hesabın var mı? giriş yap

  • işlediği fiillerin hakaret suçunu oluşturacağından habersiz, cahillikle "hop hop hop temas yok" diyen bir insan(!)ı barındırır.
    umarım görevli bu işin peşini bırakmaz ve adalet yerini bulur.
    edit: izledikçe sinirleriniyorum. işinde gücünde insandan ne istedin be? hala nasıl zor tutuyor kendini ekmek parası elinden kayıp gitmesin diye.

    edit 2: başlık taşınmış. doğrudan isim soyisim olan bir başlık altına yazmak tarzım değildir. orada önemli olan kişinin açık kimliğinden ziyade yaşanan olayın değerlendirilmesiydi aslında.
    ceza kişiye değil davranışa verilmelidir mantığı ile yaklaşmam nedeniyle, başlığın taşınmasını olumsuz buluyorum.

    edit 3: vay canına başlık başıma kalmış. resmen bu işin meşalesisini ben yakmışım gibi olmuş. değil arkadaşlar ben "havaalanında görevliyi tahrik eden yolcu" başlığına üçüncü veya dördüncü sıradan yazan yazarım. resmen eleme usulü gibi tek tek yok oldu herkes.

    ayrıca önemli bir bilgi, krdsturkiyeburanebeklion sayfasında baycodemir diye bir hesap şu baştaki yorumumu kopyalamış, onu da yarım yamalak yapmış zaten* 5200 beğeni falan almış, söz konusu hesap bana ait değil, belirtmek isterim. ilgili görsel

  • - ne demek burası 2 sayı?
    - şu çizginin arkasından atılan sayılar 3 sayılır cumhurbaşkanım
    - bu kurala uymuyorum, saygı da duymuyorum

  • zenginin rezaleti bilem buram buram kalite kokuyor yeminle.

    bir de bizim rezaletlere bak amnk, neymiş dominos 30 dakikada getirmemişmiş, yurtiçi evde bulamamışmış, 50 kuruşluk yoğurtlu sos...
    fakirliğimden tiskiniyorum, tiskiniyorum..

  • din ve iman.

    değil tabiki de.

    bunlar iyilik karşısında ödül, kötülük karşısında ceza verirler.

    ödül ve ceza ile bir köpeği eğitebilirsiniz ama bir insanı değil.

    bir insanın iyi olabilmesi için ihtiyaç duyacağı iki şey empati yeteneği ve vicdandır.

  • demem o ki, 107 yıllık şanlı kung fu hocalığımda rastladığım en kızgın vites değişikliği üniversite yıllarıma dayanır. bilenler bilir, bilmeyenler bilmezler; yurtlar bölgesinden binilen dolmuşun, çıkış kapısına varmasına kadar kampus içerisinde bir miktar yol alınır. işbu güzergahın süresi, dolmuş şoförünün o anki halet-i ruhiyesine göre değişir. hiç unutmam, aydınlık bir cumartesi akşamüzeriydi, henüz kahverengi kuşaktım ve ağır bir kung fu çalışmasını yeni bitirmiştim. maksadım kuğuları beslemek üzere tunalı'ya gitmekti. tabi serde gençlik ve kung fu'ya açlık da var olduğundan, biraz da 'yüzen kuğu tekniği' çalışırım diye dolmuşa bindim. hatıralarım beni yanıltmıyorsa, en arka koltuk sağdan ikinci sırada oturan civan mert bendim. araç hareket ettiğinde hepimiz neşe içerisinde dolmuş ücretlerimizi bizatihi takdim ettik. ağır ağır ilerliyorduk çamlar ve bölümler arasından. kısacası mes'uttuk. şoför, o yüzyıldaki her dolmuş şoförünün yaptığı gibi alışılagelmiş sorusunu sordu: "parasını veremeyen, parasının üzerini alamayan var mı?" bizler helal süt emmiş insanoğulları ve kızları olduğumuz için "aa bidakka hocam, ben paramın üzerini almadım" demedik. sergüzeşt yolculuğumuza devam ettik. derken, alışılagelmemiş bir şey oldu ve kaptanımız para alışverişini ilgilendiren sorusunu tekrar etti. garip bir titreşim yayıldı dolmuşun içinde. ense kökümüz ilk kez karıncalandı. galiba bunun nedeni biraz da şoförün sorusuna kattığı belli belirsiz sertlikti. bizler, yani kemal yekun 13 kişi kendi hallerimize rücu etmek üzereydik ki, aynı soru bu kez daha şiddetli bir tazyikle dayandı kulak kepçelerimize. susuştuk. “parasını veremeyen 2 kişi” lafzı şoförün ağzından patlak verince ise, ense kökümüzdeki tuhaf karıncalanma kuyruk sokumumuza doğru ilerlemeye başlamıştı bile. ince bir telaş kapladı hepimizi. dolmuşun kubbesini bu telaşla yapılan mırıldanmalar dolduruyordu artık. birbirimize bakıyorduk. bila ücret hareket eden o iki kişiyi tespit ve tenkide çalışıyorduk. ama nafile. galiba hepimizde güzel poker yüzleri vardı. “parasını iki kişi vermedi, versin” gürlemesi üzerine, orta sıralarda oturan volkmen kulaklığı takmış saf bir arkadaşımız “ha?.. ne… ne oluyor?” diyerek ayağa sıçradı. yediği naneyi anlamışçasına özür dileyerek parayı uzattı. ona kızsa mıydık, teşekkür mü etseydik bilemedik. çok karmaşık duygular besliyorduk hançeremizde. ama yarı yarıya da rahatlamıştık. geriye kalmıştı bir. artık onun peşindeydik. herkes birbirinin kulaklarına bakıyordu. başka volkmenli yoktu. takriben birkaç dakikalık kampus içi seferi adeta birkaç asırlık kabusa dönüşüyordu. öyle ki, ücreti peşinen takdim ettiğim halde o bir kişi yerine tekrar dolmuş parası vermeyi bile düşünmeye başlamıştım. lakin kefenin cebi olmadığı gibi kung fu elbisesinin de cebi yoktu. kuşağı vardı. üstelik iki tam dolmuş parası almıştım yanıma ve o dönüş parası da çorabımda mukimdi. vazgeçtim. ancak bu arada, ben böyle düşünürken de, şoförle dikiz aynasında göz göze geldiğimizi fark ettim. aslında herkes o aynaya bakıyormuştu. sadece gözler vardı kadrajda. adeta carl leone-sam peckinpah karışımı bir vahşi batı düello sahnesinin tam ortasında idik. sahneler, bir çift gözden başka bir çift göze kayıyordu sürekli. “parasını vermeyen o bir kişiiiiiii, parahısını versiiinnnnhhh” infilakıyla birlikte bel hizasındaki vitese hamle yapan şoför vitesi öyle bir kızgınlıkla değiştirdi ki, o koca demir yığını, adeta asfaltla hemhal olup meşke gelmişçesine sarsıldı. tanrım o ne sarsılıştı. tabi bilemiyorum, taklit yapmış da olabilir ama, tüm organlarımız ayrı sarsıldı. kampus çıkışa iyice yaklaşmıştık ve bazılarımız camlarda mevzi alıp çıkış kapısındaki görevlilere “kurtarın bizi bu manyaktan” diye bağırmak üzere kendilerini hazırlıyorlardı. ben kung fu’nun bana verdiği yetkiye dayanarak serin kanlıydım. (nefesimizi tutabildiğimiz, çivilere yatabildiğimiz gibi, kalp kapakçıklarımızı 3’e, 2’ye hatta 1’e indirebiliyorduk.) derken çok sert şekilde vites küçültüldü. durma noktasına geldik ve durduk. şoför el frenini çekti. şahadet getirenler vardı aramızda. önce, şoförün kendi kapısından çıkıp bizim dolmuşa giriş yaptığımız fıslayan kapıdan gireceğini ve allah ne verdiyse sunacağını düşündüm. ama sonra bu düşüncenin çok safdillilik içerdiğine kanaat getirerek, şoförün kısa yoldan, vites üzerinden atlayıp torpido gözündeki levye ile harikalar yaratacağı sonucuna vardım. mamafih ikisi de olmadı. o, baş seviyesindeki dev aynasından bizlere bakarak “parasını vermeyen o bir kişi var ya…” girizgahını beyan etti. arkasından gelecek sinkaflı kelimeler hepimizi ürpertiyordu. her ne kadar kısa bir es verilmiş olsa da cümle başlangıcına, zaman çok ağır ilerledi. sert bir esinti dolmuşun topraklı zemininde bir iki çalıyı önümüzden sürükledi. dolmuşun kepenkleri çarptı. bir anne çocuğunu eve soktu. kimileri gözlerini kapadı, kulaklarını yumdu. ben, elim abanoz saplı mınçıkamda, hasmımı bekliyordum. derken, cümlenin sonu geldi: “parasını vermeyen o bir kişi var ya…. işşallah sınıfta kalır!”
    kim sınıfta kaldı bilemedik hiç. ben kuğuları besledim. ve o sene çok ‘kızgın vites’ yaptı.

  • sadece bir kadını günlerce özgürlüğünden mahrum bırakıp tecavüz eden musa orhan'ı değil; sakarya'daki kürt mevsimlik işçilerinin linç edilmesini, afyon'da silahlı saldırıya uğrayan kürt işçinin ölümünü dans ederek kutlayan, bozulmuş adalet sistemini, yozlaşmış toplumsal mütabakatı ve akp-mhp koalisyonu tarafından çöküntüye uğratılmış iç politikalarını, yobazların ırkçılığa olan reddetme-görmezden gelme tutumlarını işlediği suça destek olarak bellemiş bir gerizekalının iğrenç sözleri.

  • cumhurbaşkanı başdanışmanı, gençlik ve spor bakan yardımcısı, vakıfbank yönetim kurulu başkan yardımcısı, eski akp milletvekili hamza yerlikaya’nın sahte lise diploması kullanması olayıdır. mahkeme kararına göre, ortaokul mezunu yerlikaya, sahte lise diploması kullanmış.

    link

    o değil de, sözlükte tapınılan ibrahim kalın gibi yüce (!) insanlar bu ahlaksızlıklara tek bir söz edememiş mi?