hesabın var mı? giriş yap

  • ne giyeceğimi bilemediğim günler aynanın karşısına geçip bu cümleyi söylüyorum kendime. işe yarıyor. ben serenay'ım lan, ne giyersem o amk.

    (bkz: serenay olmak)

  • kaptan amerika neden bir kalkan kullanır? neden bu kadar güçlü bir insan daha güçlü bir saldırı silahı kullanmazken bir savunma aracı olan kalkanı kullanır.?

    bence bu sorunun cevabı amerika'nın dış siyasetini inceleyince görebiliyoruz. amerika bir yere savaş açıyorsa bu her zaman insanlık içindir ( en azından onlar öyle söyler ). amerika ırak'a savaş açma sebebi ıraktaki kimyasal silahlardı. amerika'nın suriye'yi bombalama sebebi gene kimyasal silahtı. amerika insanlığı veya kendisini tehdit eden şeyleri ve kişileri yok ettiğini söylüyor. bu da tam olarak savunma kafasıdır. aslında amerika kendi mantığıyla sadece savunma yapıyor.

    kaptan amerika da bu siyasetin süper kahraman filmine tezahür etmiş halidir. kaptan amerika sadece savunma yaparak düşmanlarını yok eder ondan dolayı sadece basit gibi görünen ama çok güçlü bir kalkan kullanır. hatta kalkanın fizik kurallarını ihlal ettiği bile söylenir filmlerinde. ender bulunan değerli bir malzemeden yapılmıştır. aynı amerikanın savunma yaparken ki hassasiyeti gibi değerlidir.

    kaptan amerika belki de yok etme gücü daha yüksek bir saldırı silahı kullansa dünyada bu kadar çok sevilmeyecek iken kalkan kullanıp sadece savunma yaparak insanlık için savaştığı düşüncesiyle insanlara sevdirildi.

    bu sadece bir film bu kadar anlam yüklemek saçma olmuş diyebilirsiniz ama bu kadar büyük paraların döndüğü tüm dünyada yenisi çıksın diye merakla beklenen bu tarzdaki filmler sadece film değildir. bir şeyler anlatmaya çalışırlar bizlere ve sonunda da anlatırlar.

  • ben: baba bana elhamı öğret, öğretmen istiyor
    babam:
    elhamdürüsiyle
    kızlar sürüsiyle
    hergün birisiyle
    yarabbi şükür allahım

    ben: aman be baba
    babam: oğlum ne var, hocanız bile bilmez bunu, hem bir tutarsa duan, ehi ehi
    ben: ablam gibi dayak yiyeyim sonra değil mi* ? .. anneee , bana elhamı öğret...
    babam: dur ben sana elemtereyi de öğreteyim.
    elemtere ellipara
    babam gider kochisara.... nereye gidiyon, daha bitmediki
    annem: offf bey offf, cocukların hepisini göndereksin cehenneme, günaha giriyorsun
    babam: ehi ehi ehi he

    * ablam ilkokul birde "kuran kursuna gideceğim" diye tutturur, bizimkiler her zamanki kayıtsızlıkları ile aman gidersen git derler. ablam ilk gün gelir ve babama, "baba bana sübhanekeyi öğret, hoca istedi" der, ertesi gün kursa giden ablam biraz sonra yüzünde şamar iziyle kıpkırmızı şeklide eve döner. şimdi babamdan ablama öğretilen sübhanekeyi dinliyoruz:

    sübhaneke
    sümbülteke
    anam eke
    babam teke

    diye gidiyordu hatırladığım kadarıyla. bu arada babamın 9 yaşından beri beş vakit namazını kılan, orucunun birgünün bile kaçırmayan bir insan olduğunu belirteyim

    (bkz: niye benim babam herkesin babası gibi değil)

  • aklıma umut sarıkaya, zenci, yağlanmış zenci dansçı vs. gibi bir çok itlik getiren haber. ama düşünmeyeceğim bunları. nişanlımı aradım. kına gecesi dahil herşeyi iptal ettirdim. mevlütlü düğün yapıcam.

  • benim aklıma ayla filmini izlerken gelmiş bir sorudur bu.

    savaş 1953’te bitti, nasıl böylesi bir refaha erdiniz bu kadar kısa sürede?

    şu güzelim seul'u nasıl böyle baştan yarattınız?

    (sorunun cevabını ararken araya türkiye kore kıyaslaması yapan grafikler serpiştireceğim.)

    hikaye 1953’te başlıyor

    kuzey-güney savaşı 27 temmuz 1953’te ateşkes ile sona erdiğinde altyapı ve tesislerin %80’i yok olmuş, mevcut fabrikaların büyük bir kısmı ise kuzey’de kalmış. ateşkesten sonra ekonomi harap durumdayken bu ülkeyi aldığı dış yardımlar ayakta tutmuş. kore ekonomi bakanlığı’nın verilerine göre ülke, 1953-1959 arası çoğunluğu abd’den olmak üzere 1,8 milyar dolar dış yardım almış.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=414)

    derken mayıs 1961’de bir darbe ile yönetim general park chung tarafından sağlanmaya başlamış. güney kore ile ülkemizin enteresan paralellikleri var; bilindiği gibi bizim yeni rejiimimizdeki ilk askeri darbe de mayıs 1960’ta gerçekleşmişti. enteresan bir şekilde iki askeri yönetim de ekonominin önemli bir problem olduğunu ve çözümün planlı kalkınma modelinde olduğunu düşünüyordu. güney kore 1962’de, türkiye ise 1963’te ilk beş yıllık kalkınma planlarını açıklamıştı. hatta ülkemiz konuyu o kadar önemsemişti ki hollandalı kalkınma uzmanı jan tinderberg danışılmak üzere ülkemize getirilmiş ve dpt’ (devlet planlama teşkilatı) kurulmuştu. iki ülkenin de kalkınma modeli ithal ikameci ve ihracata yönelikti.

    ilk beş yıllık kalkınma planları işletilmiş ve iki ülke de iyi bir performansla hedeflerine yakın sonuçlar elde etmişlerdi.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=350)

    ancak ülkemizde 1960’ların sonlarına doğru askeri yönetim siyasetin tekrar demokratikleşmesi için elini yönetimden çekmeye başladığında dpt’nin agresif ve kendinden emin tavrı yok olmaya başladı. chp kendi içinde bile planlama konusu ile ilgili ayrılıklar yaşıyordu. ciddi reformlar, alışılmamış uygulamalar… bunların arkasında durmak kolay değildi. yaklaşan seçimde chp planlamayı anlatmaya çalışırken demokrat parti’nin halefi adalet partisi (süleyman demirel) “bize plan değil pilav lazım!” diyerek halk nezdinde planlamanın altını oymaya başlamıştı bile. nitekim 1965’te ap tek başına iktidar olmuş, turgut özal da dpt müsteşarı olarak atanmıştı. ap iktidarı dpt’nin görevinin özel sektöre yön vermek değil desteklemek olduğuna hükmetmişti. planlama ankara’daki bürokratlardan istanbul’daki patronlara geçmişti. hangi sektöre destek sağlanacağı ekonomik bir vizyona, stratejiye göre değil özel sektörün kâr beklentisine göre belirlenecekti.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/…=251)

    işte güney kore ile paralel giden kaderimiz burada ayrışmaya başladı. çünkü darbeci general park (ki kendisi 1979 yılında bir suikastle öldürülmüştür) sivilleşerek siyasete devam etti ve arka arkaya seçimler kazandı. bu nedenle temel kalkınma felsefesinden ödün verilmeden planlamaları devam etti. bu felsefe devletin planlarla üretime müdahale edip kalkınmacı rolünü üstlenmesi üzerine kurmuştu. planlar sıkı sıkıya takip ediliyor, devlet güçlenmesini istediği ihracatçı sektörleri koruyor, sunulan hedeflere ulaşan şirketlere vergi kolaylıkları, ucuz finansman gibi ödüller sunuyordu. yani kontrol devlet babadaydı.

    hikayenin buradan sonraki kısmını plan bazında karşılaştırarak değil de iki ülkenin bu süreçte neler yapıp yapmadıklarına bakarak ele almaya çalışalım.

    güney kore neler yaptı?

    -1970’lerin başında saemaul projesi hayata geçti, böylece güney kore kırsal kesimin tüm altyapı çalışmaları tamamlanarak modernizasyonu sağlandı.

    -beşeri sermayenin arttırılabilmesi için gerekli eğitim yatırımları yapıldı ve bunun meyveleri emek yoğun (nitelikli insan gücü gerektiren, işçiliği yoğun olan) endüstrilerin gelişmesiyle toplandı.

    -devletin kendisi ar-ge yatırımları yaptığı gibi özel sektörün ar-ge çalışmalarını da ciddi anlamda destekledi.

    -1970’li yıllarda gemi yapımı, elektronik, telekomünikasyon, enerji ve kimya gibi sektörler için araştırma enstitüleri kuruldu (devlet 16 adet enstitü kurmuş). bu yıllardan itibaren de teknoloji yoğun sektörlere geçiş dönemi başladı.

    -ağır sanayiden ileri teknoloji ihracatına geçişte doktora ve master derecesine sahip elemanlar yetiştirilmek üzere ileri bilim ve teknoloji enstitüleri kuruldu.

    -devlet, dünya piyasasının gidişatına göre destek ve teşvik sağladığı sektörlerde güncellemeler yapıp, bu hamle kabiliyetiyle şirketlerini daima küresel rekabetin içerisinde tuttu..

    -ilk etapta taklit mal üretiminde dünyaya adını duyuran güney kore bu sayede birikimini ileri taşıyarak inovatif bir ileri teknoloji ülkesine dönüştü. (imitasyon devrinden inovasyon devrine)

    -devlet “chaebols” denilen az sayıda büyük şirketi/holdingi destekleyerek onları dünya çapında markalar üretmiş şirketlere/holdinglere dönüştürdü. daha sonraki yıllarda kobi ve diğer küçük işletmelerin bu devlerden korunması için ise gerekli yasaları, teşvikleri çıkartarak dengeleme çalışmaları yapıldı.

    işte o “chaebol”lar

    -tabii her şey güllük gülistanlık gitmemiş ülkede, general park’ın ölümünden sonra ülke dünyanın en borçlu 4. ülkesi haline gelse de planlı kalkınma disiplinine çok kısa sürede geri dönüp ekonomik sistemini tekrar sağlıklı bir şekilde işler hale getirmiş.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    türkiye neler yaptı?

    -saemaul projesine benzer bir vizyonla köy-kent projesini tasarladı ancak hayata geçiremedi.

    -1980’lerde ihracatta sıçramanın işçi ve çiftçilerin ücretlerini düşürerek gerçekleştirileceğinden hareketle sendikasızlaşmış bu kesimin ücretlerini dramatik derecede düşürdü, böylelikle ucuz iş gücü avantajıyla bir ihracat sıçraması elde etti ama sürdürülebilir olamadı.

    -1980’li yıllardan itibaren kalkınma planları göstermelik olarak düzenlendi ve tam olarak uygulamaya konmadı.

    -devlet tarafından desteklenen sanayici, üretimine girmek istediği ürün ve girdilerin ithalatını yasaklatabiliyordu. özel sektöre ağır sanayi ya da yüksek teknoloji hedefi yerine güçlü bir biçimde korunan iç pazar sunuluyordu.

    -1971 yılında başlayan siyasi kriz ve istikrarsızlıklar güçlü irade gerektiren her türlü çalışmanın yapılamamasına sebep oldu.

    -kötü ekonomi yönetimi ülkemizi ımf’nin eline düşürdü, ımf ısrarla dışa açık bir ekonomi modeli karşılığında yardım önerince chp (bülent ecevit) karşı çıktı ve o meşhur yağ, şeker çay kuyruklarını da içeren darboğaz yaşandı.

    -24 ocak 1980 kararlarıyla planlamacılık tümüyle bırakılıp sistem serbest piyasa anlayışına terkedildi.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    sonuç olarak;

    onlar eğitime yatırım yaptıkça biz yapamadık, onlar istikrarla planlarına devam ederken biz edemedik.

    onlar imtiyazlı aileler yaratıp dünya çapında markalar ürettiler, biz ise her yeni iktidarda yeni zenginler yaratıp onların keselerini dolduruşlarını izledik.

    onların 1980’lerde ulaştığı yüksek katma değerli üretim seviyesini 2000’lerde yakalamaya çalışıyoruz.

    onlar ithalat yasaklarıyla 1980’de renkli televizyon üretip ülke içinde sattırmazken, yabancı sigara içenlere vatan haini gözüyle bakarken (ülke içindeki her kuruş dövizin tekrar endüstriye yatırılması gerektiği bilinci) biz aynı yıllarda ekvator’dan çikita muz aldık diye ülkemiz refaha erdi, bolluğa ulaştı sanıyorduk. zaten 10 yıl içinde fark ettik ki ithalatımızı artık istesek de düşüremez hale gelmiştik.

    onlar 1977’de renkli televizyon üretemezken 1983’de çip üretmeye başlayıp uluslararası rekabete girişirken aynı yıllarda biz sokak olayları, askeri darbe ile uğraşıyorduk.

    (bkz: https://biryerdeokumustum.files.wordpress.com/….jpg)

    ha, onlar gecekondulaşmayla, çocuk işçilik meselesiyle, çevre sorunlarıyla uğraşmadılar mı? tabii ki, ama artık bir çoğunu halletmiş görünüyorlar. bugün türkiye’de bu sorunların hepsi katmer katmer olduğu yerde duruyor.

    bugün güney kore yetkililerin türkiye’de sıradan kabul edilen olaylar sonucu utanç duyup istifa ettikleri hatta yargılandıkları bir ülke.

    örnek 1

    örnek 2

    örnek 3

    örnek 4 (bizde her sene olan şey adamlarda istifa sebebi olmuş)

    örnek 5

    örnek 6

    dünya gazetesi’nden hakan güldağ’ın güzel yazısından bir alıntı ile bitireyim:

    “1980’lerin taklitçisi güney kore, bugün dünyanın en ‘icatçı’ en ‘yenilikçi’ ülkelerinden biri…
    ıbm makinelerinin sökülüp, parçaların kopyalanıp yeniden birleştirildiği ‘kopya’ bilgisayarların… nike ayakkabılarının ve louis vuitton çantalarının büyük miktarlarda seri üretiminin yapıldığı ‘korsan cenneti” güney kore, bugün, amerikan patent bürosu tarafından verilen patentlerin sayısı bakımından en üstte yer alan beş ülkeden biri…
    uzun söze gerek yok! nokia’nın microsoft’a satılmak durumunda kaldığı bir dönemde, apple ile samsung arasında dünya çapında süren nefes kesen teknoloji yarışını anımsamak, bugünkü güney kore’yi kavramak için yeterli…
    güney kore, bugün zarif cep telefonları ihraç eden bir ülke olmanın yanı sıra, insanları daha iyi beslenen, çok daha uzun yaşayan, çok daha az bebek kaybeden bir ülke aynı zamanda…”

    biz ise savaşta yanında yer aldığımız, o zamanlar yetim kalan çocukları için yetimhaneler açtığımız güney kore’den kia otomobil ithal edip onunla seyahat etmeye, lg marka bilumum ürün kullanmaya seyretmeye, haberleşme işini de samsung ile çözmeye devam ediyoruz.

    *yazıyı blog formatında kişisel blogumdan okuyabilirsiniz bu arada.

    (yazıdaki grafikleri aşağıda kaynak olarak verdiğim makalelerden ekran görüntüsü olarak aldığımı da belirteyim de laf söz olmasın)

    -pamuk, şevket, türkiye’nin 200 yıllık iktisadi tarihi, iş bankası kültür yayınları

    -http://dergipark.gov.tr/…wnload/article-file/195289

    -http://www.yildiz.edu.tr/…yinlar/planlikalkinma.pdf

    -http://www.acarindex.com/…/acarindex-1423868537.pdf

    -http://www.tepav.org.tr/…urkiye_icin_cikarimlar.pdf

    -https://www.dunya.com/…cizesini-nasil-yaratti/17518

    -http://www.mahfiegilmez.com/…re-ekonomilerinin.html

  • yılbaşı özel programında turabi'nin olmasını protesto eden hakan-gökhan özoğuz ilk defa bir yarışmacının performansında koltuklarında değillerdi. acun durumu çaktırmamaya çalıştı ama türk televizyon tarihinin en kötü karakterlerinden biri olan turabi'yi kötü örnek olduğu için protesto etti athena. protestoları gram şaşırtmadı, adam gibi adamlar.

  • ibb eski başkanı kadir topbaş döneminde yapılan ve akp'li belediye başkanları tarafından kullanılan florya atatürk ormanı'ndaki villa tipi lojmanlar, halka açılıyor.

    ekrem imamoğlu daha önce lojmanlarla ilgili “ibb'nin lojmanı var. 14 aile yaşıyor, 60 dönüm arazide. 40 tane güvenlik çalışıyor. adam anadolu yakasında görev yapıyor, lojmanı florya'da. sırf bu lojmanın senelik masrafıyla 2 tane yurt yaparız” demişti..

    bu villalar, ibb istanbul planlama ajansı florya kampüsü olacak. ofis, kütüphane, konferans salonu, gençlik merkezi, sergi salonu, açık hava okuma birimleri, spor, festival alanı, kapalı havuz, konser alanı olarak düzenlenerek halka açılacak.

    bu villalarda en son oturanlardan biri kimmiş? esenler belediye başkanı tevfik göksu. bu kadar ağlamasına şaşmamalı.

    tanım: ekrem imamoğlu'nun yandaşlara akan musluklardan birini daha kesmesidir. halkı için arı gibi çalışıyor, helal olsun.

    link: https://www.sozcu.com.tr/…i-halka-aciliyor-5914700/

  • başlığı açmak için girdiğimde zaten açıldığını gördüğüm olay.

    honda'nın stoklarda yok diyerek düşük ötv'den vatandaşın yaralanmasını önlediği, ama videolarda yüzlercesi görülen arabadır. honda'nın alçaklığının belgesidir, yetkili devlet kurumlarının acilen el atması gereken, ilgili bayiye yüzbinlerce liralık "stokçuluk" cezası kesmesi gereken olaydır.

    böyle alçaklık olamaz!!

    edit: "hava gezgini" bilgilendirmesi sonrasında aşağıda yazılan yasa maddesi ile de suç işledikleri zaten kesin durumda.

    kanuna eklenen ek-1/2. maddesinde3, üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler, piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunamayacağı hususu düzenlenmiştir. buna aykırı hareket edenler için 50.000 türk lirasından 500.000 türk lirasına kadar idari para cezası öngörülmüştür(kanun-18/ı maddesi).

  • mesela 21. dogumgununde onsuz gecirilen her dogumgunu icin toplam 20 ayri hediye almak. bir kac ornek vermek gerekirse 1. yasa emzik, 7. yasa abakus, 12. yasa cicili bicili tokalar gibi. aradaki tutkulu bir asksa, yapiliyor boyle seyler.