• filmin ismi türkçeye şöhretin bedeli olarak çevrilmiştir. (bkz: e pes diyorum artik tamam)
  • warhol öldüğünde, basquiat'ın sokakta kalışının "işte yalnızlık budur" dedirttiği film..
  • "there was alittle prince with a magic crown.
    an evil warlock kidnapped him, locked him
    in a cell in a huge tower and took away his voice.
    there was a window with bars. the prince kept smashing
    his head against the bars hoping someone would hear the sound
    and find him. the crown madde the most beautiful sound that anyone ever heard.
    you could hear the ringing for miles. it was so beatiful, that people wanted to
    grab the air. they never found the prince. he never got out of the room.
    but the sound he made filled everything up with beauty."

    -julian schnabel-
  • bir biyografi filmi için bana biraz kısa geldi ama aynı zamanda bazı yerleri de gereksiz uzun geldi. müzikleri şahane, özellikle waltzing mathilda çalan yerde de içiniz dağlanıyor. filmin yönetmeni julian schnabel zaten vakti zamanında hem andy warhol ile hem de basquiat ile çalışmış. kadro ise inanılmaz yani elektrikçi willem dafoe, parti konuğu vincent gallo ki büyük başları saymıyorum bile.
  • julian schnabel'in 1996 yapımı ilk filmi. bir ilk film için fena değildir. samonun farklı hayatını gözler önüne serer. ressamlar, resimler, biraz bohem hayat ve uyuşturucu. güzel bi seyirliktir. sıkılmadan izlenilir.

    (bkz: jean michel basquiat) ı jeffrey wright oynar.
  • uzun zamandır kenarda köşede duran filmlerim var. birgün izleyeceğimi bildiğim, ama hep ertelediğim filmler. bunlardan biri de basquiat idi. julian schnabel' in daha önce başka bi filmine daha yapmıştım bu haksızlığı (bkz: before night falls). önce rüya cast a değinmek istiyorum. jenerik sırasıyla; david bowie, dennis hopper, gary oldman, jeffrey wright, benicio del toro, claire forlani, michael wincott, courtney love... bu böyle uzayıp gidiyor ve arada atladıklarımda var tabi. hikaye michael wincott un oynadığı, new yorklu sanat eleştirmeni, rene richard ın ağzından, 80li yılların kozmik saçmalama çılgınlığında, new york lu sanat sever tayfanın, sanata ve sanatçıya yaklaşımını anlatan şu sözlerle başlıyor; " herkes van gogh sandalına binmek ister. birisinin çıkmayacağı, bu kadar korkunç bir seyahat yoktur. tavan arasında köle gibi çalışan, tanınmamış bir dahi fikri oldukça hoş bir saçmalık. bu efsaneyi yörüngeye fırlatarak vincent van gogh' un yaşamına saygınlık kazandırmamız gerek. demek istediğim; tek bir tablosunu bile satmadı, onları birilerine veremezdi. en modern sanatçı olması gerekirken, herkes ondan nefret etti. yaşamından o kadar utanıyoruz ki, sanat tarihinin geri kalanı, van gogh' un ihmalinin cezası olacak. kimse bir başka van gogh' u görmezden gelen bir neslin parçası olmak istemez. bu kentte, bir başka van gogh, tanınma etkeninin insafında. onun kitlelerce tanınacağı mutlak. sanatçının işinin bir kısmı da eserini görünebilir kılmaktır. kendimi toplumun bir mecazı olarak addediyorum. ben toplumun gözü-kulağıyım, bir tanık, bir muhalifim. bir resmi ilk kez gördüğünüzde, sandalı kaçırmak istemezsiniz. dikkatli olmanızda yarar var. belki de baktığınız şey van gogh' un kulağıdır." schnabel bu girişle, aslında, pop-art, andy warhol, basquiat vb. mitleri, dönemini anlatarak anlama şansı veriyor.
    bu kadar entellektüel zırvadan sonra, basquiat' ın bir debut film için gayet başarılı bir yapım olduğunu düşünüyorum. schnabel' in dönemin figürlerinden biri olması- ki filmdeki, gary oldman'ın oynadığı, ressam milo karakteriyle kendini filme yerleştirmiştir- bunda epey etkili olmuş gibi. keza sanki hala basquiat i anlamak için 80lerde var olmuş olmak gerekiyor gibi geliyor. dönemin galerilerinin ve simsarlarının etkisini ve bir yıldız yaratma çabasını görünce, basquiat üzerinde ve kariyerinde warhol etkisi yadsınamaz herhalde.
    basquiat, oyunculuk performansları ve yaratılan dönem atmosferi ile gayet başarılı bir film ve benim gibi "müzik adadan çıkar" diyen ve david bowie yi bir nevi tanrı olarak gören aciz kullar içinse tam bir şölen.
    (bkz: bring me the disco king)
    (bkz: yaparsın be abi)
  • 1980'lerde yeri yerinden oynatmış dahi çocuk jean michel basquiat'ın yaşamını anlatan ve adeta bir yıldızlar geçidi olan 1996 yapımı aşmış film. david bowie, gary oldman, dennis hopper, christopher walken, claire forlani, willem dafoe, benicio del toro, courtney love gibi yıldızların bir arada mükemmel performans çıkartmış olduğu sinema eseridir. ayrıca 90'larda en çok tercih edilen "kötü adam" michael wincott'ın rene ricard gibi bir karakterde çıkarttığı performanstan mutlaka bahsetmek gerekir, aktörün kralıdır kendisi.

    bu filmle ilgili ayrıca şöyle de güzel bir durum vardır; normalde yıldızlar geçidi gibi oyuncu kadrosuna sahip filmler çoğu zaman büyük fiyaskolar ile sonuçlansa da, basquiat tam tersine çok çok başarılı bir yapım olmuştur ve yıldızların kuyrukları birbirine değmeden ve çarpışmadan başarıya ulaşmıştır. ki; tahmin ediyorum bu konudaki başarının kredisini 1980'lerde neo-expressionist bir sanatçı ve basquiat'ın arkadaşı olan yönetmen julian schnabel'e teslim etmek gerekiyor.
  • andy warhol ve 80'lerin kasvetli ruh halini izlemekten keyif aldığım film.

    80'lerin sokak kültüründen birşeyler öğrenebilirsiniz bu filmi izlerken. sanatın sokaklardan çıkıp sınıf atlarcasına galerilere nasıl taşındığını da. zengin para babalarının beyazlardan seçildiğini, bir siyaha taksinin bile durmadığı yılları izleyerek ırkçılığı görebilirsiniz. yokluktan gelen bir sanatçının 20'li yaşlarında yıldızı parlamış futbolcu gibi parayı ve şöhreti kadınlarla, pahalı yiyeceklerle, gerekirse dostlarına kazık atarak, sevgilisini aldatarak kendini nasıl tükettiğini de izleyebilirsiniz. gerçekten yapayalnız kalmanın hüznünü de yaşayabilirsiniz.

    factory girl filminin ardından izlerseniz kapılacağınız duygu, andy warhol'un herkesi kullandığı duygusu olacak. ya da öyle yansıtıldığını göreceksiniz.

    27 yaşında aşırı dozdan ölümlerin popüleritesinin devam ettiği yılları anımsayarak, bir intihar mı yoksa cinayet mi sorusunu sorabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    en çok sevdiğim yanı da basquiat ın gökyüzüne baktığında dalgalarla danseden bir sörfçü görme imgesiydi. dalgaların arasında kaybolup gitmesi de çok hüzünlüydü.
    --- spoiler ---

    iyi film.
  • bulgaristan plovdiv'de bulunan bir cafe-bar ismi.
  • dün new york'taki müzayedede tam 110,5 milyon dolara japon bi iş adamına satılan eserin ressamıdır

    1984 yılında 19 bin dolara satılan eser, müzayedede 10 dakikada 57 milyondan 110 milyara fırlamış. şu an amerika'daki en pahalı sanat eseri ya da ilk 10'dan biri sanırım. bir şeylerin rekorunu kırdığı kesin

    yalnız, basquiat 50 dolara işlerini satan bi uyuşturucu bağımlısıyken, bugün picasso ligine yükseldi. iş adamı-koleksiyoner de instagram profili giacometti ve picasso'dan geçilmeyen tatlı bi adam, hayrını görsün*
hesabın var mı? giriş yap