• dostoyevski’nin yaşamının yaklaşık son on yılına dahil olmanızı sağlayan iki ciltlik şaheser.
  • 15 yıl önce ölüler evinden anılar’ı yazmıştım, hayali bir kişinin, karısını öldüren bir caninin ağzından anlatıyordum hapishane yaşamımı. kitap piyasaya çıktıktan sonra çok kişinin, karımı öldürdüğüm için mahkûm olduğumu düşündüklerini de bu arada ekleyeyim.

    (bkz: fyodor mihailoviç dostoyevski)
  • dostoyevski'nin 1872 yılında çıkarmayı düşündüğü, ara sıra aksaklıklar sebebiyle 1873'e kadar 16 bölüm yazabildiği; 76-77 arasında aksatmadan her ay; 77'den sonra sağlık sebepleri ile 2 yıl ara vermek zorunda kaldığı; 1881'de ölmeden hemen önce tekrar devam etmeye karar verdikten sonra ocak sayısını da yayınlayıp, daha sonra hayata veda ettiği derginin adı.

    günümüzde bu yayınlar toplanıp, 2. ciltlik kitap haline getirilmiştir.

    ------------------------------------

    "istanbul er ya da geç bizim olmalıdır."

    "istanbul ve haliç dünyanın en önemli siyasal merkezidir."

    "petro iki yüzyıl önce istanbul'u ele geçirdikten sonra başkenti mutlaka buraya taşırdı ve bu rusya'nın felaketiyle sonuçlanırdı..."

    fyodor mihailoviç dostoyevski / bir yazarın günlüğü / 5. baskı/ 1. cilt / sayfa 410 /

    görsel
  • beni rahatsız etmeyin, kitap okuyorum.

    fyodor mihailoviç dostoyevski
  • dostoyevski'yi tanımaktan ziyade düşüncelerini öğreniyorsunuz. kendi hayatından, aile-cevresinden pek bir şey anlatmamış. ama okurken bir şey dikkatimi çekti; adeta çekinerek, korkarak yazmış. rusların bir o yönünü bir bu yönünü anlatmış. yazmaya devam ederken bir türk atasözünü referans almış ama yine de kendisine karşı gelen eleştirilere hiç sektirmeden cevaplar vermiş.
  • (bkz: zor okunan kitaplar)
    yeniden tercüme edilse de daha anlaşılabilir bir metin olarak tekrar basılsa dedirten hacimli eser.

    edit: imla
  • kitabın içinde aydın, eğitimli insanın nasıl olması gerektiğine dair bir bölüm var ve beni çok etkiledi içinden bazıları unutacağım yok olup gidecek bölümler olacak ama o bölüm hep aklımda kalacak.
  • tapınaklar için vlas gibi yollara düşmeyi istemiyorsanız, bütün yoksulların ruhunu aydınlatmaya adayın kendinizi; ona yol gösterin, bir şeyler öğretin. sizin gibi başkaları da malını mülkünü “ yoksullara” dağıtsaydı dünya nimetlerinin dagıtılan bu bölümü, denizde yalnızca bir damlacık kadar olurdu. bunun için kendinizi daha çok bilime, aydınlanmaya ve sevgiyi güçlendirmeye vermeniz gerekir. gerçekten zenginlik o zaman gelişecektir; çünkü gerçek hazine, sırmalı, allı pullu giysilerde değil, insanların birleşmesi, kaynaşması sevincinde, bir felaket anında kişinin kendine ve çocuklarına bu uyumlu toplumun yardım eli uzatacağı sağlam umudundadır. zayıf kümeler olduğunuzu, “mülkü sadece ben dağıtırsam, hizmete sadece ben koşarsam, bununla hiçbir yere varamam, hiçbir şeyi değiştiremem” demeyin sakın! tersine, sizin gibi bir kaç kişi olsa da yeter, arkası zaten gelir. aslında mülkü illa dağıtmanız gerekemeyebilir, çünkü gönül işinde zorlama, biçimsellik, resmilikten yavan bir söylemden öteye geçemez. “ sözü yerine getirdim” düşüncesi kibre, biçimciliğe ve tembelliğe yol açar. yüreğiniz neyi emrediyorsa onu yapmalısınız: mülkünüzü dağıtmak istiyorsanız dağıtın, insanlar için çalışmak mı istiyorsunuz, yapın o halde, ama elinize el arabası alıp “ ben efendi falan değilim artık, köylü gibi çalışmak istiyorum!” diyen kim hayalciler gibi davranmayın. el arabası da biçimciliktir. tersine, bilimadamı gibi insanlığa yararlı olabileceğinizi hissediyorsanız, o halde üniversiteye gidin ve kendinize gerekli olanağı sağlayın. ne mülk dağıtma, ne de köylü kaftanı giymek zorunda olursunuz. bunlar, dediğim gibi, biçimciliktir, sizler için zorunlu ve önemli olan tek şey, içten olarak kendiniz için olabilir gördüğünüz her şeyi derin bir sevgi ve gerçek adına yapabilme kararlığınızdır. ne derseniz deyin, “ sade yaşama” özentisi sadece ve sadece gösteriştir, hatta halka karşı bir saygısızlıktır, sizi daha küçültür. siz sade yaşayamayacak kadar “çok çeşitli yanları olan” birisiniz. zaten eğitimli oluşunuz köylü olmanıza izin vermez. en doğrusu, köylüyü kendi katınıza yükseltmektir.

    içten ve alçakgönüllü olun, hiç değilse “sade yaşamaktan” daha iyidir. ama en önemlisi kendinizden korkmamanızdır. bu meydanda sabahçı yok!” demeyin sakın. gerçeği içtenlikle arayan, çok güçlüdür. duyun diye ikide bir: “hiçbir şey yaptırmıyorlar, insanın elini kolunu bağlıyorlar, umutsuzluğa, düş kırıklığına uğramamıza neden oluyorlar vs” diye bağıran, çağıran zevzeklere özenmeyin, bunlar laf ebeleridir, tembellikleriyle caka satan edepten yoksun roman kahramanlarıdır. topluma yararlı olmak isteyen, elleri kolları tamamen bağlı da olsa, yüzlerce hayırlı iş yapabilir. gerçek eylem adamı yola çıktıktan hemen sonra “ yaptırmıyorlar ki!” demeyecek kadar iş görecektir önünde, mutlaka arayıp bulacak ve bir şeyler yapmayı başaracaktır. gerçek eylem adamı bunu bilir. düşünsenize, biz sadece rusya’yı anlamak ne çok zaman almıştır! rusya’yı tanıyan insanımız çok azdır çünkü düş kırıklığı yakınmaları düpedüz saçmalıktır yükselen bir yapıya duyulan bir sevinç-bu yapıda sadece kumunun olsun yeter- bütün susuzluğuumuzu giderecek, sizleri yatıştıracaktır. tek ödül, hak ediyorsanız, sevgidir. diyelim ki, size ödül gerekmiyor, ama sevda işi yapıyorsunuz ya, öyleyse sevgi için çaba göstermemeniz olanaksızdır. sevgi olmadan da bunları kişisel çıkarınız için yapmak zorunda olduğunuz, yoksa zorla yaptıracaklarını kimse demesin size. hayır, rusya’da özellikle özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramlarıyla ilgili olarak başka inançları yerleştirmemiz gerekiyor. dünyanın şu halinde özgürlüğü aşırılık sayıyorlar, oysa gerçek özgürlük, sonunda ahlaki değerlere ulaşmak, her zaman ve her durumda kendi kendinin gerçek efendisi olmak için kendine ve tutkulara gem vurmak demektir. oysa tutku taşkınlıkları sadece köleliğe yol açar. bakın, bugünün neredeyse bütün dünyası, özgürlüğü servet edinmede ve bu birikimi yasalarla güvence altına almada görüyor:” param var, öyleyse istediğim her şeyi yapabilirim; param var, öyleyse kimse sırtımı yere getiremez, kimseden yardım dilenmeye ihtiyacım yok, yardım istememek büyük özgürlüktür!” oysa bu özgürlük falan değil aslında, kölelik, paranın kölesi olmak demektir. en büyük özgürlük, maddi birikim yapmamak, para peşinde koşmamak, tersine, “ sahip olduklarını başkalarıyla paylaşmak, insanların hizmetine koşmaktır.” eğer kişi buna yetenekli ise, tutkularına egemen olacak ölçüde güçlüyse, neden onu özgür saymayalım ki? bu en büyük irade belirtisidir. bugünün kurulu dünyasında eşitlik nasıl bir şey? herkesin birbirine imrenerek bakması, kibir, kıskançlık:” o akıllı, o bir shakspeare, yeteneği ile kasılıp duruyor; onu küçük düşürürmeli, silmeli!” oysa gerçek eşitlik kendini şöyle belli eder:” benden yakışıklı, yetenekli, akıllı olman beni ne ilgilendirir? aksine, seni sevmek hoşuma gider: ama senden değersiz de olsam, insan olarak kendime saygı duy, bunu biliyorsun ve bana da saygı duyuyorsun, beni sayman, sevmen mutlu eder beni. yeteneğinin ölçüsünde, bana ve herkese benim sana yaptığımdan yüz misli faydan dokunursa hayır dualarım seninle olur, sana hayran olur, minnettar kalırım, sana böyle davrandığım için de utanç duyma; tersine, size olan gönül borcumla senin içinde, herkes için de, yetersiz yeteneğim ölçüsünde çaba gösterirsem mutlu olurum bundan. asla gönül borcumu ödemek için değil, hepinizi sevdiğimden böyle davranırım.”
    herkes bunu söylesin, yalnızca eksiksiz gönenç içinde bir yaşamla, dolu doluya bir sevgiyle kardeş olacaktır.

    sayfa 713, 714, 715 yapı kredi yayınları, 5.baskı

    hayatı anlamlandırmaya yarayan ve rehber edinilecek bölümler.
  • yolumu şaşırdım, kaşındım
    kanattım yaramı, tuz bastı hekim
    dökülür yaprak eylül, ekim
    buralarda ayaz var
    "güneş doğdu" derken bir de baktım karanlıklar çökmüş şehrin üstüne
    buralarda ayaz var...
hesabın var mı? giriş yap