yasalarla, ilkel düzenden çıkıp toplum düzenine geçmemiz ile herkes kaynaklara belli bir düzeyde ulaşabilecek duruma geldi ve aynı zamanda ataerkil toplumun temelleri oluşturulmuş oldu. bu düzen ile kadınların çok eşlilik eğilimi baskılandı, erkekler kaos yaratma düzeninden çıkıp değer yaratma, fedakarlık etme düzenine sokuldu ve bu düzen 1970'li yıllara kadar bu şekilde devam etti.

    1970'lerden sonra ise yaygınlaşan feminizm akımı bu düzenin geleceğini tehdit etmeye başladı. ataerkil düzenin içinde yavaş yavaş ve sinsice ilerleyen feminizm özellikle 21.yüzyılın başlaması ile büyük bir hız kazandı. ataerkil düzenin baskısı büyük ölçüde kırıldı ve bir nevi başladığımız en ilkel noktaya, özümüze geri dönmüş olduk.

    bu öze dönüş kadınların birçoğunda evlenene kadar hayatında olan erkek sayısının 3-4'lerden 20-30'lara kadar çıkmasına sebep oldu. kadınlar 20'li yaşlarında dj'lerle, berkecan'larla alemden aleme akmaya, 30'lu yaşlarına gelip değerleri düşmeye başlayınca da bir beta erkeği evlenmeye kafalayıp eskisinden daha sakin bir hayata razı olmaya başladılar.

    bu durumun en büyük etkisi boşanma oranlarının artması oldu. hayatından 3-4 yerine 20-30 tane erkek geçmiş bir kadının hipergami eğilimini tatmin etmek daha zor ve bu eskiye göre daha mutsuz, seks hayatının bitik olduğu, partnerlerin birbirinden bıktığı ilişkilere yol açıyor.

    türkiye'ye bazı şeylerin 20-30 yıl sonra gelmesi sebebiyle hala bu öze dönüşe direnen bir kısım var, bu kısmın büyük çoğunluğunu muhafazakarlar oluşturuyor. fakat chp'nin büyük farklarla kazandığı, türkiye'nin en büyük ilçelerinden birinde yaşayan birisi olarak diyebilirim ki bu öze dönüş buralarda da gümbür gümbür gelmeye başladı.

    peki bu son gelişmelerin erkeklere etkisi ne oldu? elbette ki pek iyi olmadı. evliliğinden istediğini bulamayıp bir de üzerine nafaka ödemek zorunda kalan, hayatı kadınlar tarafından kazık yemekle geçen, yani kısaca hayatı boyunca ona söylenen "oku, iş bul, evlen, çocuk yap, emekli ol" dinamiğinin aslında bir yalan olduğunu öğrenen erkeklerin sayısı gün geçtikçe fazlalaşmaya başladı.

    bu da demek oluyor ki, erkekler değer yaratma ve fedakarlık modundan çıktılar ve eski saflıklarını yitirdiler. bu da the red pilldenen karşı direniş akımının oluşmasına ortam hazırladı. erkekler hayatları boyunca onlara öğretilen şeylerin koca bir yalan olduğunu fark ettiler ve bu yüzden de bu karşı akımın adına the red pill denildi.

    the red pill kısaca nedir: (bkz: #66593405)

    şuan feminizm ve the red pill adeta bir savaş halinde. iki cinsiyetin arası hiç olmadığı kadar açılmış durumda ve ataerkil düzenin sonu ufukta göründü. feministlerin bu işten galip çıkacağına biraz bile ihtimal vermiyorum ama ataerkil düzenin geri döneceğini de hiç düşünmüyorum. görünen o ki kadınların üzerlerinde bir baskı olmadan istediklerini yaptıkları ve bunun bazı hoş olmayan yan etkilerinin olduğu, erkeklerinse bu yan etkiler yüzünden değer yaratma modundan çıkıp kendi yoluna gideceği bir devire gireceğiz. bunun sonuçları ne olabilir bunu şimdiden görmek biraz güç.
  • etkilerinin damarlarıma kadar işlediğini fark ettiğim toplum.
    şöyle ki; geçen gün evli bir arkadaşımı ziyarete gittim kendisi küçük çocukları ile ilgilenirken tüm hizmet ve çay doldurma gibi işleri kocası yaptı. her şey çok normaldi ama biz kadınlar otururken bir erkeğin bize hizmet etmesinin garip ve rahatsız edici geldiğini fark ettim sanki kalkıp ben yapsam ya da arkadaşım çocuğunu bırakıp bu işlere baksa anormalden normale dönecekti her şey.
    daha sonra nette gezinirken çocuklar duymasından bir sahne çıktı karşıma ve haluk karakterine tahammül edemediğim için sonuna kadar izleyemedim. oysa küçükken meltem'e tahammül edemezdim. şımarık gelirdi hatta kızardım ona sanki kocasını küçük düşürüyor ve ona gereken saygıyı göstermiyordu.
    sonra düşündüm aile hayatımızda belirgin bir ataerkil düzen hiç olmadı oysa. abimin işlerini benim görmen beklenmedi mesela ya da abim üzerimizde söz sahibi olmadı hiçbir zaman. ama yine de günün sonunda ben bir erkeğe çay doldurursam normal o bana doldurursa rahatsız edici gelmişti. insanın çocukluktan getirdiği kabullerden sıyrılması çok zor gerçekten bazen farkına varması bile.
  • ataerkillik, kadınların erkeğin kaynaklarından ve korumasından yararlanma karşılığında erkeğin himayesi altına girmesidir. her ne kadar günümüzde kötülense de medeniyetten önceki dönemlerde kadınların büyük çoğunluğunun hayatta kalmasını sağlamıştır. (kadınlar ilkel çağlarda doğada uzun süre tek başına yaşayacak kadar güçlü değildi.)
    tarih boyunca sadece kadınlar ikinci sınıf insan muamelesi görmedi. zengin olmayanlar ikinci sınıf insan muamelesi gördü ve görüyor. sırf kral, padişah istedi diye savaşa, ölüme giden kimdi? kadınlar mı erkekler mi? erkekler!
    üst sınıflar hep erkekten ölmesini istedi. kadından istemedi. üst sınıf kadını değil erkeği sömürdü bu yolla. erkeğin sorumluluğu fazlaydı, o yüzden hakkı da fazlaydı.
    ''iktidarın olduğu her yerde sömürü vardır'' mottosunu benimseyen anarko feminizm hareketi sömürü, köleleştirme, işgal etme, yıkma, saldırganlık, baskı, savaşçılık, rekabetçilik, duyarsızlaşma gibi otoriter nitelik ve değerleri “eril” olarak, işbirliği, paylaşma, şefkat, duyarlılık, yakınlık, açık iletişim gibi otorite karşıtı nitelik ve değerleri “dişil” olarak görür ve tümü için "no masters" der.
    bu yüzden feministler bu, ezme ve ezilme biçiminin ailedeki bireyin ilk denetlendiği yer olarak "aile", erkeğin gücü ve mülkiyeti elinde tuttuğu bir "küçük devlet"tir. bu yüzden feminizm aileye karşıdır. devlet de kapitalisttir, erk'tir, otoriterdir ve bu anlamda erildir. feministler bu yüzden anti-militaristtir. çünkü ordu erkektir. bu yüzden feministler eril ordu ile savaşabilmek için tek güç olarak feminist bir örgüt olan ypg-ypj'yi desteklerler. et yemek erkeksi bir eylemdir bu yüzden feministler veganizmi desteklerler. erkeklerin de dişil yani feminen olmasını istedikleri için lgbt'yi desteklerler. feminizme göre otorite=erkek olduğu için her türlü otoriteye karşı çıkar. bu yüzden feminizm anarşik bir ideolojidir. bu yüzden aile, devlet, ordu, din kavramlarına da karşı çıkarlar. çünkü tanrıda onların gözünde erkektir. özellikle islam dini hiç kadın peygamberlere yer vermediği için islam düşmanıdırlar. türk milleti dünya tarihindeki en askeri millet olduğu için türkler tarihteki en eril-erkeksi millet olarak tarihe geçiyor. bu yüzden dünyadaki bütün feministler, türkiye'deki feministler dahil türk düşmanıdır. feministler bilimi ve teknolojiyi erkek egemen bir araç gördüğü için gelişime ve medeniyete karşıdır.
    eril kelimesi 21. yüzyılda, bu yeni yetme sözde kadın hakları savunucularının erkekleri aşağılamak amacıyla kullandıkları bir kelime haline geldi. ama asıl kökeni erkek olan ve güçlü olan demektir.
    evren; ilk oluştuğu zamanlarda ilk defa bir tür “ilk hareket” ile var olmaya başladı. bu ilk hareket eril bir harekettir çünkü bir irade gösterir. hareket etme güdüsü… ilk gaz ve toz bulutlarının dağılmasını önleyip dünya gezegenini oluşmasını da sağladığımıza göre artık biraz daha hayatın içinden eril örneklere göz atabiliriz. bir ağaçtan toprağa düşen tohum topraktan baş verir ve yukarı doğru uzamaya başlar. bu eril bir davranıştır ki şunu da fark etmişsinizdir, eril hareketler hep ileri, dikine doğru hareketlerdir. tohum dişildir, tohumdan çıkan filiz ise erildir. böylece eril ve dişilin birlikteliği yeni hayatları, yeni ağaçları, yeni tohumları meydana getirir.
    insanlar ve kurumları eril prensipler doğrultusunda büyür gelişirken buna karşın dişil prensipler insanın ileri doğru hareketini sabote etmek ister.
    feminizm sadece cinsiyet eşitliği, özgürlük için çalışır diyenler olabilir. bunlar sadece kendilerini masum göstermek için kullandıkları bahanelerdir. feminizm zaten kuruluş amacı kadınların temel yaşam haklarını kazanmak için kurulmuş bir şeydi. ama bugün 3. dalga feminizm diye bir şey var. bunlar erkeklere dair her şeyi yok etmek, silmek istiyor.
    artık feminizm erkek düşmanlığını da aştı, tamamen medeniyet düşmanı haline geldi. sanayi devrimine karşı çıktılar, tarım devrimine karşı çıktılar. şimdi de anarko primitivistler ile birlik olup bilim ve teknolojiye karşı çıkıyorlar.
    medeniyet erkek kökenli olduğu için onlar hep karşı çıkacaklar. feministler bu yüzden medeniyet için bir tehdittir.

    insanlar kendi başlarına gelen kötü olayların suçunu kendilerinde aramamaya meyillidir. mutlaka şeytanlaştıracak bir günah keçisi ararlar. bill gates, 5g, rockafeller, abd, iktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı suçlar, zenginleri suçlarlar, yahudileri suçlarlar, feministler erkekliği suçlarlar hatta daha da ileri gidip testosteron hormonunun suçlarlar. hırsızlık yapıp şeytana uydum der. feministlere göre bütün şiddetin ve savaşın suçlusu testosteron hormonudur.
hesabın var mı? giriş yap