hesabın var mı? giriş yap

  • mantikli hareket.

    savunma bakani isini yapabiliyor olsa kendini savunabilirdi. kendini savunamayan kuzey koreyi nasil savunacak argada$ ?

    adam diktator miktator ama isini biliyor valla.

  • bir gece abimin söylediği sözle beni benden alan sayıklamalar bütünü.

    gece çıt çıkmıyor ben uyumak üzreyim abimden bağırarak gelen ses

    - sessizliiiiiiik

  • türkan şoray 'ı sevilesi kılan şey salt güzelliği değildir. bu toprakların gördüğü en mütevazi insanlardan biridir.

    birkaç yıl önce kendisini bodrum'da gördüm. bildiğin gördüm dibindeydim çünkü. 3 günlük "şöhretler" koruma ordusuyla gezerken türkan hanım çıkmış sokağa sevenleriyle (ki sanırım sevenleri tüm türkiye oluyor) hasret gideriyordu.

    kendisine birşeyler söyleyen herkese cevap verdi, sarıldı, öpüştü, gözlerinin içi gülüyordu. demek gerçekten varmış böyle birşey insanın içinin güzelliğinin dışına vurması.

    türkan şoray bu toprakların en güzel kadınıdır, en güzel insanıdır. ilelebed de öyle kalacaktır.

  • o unutulmaz günde, o "anlatılmaz, anlattıkça yaşanır; hatırlandıkça coşulur" maçta ben oradaydım. hiç unutmuyorum, - galiba - 12.55 gibi garip bir başlangıç saati vardı maçın, ali sami yen stadı kapalı tribünü alt bölümün en ortasındaki yerime ulaştığımda seremoni başlamak üzereydi, üzerinde biletimdeki numara yazılı koltuk dışında başka yer olmaması olağanüstü iyi bir şeylerin yaşanacağının müjdecisi gibiydi âdeta. uğur tütüneker kaleciyi çalımlayıp eski açık tarafındaki kaleye (ki tam 4 yıl sonra eintracht frankfurt'a karşı gene aynı kalenin filelerini havalandırmıştı.) ilk golü gönderdi, devre arası herkes heyecanlı, sevinçli ve umutlu görünüyordu, çoğunluğun beklentisi "3 - 0 ve uzatmada işi bitirme"ydi, mustafa denizli numaralı tribünün altındaki tribününde hapsedilmişti isviçre`nin uefa'sı tarafından, oysa ilk maçta saha ortasına kadar girip hakeme itiraz eden neuchatel antrenörü gilbert giresse devre arasında gene sahanın ortasındaydı.
    ikinci yarı galatasaray onbiri, tribündeki onbinleri, tanju çolak ile uğur tütüneker'in ard arda gelen ve birbirinden organize golleriyle coşmuş, mağrur ve arkaları sağlam isviçrelileri sürklase etmiş, en önemlisi de "biz yapamayız, ilk maç 3 gol yedik, biz kim 4 - 5 atmak kim, tarihimizde yok öyle bir mucize, buna inananlar deli" şeklinde öznel yorum (!) ve görüşleri tarihe gömmüştü. beyaz formalı metin yıldız, cevat prekazi, cüneyt tanman, ismail demiriz, savaş koç, arif kocabıyık ve bu muhteşem zaferin ardından demir parmaklık cezasından kurtulan mustafa denizli dakikalarca tribünler önünde zafer turu attılar.

    daha sonra ilginç şeyler oldu, uefa maçın tekrarına karar verdi, ulusça büyük tepki gösterdik, isviçre ile her türlü ilişkinin kesilmesi bile tbmm'de gündeme geldi, ne idüğü belirsiz ucuz kahraman müsveddeleri (ki onların çocuklarını bugün de mağdur olmadıkları halde federasyon, tahkim kurulu vd. hakkında atıp tutarken görüyoruz, orman kanunu cumhuriyeti(!)nin odun üyeleri) haksızlığı düzeltip adaleti sağladıklarını ilan ettiler, işin kötüsü birçok koyun sürüsü üyesi bu teneke yalancılara inandılar. oysa galatasaray'ın başında bugünkü gibi basiretsiz bir yönetim yoktu o gün, futbol davalarının o dönem (ve uzun yıllar boyunca) avrupa'daki en büyük uzmanı, bayern münich kulübünün avukatı bir alman ile anlaşarak maç sonucunun (5 - 0'lık skor 5 jüri üyesinin birden onayıyla kesinleşti, adalette de 5 - 0'lık bir galibiyet almış olduk) tescilini sağladılar.

    türk futbol tarihinde bir dönüm noktasıydı, aşağılık kompleksimizi o gün mağlup edip çimlere gömdü sarı kırmızılı aslanlar, tıpkı 1993 manchester united maçları ve 2000 uefa kupası finalinde mağlup ettiği gibi. keşke bugün "isviçre bizden iyi, barajı geçemeyiz" diye ahkâm kesen futbol uzman(!)ları da o gün isyankâr mucizeye tanıklık etmiş olsalardı...

  • ilki 2 mart'ta, ikincisi ise 12 nisan'da gerçekleşen, bursalıların küçük kıyamet dediği 1855 depremleri ile ardından çıkan yangılar neticesinde evler, dükkanlar, hanlar, hamamlar ve camilerle birlikte osmanlı'nın ilk üç hükümdarının türbeleri de bütünüyle yıkılmış.

    1) bu depreme kadar varlığını beş yüz küsür yıl boyunca sürdüren osmanlı imparatorluğu’nun kurucusu osman gazi’nin (öl. 1324) gömüldüğü* bursa st. elias manastırı’nın şapel kısmı, 1801'deki bursa yangınından iyi kötü bir şekilde** paçayı yırtmış ama 1855 bursa depreminde tamamen yıkılmış. şu anki türbe ise 1863 yılında sultan abdülaziz tarafından yaptırılmış.

    2) aynı manastırda gömülü olan osman'ın oğlu orhan gazi'nin (öl.1362) türbesi de 1855 depreminden sağ çıkamamış ve devreye yine abdülaziz girip yeniden yaptırmış.

    3) miloç obiliç'in 1389'da kosova'da, savaş meydanında hançerleyerek öldürdüğü murat hüdavendigar'ın iç organları, öldüğü yere,*** bedeni ise bursa'ya gömülüp üzerine oğlu yıldırım beyazıt türbe yaptırmış ki 1855, bunu da affetmemiş!

    * tarih geekleri kızmasın notu: osman gazi öldüğü sıra henüz bursa alınmadığından, bursa'ya değil babası ertuğrul gazi'nin yanına söğüt'e gömülür ilkin. iki yıl sonra bursa alınınca ise mezarından çıkarılıp vasiyeti üzerine bursa kuşatması sırasındaki uzaktan kubbesinin parıldadığını gördüğü gümüşlü kümbet ya da aya eliya olarak adlandırılan st. elias'a defnedilir. fakat ilk gömüldüğü yer olan söğüt'te de bir mezar taşı mevcut ki bunun literatürdeki adı için (bkz: makam mezar)
    ** selçuklu sultanı alaaddin'in osman gazi’ye gönderdiği büyükçe bir davul ve de tesbih falan bu yangında kül olup gitmiş mesela.
    *** miloş'un suikasti sonrası osmanlı sultanlarının güvenlik tedbirleri bagalgiri uygulamasıyla artırılmış artırılmasına ama hüdavendigar için artık çok geç olduğundan iç organlarının gömülü olduğu priştina'ya da bir türbe yapılmış ki esasında bu da dedesinin söğüt'teki mezarı gibi bir tür makam mezar niteliğinde.

  • ben dili bilinenin aksine "senin şunu şunu yapman bende şu şu duyguyu yaratıyor" dan ibaret değil. bir iki ön koşulu var.

    öncelikle bu dil anlık olarak kulanılan bir yöntem olmayacak ailenin genel tutumu olacak. bir birey olarak biribirinin ve çocuklarının duygularını, düşüncelerini dikkate almayan bir anne - babanın çocuğu da başkasını duygusunu dikkate almamayı öğrenir. dolayısıyla sen "bu beni çok üzüyor" desen bile önemsemez.

    ikincisi çocuğun senin duygunu anlayacak yaşta olacak. iki ya da altı yaşındaki benmerkezciliğin doruklarında gezinen ve her şeye kendi verdiği değer kadar önem atfeden bir çocuğa "cama vurduğunda üzülüyorum" dersen anlamayabilir.

    üçüncüsü çocuğun daha büyükse bile genel olarak ilişkin iyi olacak. birbirinizi önemsediğiniz bir ilişki içinde olacaksınız. ben şimdi yolda tüküren bir adamı durdursam ve "yere tükürmen beni üzüyor" desem "sana iyi üzülmeler o zaman "deyip çeker gider. çünkü aramızda bir bağ yok. benim üzülmemi neden önemsesin ki. eğer çocuğunla ilişkin sağlam değilse bu dil işe yaramaz. önce ilişkini onarman gerekir.

    son olarak ben dilinin formülü:
    karşıdakinin yaptığı davranışın yorum katılmadan ifade edilmesi (vurma, bağırma, etrafı dağıtma vb.)
    +
    bunun bana olan somut etkisi (ben toplamak zorunda kalıyorum, yoruluyorum, yetiştiremiyorum vb.)
    +
    sende yarattığı duygu (üzülüyorum, telaşlanıyorum, kaygılanıyorum vb.)

    yani;
    kardeşinle kavga ettiğinizde üzülüyorum (yanlış cümle, bana olan etkisini söylemedim.)

    kardeşinle sürekli kavga ettiğinizde ...... (yanlış cümle, çocuğun davranışına yorum kattım)

    kardeşinle birbirinize vurduğunuzda size nasıl yardımcı olacağımı bilemiyorum ve ikinizin arasında kalıyorum. bu sefer kendimi çaresiz hissediyorum. (doğru cümle.tabi sonrasında sorunlarını nasıl çözebileceklerini de zaman içinde öğretmek ve kural oluşturmak gerekecek.)

    umarım biraz yardımı olur.

  • adeta hayat felsefem. kafamda planladığım işi gerekleştireceğim güne kadar yakın arkadaşlarım ve akrabalarım dahil kimse bilmesin diye özel çaba gösteriyorum. sanki dayanamayıp söylersem işin büyüsü bozulacak ya da çomak sokmak isteyen birileri olacakmış gibi geliyor hep. garip tabii...