hesabın var mı? giriş yap

  • kararı annenle beraber verirsin, ama bedelini yalnız ödersin.

    ‘gidersem beni aileden silecekler’ yazmışsın ya, bu demektir ki, seni zaten silmişler dostum. çok üzgünüm ama, seni daha doğmadan silmişler ki, seni, mutlu bir çocuk ol, mutlu bir hayatın olsun diye doğurmamışlar. belki, yaşlanınca yalnız kalmamak için, belki çocuk sahibi olmak onlar için bir ‘başarı’ göstergesi olduğu için, belki de, en iyi niyetli ifadesiyle, vatana millete hayırlı evlat ol, diye, ama seni ‘sen’ olabilmen için dünyaya getirmemişler. sen bir projeydin diğer çoğu çocuk gibi. üzgünüm, ama anlattıkların, veya en azından sana hissettirdiklerinden bunu anlıyorum. senin fikirlerine saygı duymuyorlarsa, kim olduğunla, kiminle olduğunla veya verdiğin kararlarla değişen bir ‘sevgi’ eğrileri varsa, yerinde ben olsam zaten, kendim ‘silerdim’ ailemi. ha, silmekten kasıt, onlarla iletişimi koparıp arayıp sormamak değil, onlara acı çektirmek değil; tüm vicdani yükümlülüklerimi yerine getirirdim, ama bir daha onlara güvenmezdim. bir daha hiçbirine yüreğimi açmazdım, hayallerimi anlatmazdım. akıl danışmazdım. bir daha beni üzmelerine izin vermezdim.

    şimdi fark ettim ki... kendimi anlatıyorum aslında.

    müdahaleci bir annenin kızıydım. başarılı, çalışkan, iyi aile kızı... ama sanki ne yaptıysam annemi mutlu edemiyordum. hep daha iyisi olmalıydı. daha başarılı, daha iyi, daha inançlı, hatta daha ‘mutlu’ olmam bekleniyordu. ağlayamıyordum bile. duygusal bir çocukluk geçirdim ama ağladığımda annemin öfkelendiğini hatırlıyorum.
    13 yaşında antidepresan kullanmaya başladım. yaygın kaygı bozukluğu ve depresyon tanıları aldım. annem doktorumla görüşünce bir-iki hafta iyileşiyordum, sonra o özüne dönünce ben de tekrar kötüleşiyordum.
    annem mükemmeliyetçi ve enerjisi tükenmek bilmeyen çalışkan, çocuklarıyla ilgili, titiz bir ev hanımıydı. yani dışarıdan göründüğü kadarıyla süperdi. muhafazakardı, ama eğitime önem veriyordu. ama ben ne yapsam ona yetemiyordum. annem açık fikirli değildi. beni kendi dar hayat görüşünün içine sığdırmaya çalışıyordu. yurt dışına çıkmama müdahale ediyordu, bir erkekle yakın ilişki kuramıyordum, doğru düzgün arkadaş edinemiyordum. karşı cinsten herkes, bütün insanlar benim için tehlikeydi.
    25 yaşına kadar erkek arkadaşım bile olmadı.
    23 yaşında hayatımda ilk defa aşık oldum, ama maalesef denk değildik. yani aramızda ciddi bir eğitim ve kültür farkı vardı. ancak ben sağlıklı bir ilişki kurabilsem zaten belki kendim anlayacaktım bunu, ama annem bu konuda da devreye girdi, ve beraberliğimize engel oldu. işte, ‘babana söylerim’ler, vicdan yaptırmalar, ‘ben yokum’lar... aynı zamanda tıpta uzmanlık sınavına çalışmaya çalıştığım bu dönem hayatımın en kaotik dönemiydi. ben o adamdan ayrıldım, ve maalesef bu ayrılık, belki de son derece sıradan bir insanı benim gözümde kahraman yaptı. annem istemeden buna sebep oldu. bir yıl boyunca annemin gözlerinin içine baka baka ağladım. gram yumuşamadı. annedir, yüreği dayanamaz derler, ama öyle bir dayandı ki...
    ben o yaşa kadar anneme hiç yalan söylemedim, biliyor musunuz? bir gün bile, en basit konuda bile yalan söylemedim. hani vazoyu kırar, ben yapmadım, dersin ya, veya bir gün arkadaşlarınla gizli saklı bir şey yapar, annenden saklarsın. o bile olmadı. ama çok hata etmişim. hayatıma o kadar karışıyordu ki, giyeceğim kıyafeti bile anneme soruyordum. onsuz hiçbir şey yapamıyordum. o çok becerikli bir kadındı ama ben hiçbir şey yapamıyordum. daha doğrusu o yanımdayken yapamıyordum, çünkü içimden gelmiyordu. çünkü yine bir kusur bulacak nasılsa, o yapsın, diyordum. o güne kadar çok sorun etmedim, ama hayatıma ilk defa ciddi boyutta karıştığı o sene, bende ilginç bir kırılma oldu. bir anda bir günde değil, bir süre içinde oldu bu. tam olarak ne kadar süre içinde oldu bilmiyorum. artık ben de anneme yalan söylüyordum. artık kesinlikle iyi olmak için çabalamıyordum. bazen kendime zarar veriyordum, kendime zarar verdikçe sanki annemden intikam alıyordum. ama özgürleştim. acı çeksem de özgürdüm artık.

    ben özgür olabilseydim, ben kendi kararlarımı verebilseydim, ben ‘ben ölünce kurtulursun’ vicdanına mahkum bırakılmasaydım, ben toksik bir anneye maruz kalmasaydım, belki şimdi daha huzurlu, daha sağlıklı bir insan olabilirdim. ben kendi hatalarımın bedelini kendim ödemek isterdim zaten.
    ama başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemezdim.
    benim kimsenin dokunamadığı bir yer var içimde. en yakınım, en sevdiğim bile giremiyor. o yer hep acıyor.. bazen kanıyor, bazen kabuk bağlıyor. bazen isyan ediyor, bazen sadece susuyor. onu kimse anlamıyor. kimse tam anlamıyla sevemiyor. çünkü annemin sevdiğine hiç inanmadığım yer orası. sevilmeye layık değilmiş gibi. aslında o kendini sevdirmiyor. çünkü hep yalnız, hep mutsuz, hep gitmek istiyor. annem çok sevdi beni kendince ama ben o kişi olmasaydım, yine sever miydi, ondan bir türlü emin olamadım.

    ne zamanki sevmediğim bir yöne saptım, hayatım boyunca sevmeyeceğim bir hayatı inşa etmeye başladım. insanlar onu beğeniyor diye, ailem onu onaylar diye verdiğim bütün kararların bedelini ben ödedim. depresyona ben girdim. bitmeyen acıları ben çektim. öğrenmek neden bu kadar ağırdı. bedeli neden bu kadar ağırdı bilmiyorum, ama yalnızlık, başarısızlık, ve bunun gibi bütün şeyleri bedenime işlerken hep yalnızdım. olması gereken buydu belki, bilmiyorum.. bir zamanlar umutluydum. yazdıkça rahatlıyordum. sonra yazdıkça birikti. yazdıkça yalnızlaştım.

    sonra düzeldiğimi hissettim. büyüdüm. vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğini içimde hissettim. eğer içinizdeki ağırlık annenizse, ondan vazgeçin. ondan vazgeçmek, onu bir daha görmemek değil. onun kusursuz olmadığını kabul etmek, onun da yanlışlar yapabileceğini fark etmek ve ona sınırlar koymak...
    ilk başta zorlayacak sizi. ama alışacak.
    alışmak zorunda.

    annelik kutsal mıdır bilmiyorum, ama kutsalın kendi kurbanını yaratmasına izin vermeyin.

  • --- ahmet çakar mod on ---
    şimdi sedat kapatın ışıkları. kapat, kapat.
    kanzuk beni dinle evladım...
    bakın genşler çok açık ve net söylüyorum. bakın bunlar boş işler.
    kazandığınız para helali hoş olsun, emeğiniz var, alnınızın teri var.
    her ne kadar astronomik olsa da, ananızın ak sütü gibi helal olsun. o parayı veren varsa.
    ..şimdi, şimdi benim söyleyeceklerim çok önemli.
    bak arda evladım sana söylüyorum, burak yılmaz, caner, sabri ve diğerleri bakın gençlerrrr!!!!
    tonla para kazanıyorsunuz, evleriniz son model arabalarınız var. dünyalığınız cebinizde.
    saçma sapan reklamlarda, göstermelik kamu spotlarında oynayıp,
    bir cekete 30.000 bak, ertem iyi dinle eski parayla 30 milyar'a, bir ceket alıyorsunuz,
    eşleriniz layla'da disko'da gösteriş yapsın diye son model araba alıyorsunuz...
    toplanıp memlekete 2-3 okul yaptırın desek yoksunuz...
    gençlerrrr!!!!!!
    bu yaşlar bir daha gelmez, bu paralar bir daha kazanılmaz.
    rabbena hep banayla bu işler gitmez..
    şimdi oturun, şapkanızı önünüze koyun iyi düşünün.
    o kadar parayı memleket için de güzel şeylere harcayın

    --- ahmet çakar mod off ---

    edit: hoyyydaaaa

    ciddi edit: ne demiştik ahmet çakar sesimizle; `o kadar parayı memleket için de güzel şeylere harcayınalın işte size harcayacak yerlerden bir tanesi;otizmli çocuklara öğretmen kampanyasıbu kampanyanın mimarı,suskonusmagelburaya` arkadaşımızı verdiği emeklerden dolayı, tebrik ederim. meselenin para değil gönül olduğunu niyet olduğunu bir kez daha gösterdiği için.
    milyonluk hayatlarınızda mutsuzluklar dilerim.

  • bu gece yapılacak çalışmalar esnasında ekşi sözlük 02:00-04:00 arası ulaşılamaz olacak. bu süre zarfında pokemon avlayabilir, kitap okuyabilir, o aylardır izlemek istediğiniz filmi izleyebilirsiniz. biz de o sırada veritabanını havalandırıcaz.

  • şu olayda satıcıyı haklı gören de net ölücüdür. 50 60 lira için uğraşmam diyor ama o para için çantasını satıyor te allam.

  • piyasa ortalama fiyatı 170 tl/litre olan virüslere karşı en etkili dezenfektanı yarı fiyatına almışlar. hem de mübarekler için alkolsüz. bu dezenfektan su içerisine 1/20 oranına kadar seyreltilebiliyor.yani kullanımda litresi 3.5 tl’ye kadar düşüyor.

  • biraya alkole düşüp, evi barkı satıp sokağa düşmeli bağımlılıkları tetiklenen hassas siyasal islamcılar tarafından bir adet bira şişesiyle fotoğraf paylaştığı için sosyal medyada linç yiyen başarılı şef.

    ne kadar her şeyden etkileniyorsunuz siz ya. bir bira fotoğrafı, reklamı görünce koşa koşa nefret kusuyorsunuz. reklamını yaptığı şey daha doğrusu sponsorluk aldığı ürün, türkiye cumhuriyeti sınırları dahilinde satışı yasal, üzerinden ciddi vergi de alınan yani devletin kasasına para ekleyen bir ürün. devletin bir sıkıntısı yok size ne oluyor?

  • gerçek bir sanatçı ve müthiş iyi bir insandı rahmetli.
    bir de anım var kendisiyle.
    fi tarihinde iyi markalardan bi araba bayiinde yedek parça sorumlusu olarak çalışıyordum. ferdi özbeğen’ in de aracı servise gelmiş almanya’ dan yedek parça bekliyor. normalde 1 haftada gelmesi gereken parça 3 hafta olmasına rağmen gelmedi.
    tabi bu süre zarfında ferdi bey sürekli bayiyi arayıp aracın durumunu soruyormuş. bir gün öğle arasında benim telefonum çaldı, açtım “ben ferdi özbeğen, aracım 3 hafta olmasına rağmen hala servisten çıkamadı parça bekleniyor dediler 10 dakikadır beni ondan ona aktarıyorlar cevap alamadm” dedi.
    ben de ilk defa ünlü biriyle konuşmanın heyecanıyla sesim titreyerek ben hemen sizinle ilgileneyim efendim diyebildim.
    normalde başka birisi olsa telefonda bağırır dururdu aracını alamadığı için. ama ferdi bey öyle tatlı dille şikayet etti ki bana terapi gibi geldi.
    sistem üzerinden sorgulama yapıp parçanın tam geliş tarihini söyleyip beklettiğimiz için özür diledim. “sorunun bizde mi almanya’ da mı olduğunu şuan çözemedim ama öğrenir öğrenmez onu da ileteceğim şikayet hakkınız var” dedim.
    o da “ gerek yok şikayete canım hatta sana teşekkür ederim o kadar aradım böyle net cevap alamamıştım” dedi kapattık telefonu.
    işte sonra müdür de haftalık toplantıda herkesin içinde beni tebrik etti ve sonra teşekkür etti. ferdi özbeğen gelememiş ama ilgilendiğim için müdürle bana özel teşekkür göndermiş.
    metal müzik dinlememe rağmen o günden sonra kendisinin şarkılarını da açıp dinliyorum.

  • 8-6 çalışıp günlük işe git gel 2,5 saatin yolda geçsin. işe gidebilmek için sabah 7.00 da uyan.

    gün 24 saatten oluşuyor sen 13 saatini iş için harcadın, geriye kaldı 11 saat, günlük 7 saat uyusan kaldı sana 4 saat. banyo kişisel bakım, yemek gitti oradan 2 saat, boş vakit olarak harcayacağınız en fazla 2 saat kalır bu 2 saatte de kölelik kalktı diye yazabilirsiniz.

    ülkenin çalışan nüfusunun %50'si bu şartlarda çalışıyor bundan çok eminim. özellikle istanbul'da çalışanlar bu rakamı oluşturmakta.

  • çocuk ya da ergenlerden oluşan bir sınıfta hiyerarşinin nasıl kurulduğu yere düşen paltolardan da belli olur. şimdiki durumu bilmem ama eskiden sınıfın arkasında upuzun bir kanca sırası olurdu, yaklaşık 40 kişilik filan. işte sabah giren çocuk buraya paltosunu asar. fakat bu paltolar bazen orada cereyan eden itişmeler şakalaşmalar nedeniyle asıldıkları kancadan kurtulur ve yere düşer. bu aşamadan sonrası dikkatle izlenmelidir. eğer düşen palto sınıfın popüler ve güçlü kuvvetli çocuğunun paltosu ise oradaki çocuklardan biri hemen paltoyu kaldırır ve yerine asar. ama sınıfın önemsenmeyen ya da taşak oğlanı olan veyahut silik birisine aitse bu palto? o çocuk görene kadar bir gelişme olmaz. hırgür bittikten sonra çocuk gider kendi paltosunu kendi asar. böylece sınıf içindeki pozisyonunu da bir kez daha öğrenmiş olur. insan davranışının en saf hallerini görebildiğimiz çocuk davranışlarından sıradan bir ayrıntıdır aslında bu.

  • itlaf edilmesi gereken hastalikli sigir bile daha sagliklidir.

    bunlarla ayni zaman diliminde yasamamiza neden olacak hatamizi cok merak ediyorum.