• bir tane akaryakıt istasyonunda marketçi olarak çalışıyorum. sabahları hep çingeneler geliyor yakıt almak için. diğer marketçi ve pompacılar hep tersliyor. hiçbir şey yapmasalar bile donuk bir suratla, muhatap olmadan alışverişi tamamlıyorlar. ben normal müşterilere (!) yaptığım gibi saygılı konuşuyorum. “buyrun, hoşgeldiniz” diyorum. aldıkları şeyleri tek tek poşete yerleştiriyorum, teşekkürler, iyi günler diyorum. aslında hiçbir gariplik olmayan, yapılması gereken şeyler tamamen. ama o kadar mutlu oluyorlar ki. hor görülmeye öylesine alışmışlar ki normal muamele görmek çok mutlu ediyor onları. sürekli pompacılarla tartışan huysuz abla benle sizli konuşuyor. bana “bir maske verir misiniz” dediğini duyunca pompacı şaşırdı resmen. “bu şopar ne ara medenileşmiş lan bu kadar” dedi. sırf kendisine kötü muamele eden pompacıya gıcıklığına 15 liralık mazot alıp 20 lira uzatan amca bana “abicim bir kısa parliement verir misin” diyor. tek yaptığım da “buyrun hoş geldiniz, tabi ki, başka bir istediğiniz var mı, sağ olun, iyi günler” demek. öküz gibi selamsız sabahsız “hoşgeldiniz” hitabıma “muratti versene” diyen hırbolara on kere tercih ederim. hiçbirinin bir saygısızlığına rastlamadım.

    edit: parliement’i örnek vermek için söyledim, muratti’de olduğu gibi. herkesin içtiği sigarayı hatırlamıyorum. zira satışların neredeyse %80’i sigaradan geliyor. hırsızlık vs yaptıklarını düşünmüyorum (çingeneler hırsızlık yapmaz demiyorum, benim muhatap olduklarım hakkında konuşuyorum) karı koca arabayla hurdacılık yapıyorlar. kendi işlerini yapmak zorundalar çünkü kolay kolay fabrikada vs iş bulamıyorlar. şimdiye kadar da marketin önünden, yanından, yöresinden izin almadan bir şeyi aldıklarını görmedim. çöpe attığımız kırık boruları bile alırken izin istediler. ben hümanist falan değilim bu arada, çingeneler harika insanlar demiyorum. çocukken çingene çocuklarından durduk yere (mahallelerinden geçiyordum) dayak yediğim de oldu. yaşadığım anekdotu paylaşmak istedim sadece.
  • hemen hemen hepsi kırıcı olabilen kişi veya kişilerdir. insanlara damga vurmak istemem, böyle çingene adı altında yazmak da istemezdim ama bu içime çok büyük dert oldu. sokakta,hastanede,bankada her yerdeler ve çok düşüncesizler. kilolu birinin suratına şişko diyip kahkaha atıp, engelli biriyle yüksek sesle alay geçip, tuhaflık yakaladıkları her kişiyi yerden yere vuran tiplerdir. yetişkin ya da çocuk hepsi aynı düşüncesizlikte. ne zaman bir çingene görsem yolumu değiştiririm.
  • tarih içinde açık bir yalnış anlama sonucu ortaya çıkmış bir tanımdır 'çingene'. hindistan'ın rajasthan bölgesinde yaşayan ve avrupa'ya doğru göç eden romanlar, romanya civarlarında ilk olarak yunanlılarla karşılaşmışlardır. daha önce bu kadar esmer tenli olarak sadece mısırlıları görmüş olan yunan kültürü, bu insanları mısırlı sanmış ve böyle adlandırmıştır. türkçeye çingene olarak taşınan kelime diğer dillerde gipsy, kıpti(eski türkçe), çigan olarak kullanılmıştır ki kökeni egyte-mısır kelimesinden gelmektedir. bu nedenle çingene kelimesi yerine roman kelimesini kulanmak tarihi bir hatayı odüzeltmek anlamında önemlidir.
    bir düzeltme bu arada: romanların yaşam tarzının en iyi emir kusturica tarafından yansıtıldığını söylemek ya romanları ya da sinemayı yeterince bilmemekten ileri gelebilir sadece. böyle bir isim öneçıkarılacaksa, bu olsa olsa kendisi de bir roman olan tony gatlif'tir.
  • antropolojik bir olgu gibi yaklaşılan insanlar. sevimli kelimeler kullanır, sevimli cümleler kurar çingeneleri tanımlayanlar: abi müzikleri süper, eğlenceli olm bunlar gibi. zencileri spora hapsedip diğer alanlardan yalıtanların yaptığı, çingeneleri müziğe, dansa hapsedenlerle aynıdır. bir zurnacı olarak çingene her zaman sevimlidir, bir çiçek satıcısı çingene teyze her zaman sevimli ve hoşsohbettir, sokakta darbuka çalan ve darbuka eşliğinde göbek atan çingene çocuklar sevimlidir. ancak ne zaman ki çingene kendine tahsis edilen bu alandan ayrılır, o zaman tehlike başlar sevgi pıtırcıkları için. evinde oturan başörtülü tonton teyzeyi şirin yaparken tonton teyzenin öğretmen olmaya çalışan başörtülü kızını nefrete garkeden etmenler toplumda insanlara biçilmiş rollerin tezahürüdür. başörtülü kadın, evinde oturursa tonton ve sevimli bir teyzeye dönüşür, çingene de zurnası ve elindeki çiçek sepetiyle sevimlidir. sonradan ağlamayın.
  • tarih boyunca hiç savaşmayıp, belirli bir toprak parçasına kafayı takmış olmadıkları için sürekli ezilen, horgörülen bir halkın üyeleri... her ortamda azınlık durumunda bulunan bir halkın, içinde bulunduğu toplumun en alt tabakasını oluşturmasını ve suça bulaşmasını normal karşılamak gerekir....
  • (aşağıda, daha evvel ingilizce olarak yazdığım bir makaleyi kısmen de olsa türkçeleştirmeye ve biraz da "ekşiltmeye"* çalıştığım bir metin bulacaksınız. bu yüzden burada, doğrudan çingenelerle ilgili olmayan ve bunun için de başlıktan kısmen yahut tümden uzaklaşan malzemeye tesadüf etmeniz de mümkündür. bu kusuru, metnin bütünlüğünü bozmak istemeyişimi göz önünde bulundurarak bağışlamanızı dilerim.)

    1. giriş

    burada sunacaklarım, çingenelerin kapitalist dünya-ekonomisinde kadın, çocuk, zihinsel ve fiziksel engelli vb gibi, itilen* ve zulmedilen* bir grubu temsil ettiğini savlamaktadır. bunun neden böyle olduğu bu yazının konusudur. öncelikle vurgulanması gereken, başka hiçbir toplumun çingenelere yada toplumun diğer kesimlerine karşı böylesine şiddetli bir itme ve boyun eğdirme* sürecine teşebbüs etmediğidir. batı’nın bu veçhile biricikliğini göstermek için batı’lı yetkelerin* çingenelere yaklaşımını, osmanlı hükümdarlarınkiyle karşılaştırarak çözümlemeye çalışacağım. bu ayrımın konulması kapitalist dünya-ekonomisinin bina ve müştemilatını anlama çabaları için hayati bir önem arz etmektedir- zaten bu çalışmanın gayesi de büyük ölçüde budur. fakat hemen belirtmem gerekir ki bu, çerçevesi çok, çok geniş bir konudur ve bu yazı, bu konuya eksik bir giriş teşebbüsü ve konunun daha sonraki araştırmalar için bağlamını tespit edecek bir taslak metin olarak değerlendirilmelidir.

    öncelikle, itilmişlik* kavramını kapitalist dünya-ekonomisine müracaat ederek takdim etmeye çalışacağım. daha sonra çingenelerin kökenlerine şöyle bir göz atacağız. sonra sırasıyla osmanlı imparatorluğu ve batı avrupa’da çingene varlığına ilişkin değerlendirmelerde bulunacağım. son olarak da, çingenelerin şimdiki durumlarını gözden geçirip dünya bankası uzmanlarının, çingenelerin fakirliğinin üstesinden gelinmesi için önerdiği çözüm yolları üzerine kendi görüşlerimi sunmayı arzu ediyorum.
    (bkz: itilmiş/@zifir)
    (bkz: dünya-ekonomisi/@zifir)

    2. itilmişlik ve kapitalist dünya-ekonomisi.

    bana öyle geliyor ki yerleşme ve kentleşme anlamında uygarlık, itme ve boyun eğdirme süreçleriyle koşutluk arz eden ve çoğu zaman da bu süreçlerle iç içe geçen bir tarihselliğe sahiptir. eskil uygarlıkların tabakalı yapısı da böyle bir sürecin yan-ürünleridir, velev ki “güç, mekanın tekelleştirilmesi ve toplum içindeki daha zayıf toplulukların daha az arzu edilen çevrelere sürülmesinde ifade olunur.” (1) itme ve boyun eğdirme, braudel’in sözcükleriyle söyleyecek olursak dünya-dizgelerinin* temelini oluşturan kaidelerden* biridir: “-hiyerarşiyle tespit edilir: kimi fakir, kimi mütevazı ve merkezde görece zengin olan bireysel ekonomiler toplamı bir alan. nihayetinde, ‘bütün’ün işlerliğini olanaklı kılan da bu eşitsizlikler, voltaj farklılıklarıdır.” (2) yani, itme ve boyun eğdirme yalnız yasal, toplumsal, iktisadi vb değil fakat aynı zamanda da mekansal bağlamda tanımlı kavramlardır ve bu yüzden bütüncül bir yaklaşımı gerektirir. merkezden bütün bir dizgeye hükmedenler sömürecekleri ve kar elde edecekleri yarı-çevre ve çevre bölgeler yaratmaya çalışır. fakat hiyerarşi yalnızca coğrafyayla sınırlı da değildir: evde, bölgesellikte ve ulusal ölçekte ihraç birbirine değgindir; yönetenler kadının, çocuğun, yaşlının, siyahîlerin, alt-sınıf insanların vs. “aşağılıklarına"* gönderme yaparak bu hiyerarşiyi meşru kılma çabasına girer. peki çingenelerin konumlarını bu kavramlara istinaden nasıl tespit edeceğiz? makul bir yanıt turner’in önerdiği “eşiktelik”* kavramıyla ilişkili olabilir. kendisi şöyle demektedir: “eğer basit toplumsal modelimiz “konumların yapısı” modeli ise, kıyı* yahut “eşiktelik” yapılararası bir durumdur.” (3) bu kavramsal çerçevede eşik dönemi “yolcunun” haletinin muğlak olduğu geçici bir dönemdir ve töremsel nesne* geçmiş yahut gelecek durumlarındaki niteliklerin ya çok azına sahip olan ya da hemen hiçbirisine sahip olmayan bir alandan geçmektedir; “törem dönüştürücüdür.” (4) dahası, eşik dönemi töremsel öznenin “artık sınıflandırılmamaktadır ya da henüz sınıflandırılmamıştır”, bu yüzden de “görünmezdir”; “cemaatin yeni mensuplarının (neophytes) bazen ‘başka bir yerde oldukları’ söylenir. fiziksel olarak sahip olsalar da, toplumsal ‘gerçeklik’ sahibi değildirler, bu yüzden de saklanmak zorundadırlar, zira orada olmaması gereken birinin görülmesi bir paradox, bir skandaldır!” (5) son olarak da, bu geçici varlıklar hiçbir şeye, hiçbir hak ve mülkiyete sahip değildir, bu yüzden de bir yoldaşlar topluluğudur ve aralarında hiyerarşik bir yapı yoktur. gelelim bu eşiktelik kavramının çingenelere uyarlanması meselesine. eğer eşikteliğin alamet-i farikası olan “geçicilik” veçhesini göz ardı ederek çingeneleri “daimi eşiktelik”le tanımlamaya çalışacak olsak bile bu savda ısrar etmemiz makûl değildir, zira ilkin, çingeneler katiyen “görünmez” değildir, ve ikinci olarak da, çingeneler hiyerarşik ve farklılaşmış bir toplumsal yapıya sahiptir. görünmez olmak bir tarafa, batılı gözler için öyle “görünürlerdir” ki, avrupa tarihi boyunca batıdaki ilk mevcudiyetlerinden günümüze değin pek çok kez türlü işkenceye, zulme vs maruz kalmışlardır. ve birbirlerine yoldaş olmaktan ziyade toplumsal cinsiyetçilik* gibi eşitsizlikçi hiyerarşik yapılara sahiptirler. bu meselelere daha sonra değineceğiz fakat öncelikle savımı sunmak istiyorum:

    bir ev eğretilemesi* kuracak olursak, yani, eğer kapitalist-dünya ekonomisi bir evse çingeneler kapitalist dünya-ekonomisinin hükümranlarına göre bu evin içinde oradan oraya gezinip duran ve görüldükleri yerde ve anda ya imha edilmesi yahut en azından uzaklaştırılması gereken böceklerdir.

    sanki bir böcekmiş gibi (mesela bir hamam böceği) görüldükleri yerde imha edilmeli yahut oradan ivedilikle uzaklaştırılmalıdırlar çünkü kapitalist dünya-ekonomisinin türdeş toplumsal ve iktisadi uzamını “kirletmektedirler”; çünkü, mesela lağımdan çıkıp etrafa hastalık yayan fareler gibi düşünülmektedirler (ırkçı söylemin en çok başvurduğu yöntemlerden biridir azınlıkların hayvanlaştırılması yahut insanlık-dışı kabul edilmeleri) ve bu eğretileme bu insanların maruz kaldıkları zulmü de meşru kılmaktadır. işin ilgi çekici taraflarından biri şudur ki eğer imha edilmez de uzaklaştırılacak olurlarsa romantik bir söylene dönüştürülürler zira onlar artık düşlenen, hayranlık duyulan fakat batılıların yalnız eski güzel günlerde ait oldukları doğanın bir parçasıdır ve fakat asıl önemlisi toplumun esasını ve kapitalist dünya-ekonomisinin bina ve müştemilatını tehdit edememektedirler. fakat daha da garip olan da şudur ki, doğanın bir parçası olarak telakki edilmeleri, ne kadar söylenselleştirilmiş olurlarsa olsunlar, çingenelerin insanlık-dışı olarak tasavvur edilmelerine katkıda bulunur ve maruz kaldıkları zulmü, sömürüyü ve ihracı dolaylı yoldan bir kez daha meşrulaştırır ve bir kat daha güçlendirir. fakat ısrarla altını çizmek isterim ki bu tepki batı için geçerli ve emsalsizdir; osmanlı imparatorluğu’nda, mesela, bir çingene sıradan bir kuldu ve çingeneler, diğer azınlıklar gibi devlet katında hüsnü kabul görmekteydi. peki bu neden böyleydi? bazı olası yanıtları gündeme getirmeye çalışacağım fakat ilerlemeden evvel şu çingenelerin kökenlerine ve kim olduklarına bir bakalım.

    (1) sibley, d., "geographise of exclusion", s. ix, 1995.
    (2) braudel, f., "the perspective of the world", vol iii of "civilization and capitalism 15th-18th centuries", s. 26, 1992.
    (3) turner, v., "the forest of symbols", s. 93, 1970.
    (4) a.g.e., s. 94.
    (5) a.g.e., s. 96,8.

    sözlük içi bakınızlarımız işe şöyle--
    (bkz: fernand braudel)
    (bkz: le temps du monde)
    (bkz: david sibley)
    (bkz: victor turner)
    (bkz: liminality)

    -----------------------------------------
    yakında: kimdir nedir bu çingeneler? nereden gelmekte, nereye gitmektedirler?
  • bir anı geliyor aklıma ne zaman onlardan olumsuz şekilde bahsedilse.

    bir gün piknikteyim ailemle. orta okulda falanım sanırım, ilkokula gidende bir kardeşim var. etrafta aileler var güzel bir gün. kimse kimseyi rahatsız etmiyor. derken yakınlarımızda biz gelmeden evvel yerleşmiş, pikniklerini yapan aileden bir birey, bir çingene genç geldi. oturduğumuz yerde büyük bir yılan olduğunu yarım saat önce kovaladıklarını ama öldüremediklerini dikkatli olmamız konusunda uyardı. orada 4-5 aile var ve hepsi görmüş olayı. ama sadece o çingene ailesi umursadı bizi. konu burada yılanın zarar verip vermeyeceği yada öldürmenin doğruluğu değil. konu bizler o kadar ön yargılı davranıyorken toplum olarak onlara, sadece o aile bizi düşündü.
  • kaldığımız yerden (bkz: çingeneler/#7929536) devam ediyoruz...

    3. kimdir nedir bu çingeneler? nereden gelmekte, nereye gitmektedirler?

    her ne kadar ingilizce’de çingene (gypsy) sözcüğü kökenbilimsel anlamı itibariyle mısır’a (egypt) göndermede bulunmakta (zira orta avrupa’ya ilk gelen çingeneler kendilerini mısırlı ve “firavun’un halkı” olarak takdim etmiştir) ve çingenelerin kökleri ve kökeni ihtilaf arz eden bir konu olsa da yaygın kanaat bu halkın “hindistan’ın unutulmuş çocukları” olduğu yönündedir. (1) en eski kuramlardan biri çingenelerin ‘çıkış’ının* iskender’in hindistan’ı kuşatmasının akabinde olmuş olacağını savlamaktadır. yarı-destansı bir başka açıklama firdevsî’nin ‘şehname’sinde yer alır. buna göre sasani hükümdarı behram gur, kuzey hindistan’ın kralı shankhala’dan kendisine büyük bir müzisyen topluluğu göndermesini rica eder. gelen müzisyenlerin icrasından ziyadesiyle mesut ve bahtiyar olunca da der ki bunlara “siz hiç gitmeyin, kalın benimle”. müzisyenler için hava hoştur. fakat ne yaparlar efendim, müzisyen bunlar sonuçta, tarla ekemez, ekin biçemez, koyunu kuzuyu otlatamazlar- tek bildikleri yemektir, içmektir; vur patlasın, çal oynasındır; bu ne gam, ne kederdir. e tabi bizim esas oğlan bu işe çok bozulur, “defolun uleaygn!” der ve kovar bunları memleketinden; çingeneler de avrupa’ya göçer. şimdi bu hikayeyi bir tarafa bırakalım da ciddi bir sava bakalım isterim. balkanlar’da çingene varlığına ilişkin en güvenilir kanıtlar bizans imparatorluğu zamanına işaret etmektedir. pek meşhur bir dilbilimci olan franz miklosich amca’ya göre çingeneler bizans’ta ilk defa 1054 senesine tarihlenen “athos’lu aziz george’un hayatı” adlı kitapta belirgin olarak zikredilmiştir. burada yazmaktaymış ki, samaria şehrinden istanbul’a pek çok “atsingani” gelmiş (bizim ‘çingene’ sözcüğü de bu ‘atsingani’ sözcüğünden geliyor sanırım). bu atsingana’ların, yani çingenelerin doğru düzgün bir meslekleri yokmuş, oradan oraya gezip dururlarmış ve nam saldıkları uğraşları olan büyücülük, gaipten haber verme gibi işlerle tanınırlarmış. gel zaman git zaman imparator’un canım bahçelerine vahşi hayvanlar dadanır olmuş. imparator da bakmış başka çare yok, “çağırın gelsin şu büyücü müdür, atsinaa mıdır nedir onları, bu işi halletsinler” buyurmuş. bizim atsinganiler de kralın yüzünü kara çıkarmamış, bu vahşi yaratıkları zehirli et yedirme suretiyle öldürmüşler. kral çok şaşırmış. öyle bir gaza gelip “benim köpeğime de yapın bu büyüyü de görelim bakalım” demiş (valla hikayenin burasını ben de anlamadım; çocuk musun sen kardeşim, kralsın, ne uğraşıyorsun köpekle, çingeneyle allallaaa). neyse efendim, hikayenin tam burasında kahramanımız çıkıyor, yani bu athos’lu aziz george ve zehirli etin üzerinde haç çıkarıyor, köpeği kurtarıyor, atsinganiler’in de saray macerası böylece sonlanıyor. efendim bu “atsingani” sözcüğünün kökenbilimine ilişkin de bazı muhtelif kuramlar bulunmakta ama ben en önemli olduğunu düşündüğüm tek bir tanesini söyleyeyim: bu sözcüğün “tsigani” diye bir sözcükten türetildiği düşünülmekte ki bu tsigani sözcüğü manichean diye bir dine inanan yada bunun gibi gaipten haber veren, el falına bakan, şeytan çıkaran, karından konuşan falan sapkın* bir topluluğun insanlarına gönderme yapmakta. bunun neden önemli olduğunu kapitalist dünya-ekonomisi’yle çingeneler arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışırken değineceğiz. son olarak da şunu vurgulayalım.. bu çingenelerin muhtemel üç göç yolunu kullanarak avrupa’ya vardıkları düşünülüyor: birincisi, önce suriye’ye ve filistin’e gitmiş olabilirlermiş, ki oradan da mısır ve kuzey afrika’ya geçmişler. ikincisi, ermenistan ve gürcistan üzerinden kuzey yolu denilen yolu seyrederek romanya’ya hatta muhtemel ki balkanlar’a varmışlar. ve son olarak, asıl büyük olan topluluk orta ve batı arupa’ya geçmeden evvel küçük asya balkanları ziyaret etmiş. çingeneler hayatlarını çoğunlukla bakırcılık, kazancılık, demircilik, nalbantlık, tenekecilik, sepetçilik yaparak, ayı oynatarak at ticareti yaparak kazanırlardı. bunu yanında çerçi olanlar, fal bakarak gelecekten haber verenler falan da vardır. ama hepsinin ötesinde, dünyaca meşhur oldukları ve tanrı vergisi bir yetenekleri ve ilgileri olduğu düşünülen müzisyenlik başlıca uğraşları idi.

    umarım kimdir nedir bu çingeneler sorusuna yanıt verebilmişimdir. şimdi daha mühim meselelere geçiyoruz: önce, osmanlı’ya bakalım.

    (1) lal, c., "gipsies: forgotten children of india", 1971.

    --------------------------------------------------
    yakında: osmanlı imparatorluğu'nda çingeneler
  • esasen kuzey hindistan'dan göç ederek balkanlar ve dünyanın diğer yerlerine göç eden bir ırk. hintlilere çok benzemelerinin sebebi de aynı kökenden gelmeleridir. asırlar boyunca diğer ırklarla karışmaları sonunda renk değiştirenleri de vardır hatta bunların çingene olduklarına inanamazsınız bile. asıllarını inkar etmeleri ile ünlüdürler, bir çingene'nin pis çingen dediğini duyarsanız hiç şaşırmayın! ben şahsen çok severim bu insanları, müthiş yetenekli müzisyenler çıkar aralarından, çok güzel yemek yaparlar...vb. günlerini gün ederler, günlük yaşarlar. tek kelimeyle süperler!
  • “çingene, insanın tabiata en yakın kalan cinsidir. zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve bu fağrur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş bir takım yeşil ağaçlardır... çingene bizzat bahardır.”
    ahmet haşim
hesabın var mı? giriş yap