hesabın var mı? giriş yap

  • "norveç'e kaçtım fakat ortalarda kimse yok şimdi ne yapacağım" sorusuyla güldüren arkadaş.

    ne bekliyordun amk gemiden indiğinde norveç kralı seni mi karşılayacaktı?*bu kafayla orada tutunması pek mümkün görünmüyor zaten.

  • haydut gezegenler yörüngesinde dolanabilecegi bir yıldızı olmadığından, uzayda başı boş süzülüp yüzerek kendi başlarına evrende seyahat ederler.

    yörüngesinden kopan göçebe dünyamızda, öncelikle her şey soğumaya başlayacak. ihtiyatlı bir tahminle bile birkaç yıl içinde gezegen yüzeyinin artık sıvı suyu destekleyemeyeceği bir kartopu dünya senaryosu ile karşı karşıyayız.

    sahip olduğumuz enerji kaynaklarının mihenk taşı nihayetinde güneş radyasyonuna dayanır. zamanla bunu tamamen kaybedeceğiz. iyi haber ise gezegenimizin çekirdeğinin radyoaktif bozunma tarafından desteklenmesidir. bu milyarlarca yıl pişirmeye devam edeceği anlamına geliyor.

    okyanuslar yüzeyden aşağıya doğru donacak ve dondukça daha derindeki katmanları yalıtacaklar. okyanusların katı halde donması yüzbinlerce yıl alabilir, bu da okyanusların daha derin kısımlarında, özellikle aktif volkanizmanın sıcak tutduğu bazı bölgelerde yaşamın hala binlerce yıl boyunca tutunmayı başarabileceği anlamına gelir.
    birkaç hafta içinde tropik bölgelerde buzun oluşmaya başladığını göreceksiniz.

    donmuş bir dünyanın, donmuş bir marsa göre büyük bir ek sorunu vardır. atmosfer ki bu bir yıl içinde donmaya başlayacak. bu olduğunda üzerinde uzay giysisi olan bir insan dahi buharlaşacaktır. kuzeni nitrojen ile birlikte etrafınızda -298 fahrenheit buharlı oksijene sahip olacaksınız ki bu uzay boşluğundan iletkendir. dünyadaki hiçbir uzay giysisi bununla başa çıkmak için tasarlanmamıştır.

    bizim için temel sorun ise; dünyanın bir haydut gezegene dönüşmesi değil yeterince zamanımızın olmaması. teoride bu senaryoya hazırlanmamız için yeterli zamanımız olsaydı.

    bu durumda mevcut jeotermal enerji kaynaklarına ulaşım iyi bir başlangıç noktası olacaktır.
    yere indiğimiz her kilometrede sıcaklık yaklaşık 25c artar. yüzey sıcaklıkları -200°c'ye düştüğünde bile (plüton'u geride bıraktığımızda) gezegenimizin kalbinden gelen ısıyı doğrudan fisyon reaktörleri aracılığıyla veya dolaylı olarak jeotermal enerji kaynakları aracılığıyla kullanabiliriz.
    gezegenin çekirdeğinden gelen bu ısı, nihayetinde türlerin kurtuluşunu sağlayabilir.

    ilk olarak, kabuğa tünel açmak yeraltı yerleşimleri oluşturacak kadar büyük kazı alanları yapmak ve sualtı habitatları oluşturabilmek için hangi kapasiteye sahip olduğumuzu belirleriz. dünyanın dört bir yanındaki hükümetler kaynaklarını bir araya getirip, dünya çapında eş zamanlı olarak;

    -jeotermal güç kaynakları çevresinde yeraltı habitatlarının inşası.
    -kompakt hidroponik üretim için ultra besin açısından zengin alg ve mayaların yetiştirilmesi.
    -mobil nükleer enerjili araçların geliştirilmesi.
    -ultra soğuğa dayanıklı robotik geliştirmeler ve robotik teknolojinin başarılı ve eksiksiz uygulanması.
    -yeraltı derinliklerindeki sahalara ekip ve robotik madencilik ekipmanlarının taşınması.
    -uzun süre kullanılamayacak olan nadir toprak elementleri ve eser metallerin madenciliğinin yapılması.
    -havayı içeride tutmak için gereken sızdırmazlık teknolojisinin geliştirilmesi.
    -fosforun geri kazanılması adına teknolojik gelişim.
    -minimum malzeme ile üretilebilen son derece yalıtkan, hava geçirmez kumaş yalıtkanının geliştirilmesi.
    -taşınabilir, nükleer ısı kaynaklarının inşası gibi uzayıp giden bir listeyi bitirmeyi amaçları edinir.

    aday bir bölge seçip kazmaya başlıyoruz;
    geçici “kamplar” daha sığ derinliklerde kazılırken, gelecekteki hareketler için kazma ilerlemektedir. bu arada, gelecekteki kolonilerin her biri hayatta kalmak için ihtiyaç duyacakları kaynakları hazırlarlar. derin yeraltında, zorluklardan bazıları oksijen ve temiz su olacak; ancak suni güneş ışığı ve uygun hazırlık ile ekinleri yeraltında bile yetiştirmek mümkün olabilir. muhtemelen et yemeye veda etmek zorunda kalacağız, çünkü yiyecek için hayvan yetiştirmek kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasına fena halde ters.

    yaşam alanlarına giriş için bir seçim sisteminin uygulanması gerekecektir.
    bir noktada kimin aşağı inip hayatta kalacağına dair bir çeşit seçim süreci başlayacak. çoğumuz donarak ölmek üzere yüzeyde kalacağız. ama bir kez yapıldığında, seçilen gruplar dünya'nın derinliklerine inebilir ve yeni bir yeraltı varoluşuna başlayabilirler.

    başarılı olur mu? söylemesi zor. yeterince derine inmeleri gerekiyor ve bu da kendi içinde tehlikeler sunuyor. koloniler, onları çökerten sismik aktivite ile yok edilebilir. bu tür yakın çevrelerde, bir hastalık salgını tüm grup için ölümcül olabilir. yiyecek temini veya su temini ile ilgili sorunlar bir grubu mahvedebilir. herhangi bir yeraltı kolonisinin başarısız olmasının birçok yolu vardır ve bunlardan bazılarının olacağı neredeyse kesindir.

    ancak yeterince şans, azim ve sıkı çalışma ile bazıları bunu başarabilir ve nesiller boyunca bu yeni yaşam tarzına uyum sağlayabilir. belki de donmuş araziyi keşfederek, diğer yeraltı kolonilerini ziyaret etmek için buzun üzerinden geçerek yüzeye geziler gönderebilecekleri noktaya kadar gelişebilirlerdi. belki gezegeni terk etmek için gemiler inşa etmenin yollarını bulur ve tabiri caizse yaşam virüsünü başka bir gezegene taşıyabilir.

  • annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.

    ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.

    sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.

    mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.

    ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.

    nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:

    "savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."

  • asıl utanması gereken, bissürü teknik hukuki terimin kullanılacağı belli olan basın toplantısına tercüman olarak öğrencileri görevlendiren sorumlu organizatördür. ayıp ulan, üç kuruş hesap için mi yaptınız bunu merak ediyorum.

  • kimse kimsenin elini sıkmak zorunda değil. erduvan gelse ben de elini sıkmak istemem şahsen. lakin benim koskoca bir 16 yıl gibi çok geçerli bir sebebim var. senin gerekçen ne tipini yaladığım nur yüzlüm?

  • başlık : karıncayı yalancı duruma düşürdüm amk

    1. dün güzel bi hava var neyse yerde bi karınca ufak bi şeker parçasını yüklenmiş gitti fazla değil 6-7 metre ilerde yuvasına girdi tekrar geldi gibimin kurnazı yere küp şeker bıraktım geldi bu lavuk kaldırmaya çalıştı baktı kaldıramıyorum diğer karıncaları çagırmaya gitti yuvaya sonra giderken şekeri aldım ordan kalabalık 15-20 karınca şekerin olduğu yere dogru ilerlerken öndende bizim karınca bi baktı şeker yok lan sevgi kodumun arkaü bizi mi atlatıyon amk sahtekarı la olm harbi burdaydı lan hay amk diye bi tartışma yaşandı aralarında sanırım
    (depeyi ?, 24.02.2012 14:29)

  • ürkütücü bir beyan. sen sanıyor musun ki gelip ordu ile işgal edecekler? bu ne demek? her an her yerde patlama bekle artık demek. türk milleti güçlüdür, cabbardır, cevvaldir de... o görünen düşmana karşı anam. pazar yerinde canlı bomba patlatırlarsa çocuğunu, eşini, anneni nasıl koruyacaksın, facebook gazıyla mı? alışverişe gitmeye korkar olduk. bok ettiniz memleketi bok.

  • internet cafeye polis baskın yapar ve counter strike oynayan çocuklardan birinin yanına gelir:

    +ver bakim kimliğini.
    -abi kimliğim yanımda değil valla.
    +ulan kimlik olmadan ben ne biliyim terörist misin nesin?
    -yok abi. ben kantırım zaten.