• düz mantıkla her şeyin bir yapanı, bir mucidi, bir mimarı, bir mühendisi var ee bu evreninde de mutlaka bir yaratıcısı vardır diye düşünmeyenlerin inancı...

    inanç mı? evet eğer ateizmi de sorgulamıyorlarsa inanç oluyor bir nebze. ama çoğu inanç olarak bakmıyor.

    evren o kadar geniş ki dünyadaki kum taneleri kadar gezegen olduğu varsayılıyor...

    yani bu gezegende hayat olmasının tesadüf olabilme ihtimali bu büyüklük içinde olağan gibi...

    ama insanlığın ilk ortaya çıktığı zamandan bugüne kadar bir güce inanıyor insan. o gücü sorguluyor, o güce inanmamayı tercih ediyor, o güce dair felsefeler üretiyor.

    mağara dönemlerinde dahi ölülerin değerli eşyalarla gömüldüğüne dair buluntular var. yani öte dünya inancı insanlık tarihi kadar eski.

    neden?

    bütün evreni dizayn eden bir güç olabilir ama dinler bu noktada bu güce nazaran daha zayıf temellere sahip. çünkü dinlerin içinde bolca insan faktörü var. insan zaafiyet dolu bir varlık. hırsları var, ihtirasları var, egosu var, beklentileri var.

    din her ne kadar ilahi kaynaktan geldiğini söylese de insan faktörünün eziciliğinden dejenere oluyor ve bozuluyor...

    islamiyet sadece mekke ve medine'de peygamber çevresinde bulunan kişiler tarafından kaynağından öğrenilmiştir hakeza isa ve havarileri için de geçerli. yine musa ve çevresindekiler için de geçerli.

    yani insanın kaynağa erişimi tükenmiş... kutsal kitaplar içinde kuran farklılaşmamış, incil iznik konsülünde 4 ayrı kaynağa dönüşmüş, tevrat eski ahit yeni ahit diye ikiye bölünmüş.

    bunlar içinde halife osman dönemine tarihlenen en erkek kutsal metin olan kuran'ın günümüz kuranlarından farkı olmadığı biliniyor.

    ama yine de peygamber dönemine ait kuran sahifeleri yok. zaten kitaplaştırma halifeler döneminde başlıyor. bu dönemde iktidarlar kişisel hırsları uğruna bir takım ayetlerde oynama yapmış olabilir mi? bilmiyoruz... peygamber öldükten sonra bölünmelerin yaşadığı bir inanıştan bahsediyoruz sonuçta...

    kendi çıkarları uğruna iktidarların yapmayacağı bir şey yok. özellikle emevi hükümranlığı döneminde nasıl bir kültürel tahrif yapıldığı malumdur...

    ateizm bana kalırsa 100 yıl sonra en büyük tercihlerden birisi olacak. ama en güçlüsü deizm olacak. dinlerden arındırılmış bir tek tanrı inanışı yaygınlaşacak.
  • 16 yaşımda kimsenin etkisinde kalmadan kendi kendine unlock olan bir achievment. aferin bana.
  • "piramitleri uzaylılar yaptığına inanıyorum"
    önermesine karşı
    "piramitleri uzaylıların yaptığına inanmıyorum"
    demek ile
    "piramitleri uzaylıların yapmadığına inanıyorum"
    demek arasında ciddi bir mantıksal fark vardır.

    olasılıklara, bilime, bilinenler üzerinden cikarimlar yapıp hipotez oluşturmaya ve bunları test etmeye değer veren, yanlış olduğu kanıtlandıginda kabul etmeye hazır olan, herhangi bir şeye inanmayı reddeden birine "ateist olmak da inanmaktır" demek konuyu tamamen yanlış anlamaktan ileri gelir.
    birkaç kelime söylemek ile müslüman olunduğunu söyleyen bir inanç sistemine alışık bir insanın ateizmi bir seçim ya da aidiyet duygusu hissedilmeyi amacıyla katılınmış bir mezhep gibi görmesi normaldir.
    halbuki insanın ateist olduğunu kabullenmesi de bir süreç gerektirir.
  • "(...) allah’ı böylece inkar ederler ama, bu inkar, hakikatte gene bir laftan ibaret kalır. çünki ne kadar karartmış olurlarsa olsunlar, ruhlarının yaratıcı tahayyül melekeleri ve vicdanları hakikati görmüş, duymuş ve onların bu hareketlerini asla uygun bulmamıştır. o halde bunlar iki basıncın arasında sıkışıp kalmışlardır. bu basınçlardan birisi, dünyaya bağlılıktan doğan maddi alışkanlıkların, nefsaniyet ve ihtirasların akıl ve duygu üzerindeki menfi baskısı, diğeri insanın asıl hakiki varlığın ebedi malı olan tahayyül ve vicdan kudretlerinin gene akıl ve duygu üzerindeki müspet baskısıdır. işte bu iki zıt baskı arasında kalan insanın, yukarıda söylediğim ruh parçalanışı vaki olur. ruh parçalanır. daha doğrusu insan varlığı parçalanır. ve bu parçaların gene en ağır kısmı ruh tarafında kalır. çünki allah’ın varlığını maddi baskılara uyarak ne kadar inkar etmeye kalkışırsa kalışsın, insanın öyle zamanları, bir şimşek hızıyla gelip geçse bile öyle anları olur ki, o anlarda ruh, için için sızlar, kanar ve allah’ı inkar
    etmenin gelecekteki acı reaksiyonlarının sarsıntılarını bazı gizli anlamlı duygu belirtileriyle
    içten içe insana sezdirir. fakat ne olursa olsun, bencilliğin en kabarık bulunduğu dönemlerinde insan, bu cılız görünen ruh sezişini yenmenin ve boğmanın yolunu kolaylıkla bulur. ve bunda hiçbir güçlük çekmeden, hatta fazla bir çaba göstermeden, belki dünya hayatı bitinceye kadar da devam edebilir. hakikatte, allah’ı kimse inkar edemez. eder görünür, ettiğine kendisini zorla inandırmaya
    çalışır. hatta bu işte biraz da güçlük çektiği anlar olursa, o zaman kendi kendisine, “canım,” der,
    “böyle budalaca ve amiyane (bayağı, adice) inançlara senin gibi aklı başında, aydın bir adam
    kulak asarmı?” güya bu onun kendi kendisine verdiği akıllıca bir nasihattir. fakat o takdir edemez ki, bu
    nasihat aynı zamanda kendisinin en değerli mürşidi, öğreticisi ve kurtarıcısı olan vicdanına karşı
    çevirmiş olduğu korkunç bir cahillik silahıdır. ve bu silahın tehdidi, daha doğrusu baskısı altında zavallı vicdan, çaresiz kurtarıcı; uyuşur, siner, fakat içten içe gene mırıldanır ve fırsatını buldukça da gene feryat eder. ta ki bir gün egemenliği bütünüyle eline
    alıp, asi sahibinin yuvasını yapmanın sırası gelinceye kadar… insan kendisini yalnız dünya maddelerinden ibaret sandıkça, ruhunun evrim ve gelişmesine
    dünya varlığının ancak bir araç olduğunu unutmakta devam ettikçe ve asıl kötüsü, gerçek varlığını, yani ruhunu inkar ettikçe, onun bu söylediğimizden başka türlü hareket etmesine de imkan kalmaz.
    demek ki, allah’ı bulmaya girişmeden önce, insanın kendi gerçek varlığını araması ve bulması lazımdır. kendisini kaybetmiş ve bir madde yığını içine bütün
    değerleriyle birlikte ruhunu gömmüş bir insan; allah’ı ne duyabilir, ne bulabilir, ne de arayabilir. bu da bir hakikattir. bununla beraber gene tekrar ediyoruz: bu zorunlu inkarına ve unutkanlığına rağmen, asla yok edemediği ruhunu, gömülü bulunduğu madde yığınından kurtarıp çıkarmak için o insanın vicdanı, uyuşuk ve ezik haliyle bile boğuk ve derinden gelen sesini kesmez ve sürekli olarak
    sahibine duyurmaya çalışır. o halde allah’a inanmak, ilahi titreşimleri ruha yerleştirmek, daha doğrusu bu titreşimlerin ruhtaki varlığını idrak etmek her insan için bir zarurettir, bir ihtiyaçtır. bunun aksine olan
    inkarcılık; ruhun bünyesine uygun olmayan, onda gizli kudretlerle zıtlık halinde bulunan, dış
    alemin kötü telkinlerinden, daha doğrusu dış alemin çeşitli tesirleri altında uyanmış kötü ruh tepkilerinden doğan, er geç giderilmeye mahkum bir arızadır, sakat bir nedendir. kıymetli ruh dostlarımızdan akın’la bir konuşmamız sırasında onun vermiş olduğu tebliğleri aşağıda naklediyorum. bu tebliğlerde konumuzu ilgilendiren çok önemli bilgiler vardır.

    akın: (13.11.1948)
    “allah’ı tanımak sonuç değil, sebeptir. allah’ın tanınmamasına imkan olmadığını göz önüne
    aldım. bununla beraber allah’ı tanımayı, insanı tanımak gibi düşünmeyiniz. allah’ı tanımak
    değil, duymak, o’nu kendi ruhunda hissetmek lazımdır. eğer insan o’nu duymazsa o’na
    inanamaz. duymayanlar ise çok geri ruhlardır. mesela hayvanlar da allah’ın varlığını duymazlar.”

    b.r.- “bazıları vardır ki hayatta fedakarca hareket ederler. fakat bunlar bir taraftan da allah’ı
    inkar ederler. fedakarlıkları bu kadar ilerlemiş olduğu halde, yani ruhen ilerlemiş oldukları halde
    bu insanlar allah’a nasıl oluyor da inanmıyorlar?”

    akın- “bunlar dünyaya ancak fedakarlık melekelerini geliştirmek için gelmişlerdir. aslında bunlar, kendi şuur ve idrakleri dışında vermek fiiline yöneltilirler. yani bu veriş, onların ruhunda otomatik olarak meydana gelir. eğer bunu yapabiliyorlarsa sınavlı
    deneylerini başarıyla geçiyorlar demektir.”
    iyi anlaşılabilmesi için, psişik bazı bilgileri gerektiren bu son cümleyi biraz açıklamak lüzumunu hissediyorum. insanın otomatik faaliyeti ne demektir? eğer bu bilinmezse yukarıda
    geçen son cümlelerin manaları anlaşılamaz.
    insanların şuur ve idrakleri maddi alemde, yani dünyamızda iki tür belirti gösterir. bunlardan birisi, dünyada görünen, dünya bedenine bağlı şuur ve idrak şeklidir ki biz buna bağlı şuur ve idrak diyoruz. diğeri de alışılmış halde, yani bedene bağlı halde görünmeyen şuur ve idraktir ki buna da serbest şuur ve idrak diyoruz. örnek olarak, benim şu anda elim hareket ediyor. bunu ben idrak ediyorum ve şuurumla takip edebiliyorum. bu benim bağlı şuur ve idrakimdir. halbuki kalbim de hareket ediyor. fakat onun hareketini ne idrak edebiliyorum, ne de şuurum buna ulaşabiliyor. bununla beraber kalbimin hareketini de yöneten elbette benim
    varlığımdır. ama bunu ben bilmiyorum. halbuki bilgisiz olarak hiçbir iş yapılamaz. o halde
    kalbimin hareketi hususunda benim bilgimin ve idrakimin olması lazımdır. kaldı ki kalbimin ve diğer iç organlarımın gördüğü işler, benim dış bedenime yaptırdığım işlerden daha çok karmaşık
    ve naziktir. demek ki kalbimin hareketi, benim dünyadaki hayat şartlarımın içinde idrakime
    ulaşmayan, şuurla birlikte irademe bağlı bir yönetim işidir. işte hayatın icaplarına göre, bu iç
    organlarımın faaliyetini sağlayan irademe ilişkin şuurum, bedenime bağlı olan dünya
    hayatımdaki varlığımla idrak edemediğim irade kudretimin güzel bir örneğini oluşturmaktadır ki, biz bu halde bulunan bütün ruh kudretlerine serbest ruh kudretleri dediğimiz için buna da
    serbest irade ismini veriyoruz. ve böylece serbest şuur ve iradeye ilişkin olup, dünyada maddeye bağlı ruh halinin bağlı irade ve şuuruna ulaşmayan faaliyetlere de otomatik veya spontane faaliyetler diyoruz. bu açıklamayla otomatik faaliyet deyiminin manası iyice anlaşıldıktan sonra, akın’ın
    sözünü ettiği yukarıdaki otomatik fedakarlık faaliyetini de kısaca şöyle açıklamak mümkün olur:

    bunlar öyle insanlardır ki, ruhta gelişmiş bir fedakarlık melekesine henüz sahip değillerdir. ve
    onun içindir ki bu melekeyi, dünya şuur ve iradelerine de ulaşabilecek bir kudretle henüz
    kullanamazlar. ancak onlar spatyomda iken serbest irade ve şuurlarıyla vermiş oldukları bir kararın tesiri altında dünyaya indikleri zaman, o tesirin devamından ibaret olan bir içgüdü, bir iç zorlama ile, fedakarca bazı işleri yapmak durumunda kalırlar. dünyada çeşitli icaplar ve tesirlerle çarpışması ve çöküntülere uğraması daima muhtemel bulunan
    onların bağlı irade ve şuurları, bu tarzdaki fedakarca faaliyetler üzerinde kesin tesirler meydana getiremez. ancak böyle hareket ede ede, bu cebri ve içgüdüsel tesirler altındaki fedakarca hareketlere uya uya, dünyanın yıkıcı ve ezici şartları altında kalan bu insanların irade ve şuurları gittikçe kuvvetlenir, gelişmeye yüz tutar ve nefsaniyetlerinin, ihtiraslarının pençesinden kurtulabilmek imkanını
    böylece kendiliğinden kazanmış olurlar ki, bu da ilahi kanunların derin hikmetlerle (nedenlerle) dolu icaplarıyla kararlaştırılmış ayrıca bir tekamül yolunun örneğini oluşturur. şimdi tebliğe devam ediyoruz:

    “işte bu halde iken bu ruhlar allah’ı tanımayabilirler. çünki henüz o’nu tanımalarına yarayacak kudretlerini harekete geçirebilecek tekamül derecesine bunlar varmış olmayabilirler.
    ne kadar geri olurlarsa olsunlar, ruhlar melekelerini işletmek için dünyaya gelmişlerdir. mesela, bir köpek bile sahibi için kendisini feda edebilir. fakat allah’ı tanımaz. böyle bir insanın her şeyden evvel bu melekelerinin gelişmesine yararlı eprövlerini
    dünyada tamamlaması lazım gelir. bu suretle o, fedakarlık yaptıkça, hayatında yeni bir ufkun açılmasına sebep olur. ve bu da gelecek hayatında daha yüksek bir basamağın kazanılması için bir atılım oluşturur.”

    b.r.- “demek ki bu insan birçok melekelerini geliştirmek için dünyaya geliyor. ve ancak bu
    melekelerin ruha kazandırdığı atılımlarla allah’ı tanıyabilecek, öyle mi?”

    akın- “ruhu bunu duyacaktır (1). fakat bunu duyuncaya kadar geçen zaman içinde onun
    dünyaya gelişleri ve ıstırapları o ölçüde artacaktır. bu dediğiniz kişi de herhalde çok ıstırap çekmiş bir insan olmalıdır. işte bu ıstıraplar onu inceltecek ve ruhunu allah yolunda imana sevk edecektir.”

    akın’ın tebliğinden çıkan önemli sonuç da şudur: dünyada herhangi bir insanın gösterdiği iyi bir harekete bakıp, o insanın muhakkak her sahada yükselmiş olduğuna hüküm vermek doğru değildir. ve bunun içindir ki insanlar, diğer insanların tekamül dereceleri hakkında, onların dünyadaki fiil ve hareketlerine bakarak hüküm verecek durumda değildirler. onların bu hususta daima hataya düşmeleri muhtemeldir. bu hususu daha önce yayınladığımız ruh ve kainat isimli kitapta üstatlarımızdan, yani yüksek ruh alemlerinin varlıklarından almış olduğumuz tebliğlerle
    de belirtmiştik. bu nedenle dünyada bazı yüksek insanlık vasıflarını açıkça göstermelerine rağmen allah’ı tanımayacak kadar ruhen geri kalmış varlıkların da bulunabileceğini daima göz
    önünde tutmak gerekir. (...)" - allâh · bedri rûhselman (bedr/bedir: dolunay, ayın en parlak olan hâli, eksiksizlik ve tâmlık - rûh-u selmân: selâmete ermiş / müslim rûh, ilâhî nûrlara / hakikatlere varmış rûh)

    eserin tamâmı: https://drive.google.com/…ebzkeub/view?usp=drivesdk

    ***

    bunun tezâhürü bâbındaki kimi örneklerin beşeri manzarası:

    einstein, carl sagan gibi meşhur kimi akademik bilimcilerin- avâmın kabûl ettiği tarz, adeta bir kişilik içine büründürülmüş, sığ bir tanrı kavramına inanmamakla birlikte- üstün bir güce inanmaları, panteizm veya panenteizmle alâkadar fikirlere sahip olmaları...

    bu insanların diğer insanlarla ilişkilerini yakın bir alâka ile incelerseniz, bir samimiyet, tevâzu ve hareketlerinde iyi niyetlilik sezersiniz...

    diğer sözüm ona 'ateist' olan richard dawkins tarzı kişileri de aynı yakın alâka ile etüt ederseniz, bir tekebbür, böbürlenme ve kibir, negatiflik ve alaycılığı sezmekte gecikmezsiniz... bu da kıyas unsuru olsun, vesselâm...

    ***

    ateist olduğu iddia edilenlerin kaçı hakikaten, mutlak bir duruş olarak, samimi ve içsel olarak böyle bir fikre sahip (ki üstteki yazıda da ifade edildiği gibi hakikatte bu mümkün değil), kaçı etraflarındaki insanların inançları ve bu inançlarla eyledikleri yoz eylemlerin ve bu yoz fikirlerin karşıtı bir isyankârlık içinde? bu tahlil edilirse, önemli bir neticeye varılır...

    iyice tahlil edilirse, çoğunun 2. kümeye dahil olduğu, ateizmin bir paravan, bir araçtan ibâret olduğu görülür. hâ, hiç mi yok 1. kümeden insan? elbette var. onların da bir kısmı muvakkat bir hâleti ruhiyenin esiri (gelip geçici bir durum), kalan diğer kısmıysa üstteki yazıda ifade edildiği gibi bu ilâhî titreşimleri henüz duyumsayabilecek, sezebilecek bir rûh kudretine gelememiş. maddî, dünyevî tesirlerin etkisi altında ve yalnız dünyâ maddesini kabûl eder bir hâl içinde. her realite için geçerli olan durum: kişi kimi hakikatlerle alâkalı realite seviyelerine ne birden bire ulaşabilir, ne de onlara dıştan, zorla yapılan telkinlerle ulaştırılabilir. dolayısıyla bu ilâhî duyumsama durumu da dıştan gelen zorlayıcı telkinlerle değil, kişinin rûhî kabiliyetleri kudretlendikçe, renklendikçe, katmerlendikçe, özetle evrildikçe açığa çıkan kaçınılmaz bir durum. yâni her şeyin bir vakti ve sırası var. herkes çeşitli eksik yanlarını geliştirmek için burada. ilâhî duyumsama hâlinin dünyâda, insan seviyesindeki varlıklardan itibaren tezâhür etmeye başlaması da ayrıca düşünülmeli... insanın öz varlığı inkişaf ettikçe nice kudretleri, duyumsamaları, fikirkeri açığa çıkmaya devâm eder; hakikate daha yakın realite seviyelerine doğru tedricen yol alır...
  • yanlış yol
  • tanrı ve dinlere dair yaygın pozisyonlar arasındaki farklılıklar, benzerlikler.

    teist
    tanrıcı. tek-tanrıcı olabilir, çok-tanrıcı olabilir. ama ortak noktası şu: bu alemi biri(leri) yarattı ve belki idare de ediyor. bu kadar. (bundan sonrası, din. dolayısıyla aynı inanç bünyesinde dahi içerik hep farklı.) peki bir ya da birden fazla yaratıcının varlığına ya da yokluğuna dair elimizde herhangi bir delil var mı? ikisi için de tek bir delil bile yok. "var" diyenler, delil nedir pek bilmiyor gibiler. dolayısıyla da, bu konulara hakim olan hiç kimse, argümanlarını ciddiye almıyor. ("delilim yok, sadece inanıyorum" dersin, o başka. kimsenin bir itirazı olmaz. en fazla, russell'ın çaydanlığı'nı hatırlatırlar.)

    ateist
    teistin tersi. yani tanrıcı olmayan kimse. yani diyor ki, "yaratıcı falan yok." iyi ama nereden biliyoruz olmadığını? onu da bilmiyoruz tabii. dolayısıyla, bu da biraz fazla güçlü bir pozisyon. bir örnek vermek gerekirse: 1'in "tanrı kesinlikle vardır", 7'nin ise "tanrı kesinlikle yoktur" iddiasına karşılık geldiği bir ölçekte, richard dawkins bile kendisini 7'de konumlandırmıyor. çünkü, tıpkı 1 gibi 7'nin de biraz desteksiz atmak olduğunun farkında. (önemli not: bilimsel düşünemeyenler, 7 yerine 6'da konumlanmayı "tanrı belki de vardır" şeklinde anlıyorlar, ama elbette öyle değil.)

    deist
    din yoktur, ama tanrı vardır. yani teist; ama (çok afedersiniz) dinsiz! peki deist olduğunu söyleyen kişi, tanrı'nın varolduğunu nereden biliyor? bilmiyor. peki neden böyle bir orta nokta tercih ediyor? herhalde başka şekilde düşünmeye alışkın olmamaktan... zira deistler, ekseriyetle tek-tanrılı geleneğin hakim olduğu bir toplumda büyüyen ve dini kaynakları inceledikten ve/veya dinlerin neden olduğu kötülüklere şahit olduktan sonra dine mesafe alan insanlar. dolayısıyla, bu pozisyon hindistan'da doğup büyüyüp hinduizmi terk ettikten sonra hala ganeşa'ya inanmaya benziyor. (arada fark yok değil. en belirgin fark, ganeşa'nın aksine tanrı'nın daha soyut, amorf, ve kişinin karakterine ve hayal gücüne bağlı olarak içeriği değişebilen bir kavram olması.)

    agnostik
    gnostikin tersi. gnostikler (şu ya da bu derecede ve şekilde) bilme ve bilebilme iddiasındalar. agnostikler ise "bilinemez" ya da "bilmiyorum" diyorlar. "bilinemez" ile "bilmiyorum" farklı, çünkü "bilinemez" iddia içeriyor. dolayısıyla, yine aynı soruyu sormak gerekli: nereden biliyorsun bilinemeyeceğini? bilmek çok zor, orası doğru. ama bilmek imkansız bile olsa, imkansız olup olmadığını biz bugün biliyor değiliz. ("bilmiyorum" demekte ise elbette bir sorun yok. "bilmiyorum" diyenden zarar da gelmiyor. ama bazı insanlar nedense "bilmiyorum" demeyi sevmiyorlar. kimileri her şeyi bilmek istiyor! kimi diğerleri ise, azap görebilecekleri düşüncesiyle, aslında bal gibi de bilmediklerini kendi kendilerine bile itiraf etmekten korkuyorlar.)

    bazı ek noktalar

    1. "bilmiyorum" demek, zorunlu olarak "tanrı var mı yok mu, bilmiyorum, fikrim yok" demek değil. varlık ile ilgili sorular tanrı ile sınırlı değil. konuyu sürekli tanrı'ya ve tanrı'nın varlığına/yokluğuna indirgemek, kişinin içinde doğduğu toplumun kültürel kalıplarının dışına çıkmakta zorlanıyor olmasının bir ifadesi.

    2. hiç kimsenin bilmiyor olması ihtimali nedense çok fazla insanın aklına gelmiyor.

    3. insanların ezici çoğunluğu, seküler-dindar, teist-ateist, inanç-bilim gibi basit dikotomiler çerçevesinde düşünüyor ve kendileriine makul gelen bir kategoride karar kılıyor. halbuki olası pozisyonlar bu kategorilerden ibaret olmak zorunda değil!

    4. teizm, ateizm, deizm ya da agnostisizm gibi kategorilerin hiçbiri aslında konuya herhangi bir açıklık getirmiyor. getirmeleri pek mümkün de değil. ama nedense çoğu insan bir kez bu etiketlerden birini sahiplenince sorusunun cevabını da aldığını zannediyor. halbuki bu kategorilerin hepsi, herhangi bir cevap sunmak bir yana, yeni sorular ortaya çıkarıyor. örnekler:

    a. "tanrı var ve bizi yarattı." iyi ama bunu doğru bile kabul etsek konu kapanmıyor ki... neden var? nasıl var? neden yarattı? derdi ne? sıradaki sorular bunlar... ama işin orasıyla çok fazla insan ilgilenmiyor. ya da, "neden bizi yarattı?" sorusunu sorunca, "bilinmek istedi!" cevabını alıyor, (her nasılsa) ikna oluyor ve zihnini bu ikinci sorunun ardından kapatıyor.

    b. "tanrı yok." tamam, olmasın... ama tanrı yoksa ne var? varlık neden ibaret? nasıl ortaya çıktı?

    c. "tanrı var, ama bizimle ilgilenmez, dolayısıyla din yok." (bunu geçelim lütfen... içlerinden en çekilmezi!)

    kaynak: https://serdarkhan.blogspot.com/…m-agnostisizm.html

    tema:
    (bkz: islam/@derinsular)
  • (#96090572)

    tanrı fikrini ve dolayısıyla dini kabul etmeyen ve gerçekliği açıklamak için inancı kullanmayı reddeden bir felsefi düşünceye sahip insanların neden

    1: bilim tarafından araştırılan, çeşitli şekillerde tanımlanan ve ölçümlemek için araçlar geliştirilen ve hatta yapay olarak üretilmesi tartışılan bir konuda "yoktur" deyip kestirip attığını...

    2: bilimsel olarak üzerinde çalışılan, iradenin ne kadar örgür olduğu konusunu kökten kesip atıp "yoktur" demesi gerektiğini... biz atomdan oluşuyoruz-> atomun iradesi yoktur = demekki bizim irademiz yok! gibi sığ bir mantıkla sonuca gitmek zorunda olduğunu, tersini iddia edenlerin aynı mantıkla bizim özgür irademiz var-> biz atomlardan oluşuyoruz = demek ki her atomun, hatta elektronun kendi özgür iradesi var, fizik kuralı falan yok aslında! sonucuna gitmediğini (bu arada iyi ki gitmiyorlar... )

    3: ahlak, iyi kötü, vicdan kavramlarına farklı tanım ve yaklaşımlar getiren bir çok felsefik yaklaşım varken, neden atomlar fizik yasalarına göre hareket eder-> insan atomlardan oluşmuştur-> kişisel beğeniden başka iyi veya kötü yoktur! gibi bir sonuca varmak zorunda olduklarını...

    anlayamıyorum. mantığını da kuramıyorum, muhtemelen cahilliğimden.

    dini inanca sahip olmayıp tanrı fikrini kabul etmeyince niye bilinçsiz, iradesiz ve ahlaksız/vicdansız olduğumuzu iddia etmiş oluyoruz ki? bilgili biri anlatırsa hem bilgili hem mutlu olurum...
  • (#96105717)
    herkesin farklı birşey anladığı/yorumladığı bir bilginin nasıl nesnel olduğu iddia edilebilir?
  • bir masala inanmak yerine gerçekçi olmaya korkmayan insanlardır. keşke masallar gerçek olsa bu kadar depresif olmazdık belkide. ama...
  • üstteki entry'e kahkaha attım valla.
    be kendini akıllı ve realist sanan meczup;
    bu dünyada oluşan her şeyi bir nedene bağlamak anca sizin gibilerin işidir zaten. her şeyin altında illa bir sebep arasın...
    size göre kutsal kitaplar peygamberler de yalan...
    bizden yıllar önce yaşamış yazarlar filozoflar yöneticiler devlet adamları kısaca tüm insanlar salak, bir sen akıllısın değil mi?
    neyse inanıp inanmayacağın senin bileceğin iş.
    en güzeli; ne yobaz olacaksın, ne de her haltı bir sebebe bağlayacak kadar inançsız...
    son olarak; tanrı'ya her gün şükrediyorum beni sizin gibi bir mahlûk olarak yaratmadığı için...
hesabın var mı? giriş yap