• gerçek adi : ilich ramirez sanchez.
    gocmen bir devrimcinin oglu.
    yüzyilin en büyük eylem adamlarindan biri.
    devlet adamlarina suikasttan nasa labaratuvarlarina sizmaya kadar bir çok gorevi ba$ardi.her firsatta cia'nin eline verdi.
    $u anda 62 ya$inda,fransa'da cezaevinde.
    favori eylemcim.
  • filmleri yapildi. her filmde biraz daha kopuldu orjinalinden. (bkz: bruce willis)'in oynadigi son film rezalet otesiydi.
  • ciddi ciddi tasaklara yan basmasi yüzünden sudan'da yakalanabilmis olan terörist. ismini hatirlamadigim bir yumurtalik hastaligi yüzünden sudan'da doktora gider (doktorlar fransiz), acil ameliyat olmasina gerek duyulur. fransiz makamlari ve cia hastane personaline isareti verir. ramirezin bacakarasina bir katiri devirecek kadar sakinlestirici verilir, ameliyattan sonra stoned halde eve döner, polis amcalar da dassaklarindan tutup alip götürürler. müslüman olmasi da tamamen duygusaldir, sayet carlos abayi genc bir arap hanimina yakar fakat zaten evli oldugundan isin icinden cikamaz. bu yüzden müslüman olur ve 4 kadin hakkini da catir kullanmak ister. sudan'da olsa bile yine orgylerden, alkol komalarindan, lüks hayaa tarzindan asla vazgecmez (fransiz hapisanelerinde bile uzun süre gucci don, gömlekle dolasmistir) usame bin ladin'in ekibiyle o dönem sudan'da yiyip icip takilmistir ama ortak calismalar üzerinde bulundugu iddiasi simdilik spekülasyondan öteye gidememektedir.

    ayrica françois genoud adinda fanatik bir nazi olan isvicreli banker tarafindan uzun süre finanse edilmistir. ki bu genoud denen nazi, klaus barbie'yi yillarca korumus ve desteklemistir. klaus barbie denen cani de uzun süre bolivya'da (amerika adina) suarez rejimi(suarez uyusturucu karteli ayni zamanda) icin asiri sagci özel timler yetistirmekle mesguldü. bu barbie'nin askerleri de bir on yil sonra bolivya'da che gueavara'nin canini almislardir. devrimci sosyalist atesini ve carlosun satilmis karakterini bir de buralardan yakin bakalim.
  • vladimir ilyich ramirez sanchez. taner ay in deyimiyle desperado. 1975 de viyanadaki opec zirvesini basmasiyla meshurdur. 94 de sudan da yakalandi. cesitli pazarliklar sonucu fransaya teslim edildi.
  • dönemin en etkili 2 gizli servis şefinin sanchez hakkındaki görüşleri:
    eski doğu almanya gizli servisi stasi'nin beyni markus wolf "le nouvel observateur"a verdiği demeçte şöyle diyordu. "biz ona vahşi kedi derdik. gözü dönmüş bir maceraycıydı. belinde silah, etrafı kızlarla çevrili vaziyette, dipsiz bir kuyu gibi içki içip huzursuzluk çıkartıyordu."
    ilich ramirez sanchez'in toplam 5 yıl kaldığı macaristan'ın gizli servis eski şefi jozsef varga 1994 ağusto ayında "l'evenement du jeudi" dergisinde sanchez'i şöyle tanımlıyordu. "bazen müthiş köpürürdü. bu sanki elinde değildi. onun deli olduğunu söylemek istemiyorum ama kanı tepesine sıçradığı zaman her türlü şiddeti uygulayabilecek bir hali vardı"
    kaynak:taner ay-çalıntı dergisi-eylül 94.
  • olivier assayas'ın şu sıralar bir televizyon dizisi için hayatını çektiği kişi. hatta beş buçuk saatlik bir film haline de getirilip cannes'da gösteriliyor.

    bunun ötesinde carlos'un bir çocukluk anımda yer etmesi durumu var. henüz ilkokuldaydım ve o zamanlar bursada yaşıyorduk. apartmanda karşı komşumuz annemin çok sevdiği kendinden yaşça küçük çok tatlı bir ablaydı. annemle birgün dertleşmelerinin arasında yurtdışına gezmek için gitme olaylarından bahsederken annem ablanın yalnız ya da kardeşiyle gitmekten bahsettiğinden dem vurdukça sorma gereği duyar; eşinle neden gitmiyorsun iş yoğunluğundan değil mi der. abla orda dökülür biraz sonra gözleri dolar ve anlatmaya başlar. meğerse ablanın eşi, beni de çok seven ve gerçekten çok nazik bir adam olmasına rağmen çok sessiz sakin duran abimizin başına bir olay gelmiştir. abimiz iş gereği 80lerin ortasında yaşı da henüz çok ileri değilken fransaya gider. havaalanında kontrolleri yapılırken fotoğraflardan şüphenelilir. abimiz gözümün önüne geldiği için az çok da anlayabildiğim bir şekliyle havaalanında sorguya alınır. abi gerçekten carlosun şu meşhur fotoğrafındaki haline benzemektedir. dil sıkıntısı da olan abimiz kendini de tam ifade edemez. çat pat anlatmaya çalışırken pat diye göz altına altınır. bu da yetmez gizli servisten insanlar abiyi sorguya çeker. işkence durumları olmasa da abinin psikolojisi bozulur sert sorgulamalar sonunda. hatta yanlış hatırlamıyorsam altına tuvaletini yapmak durumunda bile kalır. 2-3 günlük bir süreçten sonra ancak durum anlaşılır ve abi türkiyeye geri gönderilir. o günden sonra, ekonomik durumları da iyi olan abi eşine her türlü seyahat için destek verir fakat kendisi asla yurtdışına çıkmamaya yemin eder. hatta carlos'un yakalandığı 94 yılında ordaydım ve bu olayın ortaya çıkışı da o tarihe denk gelir, abi hala gitmemeye yeminli bir şekilde hayatına devam ediyordu. dünya iyisi bir adamın başına bu olayın gelmesinin kötülüğüne üzülmüş biri olarak şunu da söylemeliyim ki abi gerçekten benziyordu.
  • türkiye meselelerini, türkiye de yaşayan çoğu insandan iyi bilen ve türkiye için çözüm önerilerini gayet mantıklı bulduğum, baki devrimci.
    kendisi ile yapılan röpörtajdan bir bölüm.

    kürt meselesi ve “demokratik açılım”
    kürtler, türkiye cumhuriyeti’nde eşit vatandaşlar olmalıdır. cumhuriyet çerçevesi içinde, kürt dili ve kültürüne saygı gösterilmelidir. bu gerçekleştiği ânda, artık herhangi bir devrime, silahlı direnişe ve yeniden diriliş mücadelelerine gerek kalmayacaktır. kürtler zaten dört ülkeye bölündükleri ve sınırları da tamamen bu ülkelere bitişik olduğu için, bir kürdistan cumhuriyeti’nin kurulup yaşatılabilmesi hâliyle gerçekçi değildir. üstelik, kürtlere meselâ irak’ta anayasa teminatıyla haklarının teslim edildiği, her türlü saygıdeğer vatandaş hakkının böylece teminat altına alındığı da bir hakikattir. o hâlde, benzer hakların burada da teslim edilmesi, bin yıldır beraber yaşamış bu iki kavmin, aynı osmanlı devletindeki gibi, barış ve işbirliği içinde yaşayan devletine sadık vatandaşlar olmasının ve güçlü bir türkiye’nin temelini teşkil etmesinin önünü açacaktır. kandil dağından inen ve teslim olan pkk'lılar meselesine. bence bu, doğru yolda atılmış güzel bir adım ve ümit vaadedici bir başlangıçtır. bilvesile, bunun bir amerikan planı çerçevesinde gerçekleştiğini öne sürmek de, yapılanların doğru istikamette olduğu gerçeğini değiştirmez bence.

    "kürt açılımı", türkiye için böyle bir birleşme ve bütünleşmenin ilk adımlarındandır ve değeri de belirttiği bu doğru istikamet bakımındandır. yoksa, netice şu veya bu olur, amerika'nın geride başka bazı planları olur, bunlar ayrı bahisler. açıkçası, bu müsbet teşebbüslere tavır alan türk milliyetçileri de şunu unutmamalıdırlar ki, "büyük türkiye" olmanın yolu buralardan geçmektedir ve bunun alternatifi, "büyük türkiye" olmak değil, kendi kendisiyle boğuşan ve dışarıda da batı emperyalizmine hizmet eden, bilhassa amerika birleşik devletleri'nin çıkarlarını koruyup kollayan bir "devletçik" olmaya devam etmektir.

    bu mudur istedikleri.
    bu meyanda, anayasa mahkemesi'nin kürt partisini (dtp'yi) kapatmasına çok şaşırdığımı ifade edeceğim. hepimiz, pkk fedâilerinin silahlı mücadeleyi bırakıp kanun dairesinde siyasî mücadele yapmalarını istemiyor muyduk? türk ordusuyla savaşmak yerine, cemiyet meydanında hür ve açık biçimde siyasî mücadele vermelerini beklemiyor muyduk? şimdi, böyle kanunî bir mücadelenin zemini olabilecek bir partiyi kapatmak da neyin nesidir? onlara, haydi hep beraber dağa çıkın mı denmek isteniyor? bu, bence çok büyük bir aptallıktır ve kanaatim o ki sabetaycıların yeni bir provokasyonudur. çünkü, hâdise kanunî siyaset dairesine girmek tarzında gelişseydi, bu hem türk toplumunun, hem de türk ordusunun menfaatine olacaktı, özellikle de çocuklarını askere gönderenlerin ve ordudaki erlerin menfaatine. öyle ya, dağlarda generallerin bizzat kendileri savaşmıyor, halkın çocukları savaşıyor. paralı asker değil ki onlar, türk toplumunun çocukları.

    anayasa referandumu
    türkiye’de geçtiğimiz günlerde bir “referandum” oldu. bir kısım insan bunu boykot ederken, diğerleri oyunu kullandı ve sonuçta hukukî bir ilerleme gerçekleşti, “kanun hakimiyeti”ni tesis etmek üzere müsbet bir adım atılmış oldu. bu sâyede, an’anevî olarak ülkeyi kontrol eden sabetayist klik, son sözü söyleme imkânını teoride artık kaybetti. tabiî ki henüz her şey bitmiş değil, hâlâ devam eden bir süreç söz konusu.

    üstelik, korkarım ki bir şey daha var türkiye’yi bekleyen. korkum şu bakımdan: bu nevî ilerlemeler yoluyla, sonunda türkiye’yi brüksel’deki bürokratların eline terk etmek, halkı bu istikamete sürmek istiyor da olabilirler. yâni, türkiye’yi bir avrupa birliği ülkesi yapıp, kontrolünü brüksel’e devrettirmek. gerçi şurası da bir gerçek: türkiye bugün tam bağımsız bir ülke değildir. ülkede yabancı güçler yâni yabancı üsler mevcuttur; aynı şekilde, son “mavi marmara katliâmı” sebebiyle israil’le büyük problemler söz konusu olsa bile, türkiye’deki siyonistler, –elbette halk arasında değil ama- ordu, emniyet, istihbarat gibi idareci çevrelerde hâlâ çok güçlüdürler. elbette halk, türkiye cumhuriyeti anayasasında müspet ilerlemeler gerçekleştirmek üzere referanduma giderken, bu işin sonunda nereye varabileceğini bilemez. bir diğer ifadeyle, mevcut olan kadarıyla bile olsa sahip olunan bağımsızlığın, avrupa birliği üyesi olunarak neticede brüksel’e devredileceğini ve ekonomiyi ilgilendiren yasalarda artık sadece brüksel’in dayattıklarının geçerli olacağını bilemez. brüksel’i “son söz sahibi” kılmaksa, protestanların ve yahudilerin karar mercii olduğu abd temelli bankacılık sisteminin boyunduruğu altına girmek anlamına gelir.

    israil türkiye ile başa çıkamaz
    türkiye hükümeti, devrimci değil, reformcu bir hükümettir. iktidardaki partinin –inanç seviyesinde de olsa- ideolojik temeli islâm olduğu için, kendilerine oy veren müslüman çoğunluğun hissiyatına hürmet duymak zorundalar. ancak benim gördüğüm, büyükelçiye karşı alınan tavrın sathî olduğudur. neticede, hangi hükümet başta olursa olsun, türk hükümetine karşı yapılacak böyle bir aşağılayıcı ve çocukça hareketin karşılığı daima benzer olurdu. israil kim ki? hiçbir tarihî derinliği olmayan küçücük bir devlet. karşısındaki türkiye ise, hem tarih hem coğrafya itibariyle köklü bir devlet. elbette, belki görünüşte de olsa, bir şekilde haddi her zaman bildirilirdi.

    benim görmek istediğim ve olması gereken tavır ise, türkiye cumhuriyeti’ni kendine destekçi kılmış israil’e, siyonizmin bugüne kadar işlediği suçlara türkiye’yi de ortak etmiş bu işgalci devlete toptan bir red tavrı almak, siyonizmin ve emperyalizmin merkez karargâhı olan nato’dan çıkmak ve üslerine kapıyı göstermektir. bu gerçekleşene kadar, alınacak –güya- her tedbir, “kozmetik” denilen nevîden olmaya mahkûmdur. bugüne kadar da hep öyle oldu. tek bir tedbir “hakiki”ydi ki, onu ayrı tutuyorum: israil’in geçtiğimiz yıl anadolu topraklarındaki bir tatbikata türkiye tarafından dahil edilmeyişi. tedbir dediğin böyle olur, böyle de olmalıdır. ancak, yeterli değildir.
    türkiye, islâm düşmanlarının, sömürgecilerin, ırkçıların, kendileriyle savaşmak ve mağlub etmek zorunda olduklarımızın kampı nato’ya mensub olduğu müddetçe, siyonizmin suç ortağı olmaya maalesef devam edecektir.

    talabani bizimle birlikte operasyonlara katıldı
    kürt meselesi cidden çok girift bir mevzudur. söylemek istediğim şey şu: kürt toplumunun, müstakil bir toplum olarak, bir kavim olarak tanınma hakkı vardır. ne var ki, kürdistan toprakları dört ayrı ülkeye bölünmüştür. az birazı ermenistan ve azerbaycan’da olmak üzere, asıl olarak türkiye’nin doğusunda, iran’da, irak’ta ve suriye’de kürt bölgeleri mevcuttur. irak’ın kuzeyinde 1958 devrimi’nden sonra, kürtlere birçok haklar tanınmıştır, bir bakıma kürt özerk bölgesi oluşturulmuştur. şimdiyse, amerikan işgalinden ve işgalcinin bölge düzenlemesinden sonra irak’ta tam anlamıyla merkezî bir hükümet bulunmadığından, kürtlerin bu durumdan kendi lehlerine faydalanmak istemelerini ve mesud barzanî’nin tavrını anlayabiliyorum.
    başkan talabanî geçmişte avrupa’da bizimle birlikte çalışıyordu, 1970’lerin başında fransa’da operasyonlar düzenlerken, talabanî de bizimle birlikteydi ve bizim fransa temsilcimizdi. kendisinin mısır diplomatik pasaportu vardı. onu paris’te kullanıyorduk. birlikte eylem düzenliyorduk. fransız polisi de bunu bilir. ancak şimdi bakıyoruz, zât-ı şahaneleri devlet başkanı, falan filan olarak ağırlanıyor, kabul görüyor. neyin karşılığında? ben burada cezaevindeyken, bizimle birlikte operasyonlara katılan talabanî bir sarayda yaşıyor şimdi.

    ona saray verdiler.
    niçin?
    emperyalistlerle, sömürgecilerle işbirliği yaptı çünkü.
    kaynak: özgün duruş kaleme alan : nevzat çiçek
  • fransa'da 3 polisi öldürerek ömür boyu hapis cezasına çarptırılan insan. kaldığı f tipi cezaevinin koşullarını, avrupa insan hakları mahkemesine taşıyıp, mahkemeden "f tipi cezaevleri belirli standartları taşıyorsa insan haklarına uygundur" kararı çıkmasını sağlamıştır. karar diğer davalara emsal teşkil etmiş, hoş olmamıştır. mahkemenin kararı özet olarak şöyledir;

    mahkeme, başvurucunun 8 yıl iki ay boyunca yatağı, tuvaleti ve duşu masası bulunan doğal ışık alan yaklaşık 7 metrekarelik bir hücrede tek başına tutulması, kendisine kitap, gazete ve televizyon sağlanmış olması ve günde iki saat için açık havaya çıkarılması, haftada iki gün doktor tarafından muayene edilmesi ve ayda bir kez din adamı tarafından ziyaret edilmesi, 4 yıl on ay içinde 640 kez 58 avukat tarafından ziyaret edilmesi, başvurucunun tamamen duyusal ve toplumsal izolasyon içinde tutulmamış olması nedeniyle muamelenin asgari ağırlıkta olmamasını göz önüne alarak kötü muamele yasağının ve tutulma koşullarının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
  • carlos, yargılama esnasında devamlı olarak davaya bakan hakimle büyük bir irade savaşı verdi. hatta hakime bir mahkemede;"ben uluslararası bir savaşçıyım. kiminle konuştuğuna ve hareketlerine dikkat et" diyerek uyarıda bulundu. karar mahkemesinde 4 saat savunma yaparak sözlerini; "sizler beni yargılama hakkına sahip değilsiniz. fransız mahkemelerini tanımıyorum. asıl ben sizi sömürdüğünüz, fakir bıraktığınız halklar adına yargılıyorum. benim vatanım bütün yeryüzüdür. kardeşlerim de ezilen, sömürülen bütün halklardır" diyerek tamamladı.
    hey yiğidim be.
  • hakkındaki kitabı küçükken deliler gibi beşyüz kere okuduğum, "allaam nolur ben de büyüyünce çakal olsam, n'olur" dediğim adam. şimdi öyle mi diyorum? hayır. haşa...
hesabın var mı? giriş yap