hesabın var mı? giriş yap

  • (acemiliğin ilk günleri...)

    asker: hapşuu!
    komutan: çok yaşa!
    asker: emredersiniz komutanım!
    komutan: "emredersiniz!" denmez evladım, "sağol!" denir.
    asker: emredersiniz komutanım!

    (aradan bir yarım saat geçer...)

    asker: hapşuuu!
    komutan çok yaşa!
    asker: sağolasın.

    (böyle de level atlanmaz ki be canım kardeşim, sümüklü piyadem benim. sen çok yaşa e mi.)

  • 2000'lerin başında kaldığımız köyde imamın kuran kursundaki tecrübeli çocuklara ezan okutması, çocuklardan birinin akşam ezanını okuduktan sonra bitirirken ''seni seviyorum gamze'' diyerek bütün köye aşkını ilan etmesi.

  • bence bu konu şu an klavye başında değil de, mesela bi 10bin metrede türbülanstayken de tartışılmalı. o zaman da fazla geliyor mu görmek lazım.

  • makarnayı niteleyen durumdan eser bırakmamaktır. yok bütün olarak tencereye sığmıyormuş bayramda kazanla sarma pişirirken var ama büyük tencereniz.

  • şimdiye kadar yaptığım ama bu başlıktaki entryleri okuduktan sonra derhal son vereceğim eylem.

    zaten tüm davranışlarımı ekşi sözlükte yazılanlara göre şekillendiriyorum. geçen gün de tüm kısa kollu gömleklerimi ateşe verdim.

  • 1966 le mans yarışının gerçek hikayesinin anlatıldığı filmdir.

    60'lı yıllar, le mans yarışlarını kazananan üreticinin dünyanın en büyük otomobil üreticisi olarak görüldüğü yıllarmış. o yıllarda ford'un başında olan henry ford ii ve başkan yardımcısı lee iacocca, otomobil sporlarında başarılı olmanın önemini farkediyorlar. bu ikili aynı zamanda otomobil spolarında başarılı oldukları taktirde satışlarınının da artacağını düşünüyorlar. bunun üzerine henry ford gözünü le mans yarışlarına dikiyor ve hemen araştırma yapmaya başlıyor. le mans yarışlarında başarılı olmak için hem çok güçlü hem de çok dayanıklı otomobiller üretmek gerektiğini öğreniyor. ne kadar büyük ve köklü bir üretici olsalar da böyle otomobiller yapmak için gerekli tecrübeye sahip olmadıklarını farkediyor.

    henry ford, 1960-61-62-63 yıllarında le mans yarışlarını arka arkaya kazan ve o yıllarda büyük maddi zorluklar çeken ferrari'yi satın almak istiyor. satın alma işlemleri için italya'ya gidiyorlar. enzo ferrari, ferrari yarış takımının yönetiminin ford’a devredilmesi maddesini kabul etmeyince satınalma gerçekleşmiyor. çılgına dönen henry ford, ferrari'yi le mans'da yenecek bir otomobil üretmeyi o anda kafasına koyuyor.

    1964 le mans yarışı için 101 cm yüksekliğinde 4,2 litrelik v8 motora sahip saatte 320 km hıza ulaşabilen bir otomobil üretmeyi başarıyorlar. aerodinamik olarak çok iyi fakat bir o kadar da dengesiz olan bu araca ford gt 40 adını veriyorlar. sorunları oldukça fazla olan bu araçtan 3 tanesiyle 1964 le mans yarışına başlıyorlar fakat 3 araç da bozulup yolda kalıyor. yarışın ilk 3 sırasını ferrari’nin 275p modeli alıyor.

    bu başarısızlığa rağmen henry ford pes etmiyor. bir sonraki yıl yapılacak olan yarışı kazanabilmek için carol shelby ile anlaşıyor. shelby de ilk iş olarak en beğendiği sürücü olan ken miles'ı işe alıyor. shelby ve miles ellerindeki gt 40'ı test edip hataları düzeltmek için yoğun bir şekilde çalışıyorlar. aracın yüksek hızlardaki dengesizliğini kontrol altına alıyorlar. 24 saat süren le mans yarışına araçlarının dayanabileceği konusunda kuşkuları olmasına rağmen 1965 yarışlarına katılıyorlar. yarışa 6 araba ile başlayan ford yine büyük bir hüsran yaşıyor ve hiçbir otomobil yarışı bitiremiyor. ferrari yine yarışta ilk üç sırayı elde ediyor. ferrari 250lm adeta ford gt 40'ı ezip geçiyor.

    enzo'dan intikam almak isteyen henry iyice hırslanıyor. le mans takımına, üzerinde kazansanız iyi olur yazan kartvizitler dağıtıyor.

    1966 yarışı için ford'un yarış ekibi ellerinden gelen her şeyi yapıyor, ken miles binlerce saatlik test sürüşü yapıyor, aracın kusurlarını birer birer tespit edip düzelttikten sonra araç artık gerçekten güven vermeye başlıyor. ferrari de boş durmuyor, son yarışı kazanan modelden daha hızlı bir model olan 330 p3'ü üretiyorlar. 330 p3, 101 cm yüksekliğinde olan gt 40'dan 13 cm daha kısa, sadece 88 cm yüksekliğinde ve çok hızlı hızlı bir araç.

    1966 le mans yarışlarına ford büyük bir ekiple geliyor. 8 ford gt 40 ve tonlarca yedek parça getiriyorlar. ferrari ise sadece 3 adet 330 p3 getiriyor. enzo ferrari hızlı araçları kadar sürücüsü john surtees'a da çok güveniyor. ancak yarıştan birkaç saat önce john yarışa katılmayacağını açıklıyor. john yarıştan çekilince ford pilotları sıralama turlarında ilk 4 sırayı alıyorlar. ford'lar yarışa ilk sıralardan başlasalar da gecenin ilerleyen saatlerinde hızlı olan ve yakıt ekonomilerini kullanan ferrariler ilk iki sırayı alıyor. ford'un 4 arabası bozularak yarış dışı kalıyor. diğer araçların da bozulmasından korkan henry ford takıma sürücülerine tam gaz gitmemeleri emrini veriyor ancak ken miles bu emre uymuyor.

    sabah olduğunda ferrariler yarış dışı kalıyorlar. öğlene doğru ford gt 40' lar ilk 3 sırayı alıyorlar. yarışın lideri ken miles iken ford yarış ekibi üç arabanın da finish çizgisinden beraber geçmesi için talimatını veriyor. bu yüzden ken miles yavaşlayarak bruce mclaren'ı bekliyor. ancak bruce mclaren'in yarışa daha geriden başladığını hesap etmedikleri için bruce mclaren birinci, ken miles ise ikinci oluyor. finish anı

    ken miles bu yarışı kazanması durumunda tarihteki en önemli dayanıklılık yarışları olan le mans, daytona ve sebring'i kazanan ilk yarışçı olacakken bu tarihi başarıdan oluyor.

    ford devam eden 4 yıl boyunca le mans yarışlarını kazanıyor. ken miles yarıştan 2 ay sonra bir gt 40'ı pistte test ederken kaza yaparak ölüyor.

    tüm bu yaşananlardan sonra ferrari fiat'a satılıyor.

    henry ford'un ilk le mans galibiyetini kazanabilmek için ne kadar para harcadığı bilinmese de uzmanlar bugünün parasıyla 1.5 milyar dolardan fazla olduğunu tahmin ediyorlar.

    1966 lemans yarışlarında yarışan ferrari 330 p3; 3967 cm3 silindir hacminde, 420 hp güç üreten, saatte 310 km sürate ulaşabilen, v12 motora sahip bir araçtır. rakibi ford gt40 mk ii; 6997 cm3 silindir hacminde, 485 hp güç üreten, saatte 320 km sürate ulaşabilen, v8 motora sahip bir araçtır.

    yararlanılan kaynaklar;
    kaynak
    kaynak
    kaynak
    kaynak
    kaynak

  • türkçe konuşup yunanca yazan bir azınlığın dili imiş bir zamanlar. bu azınlığın kökenleri hakkında iki teori mevcut:

    a) anadolu'ya gelip bizans imparatorluğu için paralı askerlik yapan ve kimi haçlı seferleri'ne de katılan kıpçak, tatar, peçenek kökenli türkler. turcopoles olarak da anılan bu türkler daha sonra vaftiz olarak ortodoks kilisesine bağlanıyorlar ve bu vesile ile karamanlıca doğuyor.

    b) türklerin anadoluya gelmesi ve hakim olmasıyla beraber, istanbul, trabzon, iznik, izmir gibi belli başlı merkezler haricinde yaşayan rumlar zaman içerisinde müslümanlaşmasalar bile türkleşiyorlar ve karma bir dil konuşmaya başlıyorlar. ortodox oldukları ve öteden beri yunan alfabesi'nin kilisenin kullandığı yazı tekniği olması dolayısıyla dil türkçe olsa bile alfabe yunan alfabesi olarak kalıyor.

    şimdilik biliminsanları arasında daha popüler olan teori ikincisi. dilin adı konusunda henüz bir birliğe varılmış değil. karamanlidika, karamandlika, karamanlı, karaman türkçesi gibi varyasyonları da var. 1923 nüfus mübadelesi sonrasında tüm dünyaya yayılıyorlar ve türkiye'de konuşan kimse kalmıyor (kimi yaşlı insanların konuşmaya devam ettikleri söyleniyor ama hem aradan geçen zaman ile bu yaşlıların artık hayata göz kapamış olmaları, hem de bu dilin belirleyici unsurunun alfabesi olması göz önünde bulundurulursa, bu dil artık türkiye'de ölü bir dildir).

    türkiye haricinde ise kaderi henüz tam olarak belli değil ancak korkarım ki türkiye'de olduğu gibi kaybolmuş yahut kaybolmanın eşiğinde olan bir dil. kıbrıs rum kesimi ve yunanistan'da hala konuşan ve yazan olup olmadığına dair bir bilgiye ulaşamadım (bilgisi olan varsa belirtsin, bu girdiyi düzeltirim). dil üzerine çalışmalar başlamış. türkiye'den selenay aytaç ve yunanistan'dan constantina constantinou bu dilin dünyadaki izlerinin peşine düşmüşler ve örnek çalışmaları dünya kütüphanelerinden ve kataloglardan bulup, düzenleyip yeniden kullanıma açmaya çalışıyorlar. bu dil üzerine yaptıkları çalışmaları özetledikleri bir panel konuşması için bkz

    bir vesile ile bu başlığa yolum düşmüştü ama tatmin edici bir bilgiye ulaşamayınca oturdum araştırdım ve bulabildiğim şeyleri paylaşmak istedim. kuru kuru milliyetçilik yapmakla olmuyor ve şu dilin hazin hikayesi bizim bir ayıbımızdır. herşeyi, insanlığı, medeniliği geçtim, bizim kültürümüzün bir parçasını kendi kendimiz ademe (ademiyete) mahkum etmişiz resmen.

    konuyla alakalı vikipedi sayfasını da koyuyorum ilgi duyanlar için.

  • kadın: beyin özürlüsün
    erkek: sen de geri zekalısın
    bir diğer kadın: (bağırarak) kes. kadınla düzgün konuş. erkeksin diye kadınla böyle mi konuşman lazım

    maske kavgası değil bu. bir kaç kadın aralarına aldıkları bir erkeğe terör estirmişler. olay bundan ibaret

  • bir beş sene kadar oluyor, bir iş için new york eyaletinin kuzeyinden greyhound (abd'nin metro turizmidir) ile nyc'ye geliyordum. yol üç buçuk saat kadar sürüyor, ilk bir saat tıngır mıngır geçti. gidiyoruz. birden otobüste selda bağcan çalmaya başladı. lan dedim ne oluyor... sonra yaklaşık iki saat boyunca çalmaya devam etti. bizim otobüs bir anda erzincan-malatya otobüsüne dönüverdi. ben şaşkınlık içindeyim, bayağı da merak ettim mevzuyu. inerken şoföre sordum ne iş diye; owww selda is my favourite dedi. adam karışık mp3 yapmış yollarda hep çalıyormuş. diyeceğim o ki, bu kadını gerçekten bütün dünya dinliyor.