• hakkında bercuhi berberyan'ın agos'ta güzel bir yazı kaleme aldığı karnavaale.

    baklahoran, baklahorani, bakla hurâni = pagyal horan

    uzuun bir başlık yaptım size. yıllardır ona buna sormaktan, araştırıp öğrenmeye çalışmaktan, sonrasında yine ona buna anlatmaya çalışmaktan daral gelmişti. ben nicedir biliyorum aslını ama bir türlü anlatamıyorum etrafıma. kimi “belki de aslı öyledir” demekte ısrarlı. hatta, aslı rumca mıdır ermenice midir diye tartışanlar bile var. öyle ya, istanbul rumları da ‘baklahorani’ diyorlar madem…

    geçen yıl bu zamanlar kurtuluş’ta bir rum derneği, eski tatavla âdetleri nostaljisi olarak bir karnaval eğlencesi düzenlemiş, adına da ‘baklahorani’ demişti. belki bu yıl da yaparlar veya yaptılar, bilmiyorum. bir gereklilik olmadığı için bu yazıyı yazarken onun araştırmasını yapmadım. ben kelimeye takılmış durumdayım.

    aslı ‘pagyal horan’ (örtülmüş mihrap) olan ve büyük perhiz’in başladığı gün mihrabın örtülmesini ifade eden bu söz, mahalle ağzında yanlış telaffuz edile edile dejenere olarak ‘baklahoran’ halini almış. ermenilerin diline yerleşmesi yetmezmiş gibi rumların da diline karışmış. arkasına ‘i’ harfi eklenerek de sözde rumcalaştırılmış. zamanla o kadar benimsenmiş ki adeta aslı unutulmuş.

    geçen yıl bu kelimeyi kafama takıp da sorduğum birkaç rum arkadaşım, aslının böyle olduğunu iddia ettikleri gibi, bir de, perhizin başladığı ilk gün bakla yenmesi âdetinden bahsettiler. nasıl bir saçmalıktı bu tanrım... bir kere, eskiden, şimdiki gibi her mevsimde her sebze var mıydı? şubat ayında bakla ne gezerdi? bunları söylediklerim “canım, kuru baklayla fava yapılır” da dediler.

    ama benim bu kadar kafama takılınca, bu işin en doğrusunu daha önce size defalarca bahsettiğim, iyi bir araştırmacı olan ve ‘politiki kuzina’dan da bildiğiniz, atina’daki dostum sula bozis bilir diyerek açtım bir telefon ve sordum.

    sula bu sorum karşısında resmen ‘bir laf et, bin ah işit’ şeklinde adeta infilak etti. “ah, sorma” dedi “ben bunu bir türlü bizimkilere de anlatamıyorum. allah aşkına, bari sen yaz. ta 1800’lerde skarlatos vizandrios adında bir adam osmanlı’daki azınlıkların örf ve âdetlerini anlattığı ‘konstantinopolis’ adlı kitabında bu konuyu uzun uzun yazmış. merak eden araştırıp bulsun, nasıl olmuş da bu hale gelmiş bu söz. ben de çok sinir oluyorum ama hiç aklım ermiyor” dedi. sonra da “bence bunu detaylıca yaz ama bu yıl geç kaldın. kafanın bir köşesine not et, gelecek yıl tam gününe denk getir” diye ekledi. “lütfen, söz ver bana” diye de ısrar etti.

    ve aradan tam bir yıl geçti. ben ona verdiğim sözü hatırlamayabilirdim de. ama geçen ay boğaziçi üniversitesi’ndeki hrant’ı anma etkinliklerinde, pek komik bir şekilde yeniden karşıma çıkınca “hah” dedim “bunu unutmamalıyım.”

    o gün, tüm etkinliğe katılanlara esprili bir anket dağıttılar. ülkemizdeki farklı renklerin ne kadarının farkında olduğumuzun farkına varmamızı sağlayacak, hoş bir anketti. sorular ve madde madde cevaplar şeklinde. o sorulardan biri de yukarda sözünü ettiğim sözcük… “sizce şu mudur, bu mudur?” diye soruluyor, ve de bu kez ‘bakla hurâni’ şeklinde yazılmış. hoppalaa… bu da böylesi.

    hiç üşenmedim, anketi hazırlayanları buldum, aslını anlatmaya çalıştım. para etmedi. “biz araştırdık. bilenlere sorduk. eminiz” deyip ikna olmadılar. ne diyebilirim? kader utansın. ses dediğin ne kadar duyurabilirsen o kadardır.

    ben görevimi yaptım sevgili sula. işte zamanı geldi, ve söz verdiğim gibi yazdım. gerisi ikna olmalara ya da merak edip araştırma yapmalara kalmış. ya da böyle gelmiş, böyle gider belki… bilemem.

    benim çocukluğum kurtuluş’ta geçti. o zamanlar da oraya artık tatavla denmiyordu. ama annem tatavla olduğu dönemi hatırlardı. o unutulmaz şenlikleri anlatırdı. gerçi kelimenin doğrusunu annem bana öğretmişti ya, bizim ailenin ve konu komşunun yaşlıları da ‘baklahoran’ derlerdi. halk ağzında yerleşene pek bir şey yapılamıyor. rumların ise bize ait bu sözcükle uzaktan yakından ilgileri yoktu. onlar kesinlikle ‘apukurya’ derlerdi. ki onun da aslı ‘apu kria’dır, ‘soğuktan çıkış’ anlamında. biz ‘pagyal horan’ı ‘baklahoran’ yapmıştık, onlar da ‘apu kria’yı ‘apukurya’ yapmışlardı. ne oldu da şimdilerde, dejenere hali de olsa kendi dillerindeki sözcüğü bırakıp, bu ‘baklahorani’ anlamsızlığına takıldılar bilemiyorum.

    bir tutamdan da daha az kalmış olmalarından olabilir mi acaba?
  • bugün rumların 600 senelik geleneği olan kendi dillerinde 'baklahorani' dedikleri tatavla panayırına gittik. öğretilmiş nefretinizden, içinize başkaları tarafından sıkıştırılmış zehirden, anlatılmış saçma sapan hikayelerin yükünden kurtulmak için bu toplumda azınlık olarak isimlendirilen bir cemiyetin ritüeline katılın, geleneklerine tanıklık edin. gülerken bile yüzlerinde kaybolmayan hüzünlerini gördüğünüzde bir daha kimseyi ötekileştiremezsiniz. ve aslında ne kadar birbirimize benzediğimizi, aynı ritmlerle dans edip, aynı makamlara hüzünlendiğimizi görerek, ırkların, milliyetlerin, kendi seçemediğimiz ve hepimize beş beden büyük o manasız sıfatların nasıl ağır yükler olduğunu anlarsınız. sonunda, belkide yağmur altında eve dönerken, bütün gece dudağınızda bir tebessüm ile onlara eşlik edebilmenin paha biçilemez olduğunu düşünerek, güzel bir gelecek için insanlara sarılmaya meyledersiniz.
  • uzun zamandır eğlenmediğim kadar eğlendiğim karnaval.

    kol kola girmiş, türkçe, yunanca, lazca, kürtçe şarkılarda dans eden güzel insanlar vardı bugün. insanların birbirini anlaması gerçekten çok zor değil. buna bir kez daha inandım.

    dilerim, bu renkli gelenek her geçen sene güzelleşerek devam eder ve insanların birbirini daha iyi anlaması için bir fırsat olur.
  • bu gece kurtuluş'taki ufak bir meyhanede yüzlerce kişi tarafından coşkuyla kutlanmış olan gün. gördük ki rum gençleri danslarını, şarkılarını, kültürünü koruyup sahiplenmiş ve korumuş. sevindik tabi...
  • istanbullu rumların büyük perhizden önceki son pazartesi gününe rastlayan eğlence günüdür. rumcası kathara deftera olan bu günde rumların yoğunlukla yaşadığı galata, pera ve de özellikle tatavla semtlerinde karnavallar yapılırdı.istanbul'daki tüm rum nüfusu bir araya gelir, eğlenirdi. eğlencenin merkezi bugün kurtuluş son durak'taki eskiden migros'un bulunduğu meydandı. bu eğlenceler 1945'lere kadar sürdü.
  • bu yıl pera'da 26 şubat pazar günü yapılacak karnaval'ın ermenice pagyal horan'dan araklanmış (bercuhi hanım öyle diyorsa öyledir) halk arasında söylene söylene yerleşmiş adıdır.

    yunancası apokyries olup bu yıl yürüyüşle başlayıp bir mekanda düzenlenecek partiyle sabahlara kadar sürecektir.

    http://is.gd/0wmjy6
  • rio ve venedik karnavallarıyla aynı kökenden gelen, kökü hıristiyanlık öncesine kadar uzanan bir rum karnaval geleneğidir. bugün kurtuluş olarak bilinen tatavla bu karnavalın merkezidir. baklahorani geleneği 2009'dan beri canlandırılamaya çalışılmaktadır.
  • edit 2:
    tüm yaşananlar ve covid19 sonrası 2021 karnavalı artık online...
    izlemek için
    tatavla karnavalı 2021 / 1

    tatavla karnavalı 2021 / 2

    edit:
    idlib de yaşanan elim saldırı ve şehitlerimiz sebebiyle belirsiz bir tarihe ertelenmiştir

    (bkz: tatavla karnavalı)

    (bkz: maskara alayı)

    karnaval 2020
  • (bkz: karnaval)
    (bkz: carnival)
  • yunanca bakla horani'yi "ba k la mevsiminde hürriyet" diye çevire- biliriz. lstanbul'da bakla horani 1979 yılında hala uygulanıyordu. ondan sonrasını bilmiyorum.
    baküs sefahat alemleri öğrencilerden saklanan bu ba k la horani'de neler oluyordu?
    bu, istanbul'un ve rum yeralt ı dünyasının gerçek bir sef a hat ale-galata, yeryüzünün merkezi miydi. bu eğlence 1600 yı l larında da tatavla'da, daha burası bir semt hali- ne gelmeden de ay n ı yerde yapı l ıyordu.
    tatavla semt i nin küçük burjuvazisi yıll arca bu sefahat alemini kabul ediyor, üstelik aya dimit r i kilis esi'nin önünde cereyan eden bu alemi kilis e de hoşgörü ile karşı l ıyordu. her şeye rağmen, istanbu l 'un küçük burjuvazisi de, ar i stokrasisi de bakla horani'ye kat ı lmak için uygun bir yol buluyordu.
    küçük burjuvalar küçük burjuvalar bakla horani'nin tadım çıkarmak için, panayırın yapıldığı tatavla meydanındaki akrabalarının evlerine toplanıyorlar, kapa- lı pencereler ve perdeler arkasından, yapılan sef a hat alemlerini seyrediyor- lardı.
    büyük aristokratlar panay ı r ı pera'nın ve et r afında k i banliyölerin aristokrat kesimi de küçümsemiyordu. çif t atlı arabalarda ve tahtırevanlarla eğlencenin tadım çıkartıyor ve panayıra özel bir hava kat ı yorlardı.
    aristokratların bu görkemli geçit alay ı , şenliğe katılanların özel ola- rak bırakt ı ğı dar bir yoldan ağır bir tempo il e il erliyordu.
    böylece bu sef a hat alemi içinde olanlar, önemli kişiler tarafından gururla, belki de kıskançlıkla seyredilme zevkine varıyorlardı. seyredenler bu sef a hat alemine açıkça kat ı l amadı k ları için cemiyet hayatının alışılmış edepli aşırı l ı k lar ı yla yetiniyorlardı.
    [ ..
    .. ] mantıklı bir yanıt bakla horani kadar aleni yapılan bir rezalete karşı genç kaf a larda doğan merak ve arzuyu sust u r m ak çok zordu.
    öğretmenlerimiz hürriyet aşkını ve tabiatın sırlarım keşfetmemiz için bizi teşvik ediyorlardı. biz de bu öğüdü genişleterek cemiyetin sırları- m da öğrenmek ist i yorduk.
    bakla horani sım beni kışkırtıyor, on dört yaşımda olmama rağ- men bunu çözmem gerektiğini düşünüyordum. yalnız olmamak için okul-biz istanbullul a r böyleyiz!
    39 da aynı sırada oturduğum yorgo frangopulos'u kandırdım, birlikte neler yapı l dığını görmek için bakla horani'ye git m eye karar verdi k .
    yorgo'ya, "ok u l müdürüne bir sım çözmek için peder zotos'a gide- ceğimizi söyleyeceğim" demiş ve "öğret m enlerimizin söylediği gibi, bizim için hiçbir şey sır olarak kalmamalıdır" diye eklemiştim.
    bu yanıt onu kandırmaya yetti ...
    yorgo'y l a bakl a hor a ni macer a mız erkenden yola çı k t ı k.
    haliç vapur u yla karşı sahile geçtik. kasımpaşa'daki mezarlıklar ara- sından yürüyerek o büyük yokuştan pera'ya yöneldik. pera palas'a vanp oradan tatavla'ya kadar yürüdük. epey uzun bir yol kat etmiştik.
    aya dimitri'nin önündeki meydanda manzarayı gördük:
    kocaman bıyıkları, gösterişli tespihleri ve açık yakalarıyla, kuşak- ları peşlerinden sürüklenen birbirlerine yaslanmış sarhoşlar, sır t ta taşı- nan bir laternanın peşinden gidiyorlardı. later n ayı taşıyanın arkasından yürüyen biri laternanın kolunu çev i riyordu. later n ada bildiğimiz bir par- ça çalınıyordu. bugün bu tür parçalara rebetika diyor u z. arkadan aynı şe- kilde sarhoşlar geliyordu, bir eğlenceden çok cenaze alayında yürür gibiy- diler!
    abanoz'un kapı l arında gördüğümüz kızlar ti pinde, hat t a daha da ar- sızlarından bir gr u p, atlara binmiş amazonlar ı taklit ediyorlardı.
    bacakları, yırt ı k pantolonlarından görünüyordu. (evet, o zamanlar akla hayale sığmayan bir şey, erkek pantolonu giyiyorlardı.) ellerindeki ha- v u ç ve hıyarlarla edepsiz hareketler yapıyor ya da bunları erkekmiş gibi pan- tolonların ön kısmından gösteriyorlardı. birlikte yürüyen pezeven k ler de on l ara yardımcı oluyorlardı.
    bunlara benzeyen başka gruplar, bunlara benzeyen hareketler ...
    hepsi bu kadardı.
    sonunda bu gruplar taver n alarda veya çimenlerin üstünde sef a hat al emlerini tamamlıyorlardı. bu çimenlerde kusmuk ve daha beter şeyler de bulunuyordu.
    her neyse, memnun ayr ı ldık, sım çözmüştü k . yaşasın!
    galata, yeryüzünün merkezi az ka lsın bize aferin diyeceklerdi!
    er t esi sabah okulun bahçesinde yapı l an duadan sonra, çok ciddi olan baş hadememiz bay dimitriadis gelip okul müdürünün odasında bek- lendiğimizi bildirdi.
    oraya doğr u yürürken elimden geldiği kadar arkadaşımı sakin l eştir- meye çalışt ı m ve çek i ne çekine müdürün görkemli yazıhanesine girdik.
    odanın dibinde bulunan yazıhanenin arkasında eski müdürlerin resimleri vardı. bunların çoğu piskopostu. masa, müdürü daha saygı uyandırıcı kıl- mak için, odadan daha yüksek bir yerde bulunuyordu. resimlerdeki eski müdürlerin cüppeleri koyu renkteydi, perdeler de öyle. her şey kapkaray- dı ... zavallı öğrenciyi korkutmak için ne gerekiyorsa yapılmıştı.
    "hazır ol" vaziyetinde dur u p, müdürün suçlamasını bekliyorduk.
    "dün niye gelmediniz?" diye sordu soğukkan l ılı k la. yanıtlamadan evvel müdürün yüzüne kaçamak bir bak ı ş attım. mucize! hemen rahatladım!
    okulu titreten müdürümüz, bıyık alt ı ndan bir gü l ümsemeyi sa k lamaya ça- lışıyordu ... bu bana yetti!
    cesaretlenerek okulda bize öğrett i k leri "her sorunu araşt ı rarak çöz- me" metoduna uyarak bakla horani'ye gittiğimizi söyledim, sonra da ora- da gördüklerimizi uygun bir şekilde anlat t ı m ...
    - tamam! gidiniz ...
    müdürün bu yanıt ı yorgo'yu ve bütün oku l u şaşırtt ı . herkes dayak yememizi bekliyordu.

    kaynak
    haris spataris - biz ıstanbullular boyleyiz fenerden anılar 1906-1922 kitap yayınevi
hesabın var mı? giriş yap