• bugün debeye girmiş entrysindeki şu kısım bana hayatı sorgulatmıştır.

    --- spoiler ---

    yarim saatte getiren uygulamalarin birinden siparis verdim. siparisi getiren adam "dagny taggart?" dedi ve bunu derkenki siritisina acayip sinir oldum.

    - evet? niye sasirdiniz?
    - yok yani teyit icin biz...
    - iyi gunler.

    --- spoiler ---

    ya senin havanı yesinler. demek sırıttı sana ha? görüyor musunuz kadının adını söyleyip sırıtmış! ne hallere düştük, inanılır gibi değil. memleket bitmiş. insanlık ölmüş. acilen ulusal yas ilan edip bayrakları yarıya indirmemiz lazım.

    eğitim sürem boyunca geçinmek için bir avrupa ülkesinde kuryelik yaptım. binlerce kişiye sipariş götürdüm. şimdi düşünüyorum, lan ben de öyle yaptım herkese. her gün onlarca kişiye gülümseyerek yemeğini uzattım, merhaba dedim, isimlerini teyit etmek amacıyla sordum. o binlerce kişinin içinden şöyle tepki veren bir kişi çıkmadı. çıkmadı ki işimi severek, rahat rahat yaptım okulumu okudum. şükür ki türkiye'de okumamışım. kezbanın birine gülümsedim diye tenhada vururlardı mazallah.
  • üç bininci entry'm kendim olayım istedim.

    gerçi ben ara ara delirip tonlarca entry birden siliyorum. yani bu aslında girdiğim yedi bininci entry olabileceği gibi, birkaç ay sonra binbeşyüzüncülüğe de düşebilir. şimdilik üç bin görünüyor.

    mutsuzum lan. bildiğin mutsuzum.
    pms filan değil, normal, düz mutsuzluk.

    bu niki seçtiğim zaman, yani 2004 yazında, 20 yaşındaydım. atlas vazgeçti'yi yeni okuyup bitirmiştim, hayatım değişmişti, yani ben öyle sanıyordum.

    özsaygı, özsevgi, özgüven ve bilumum özsik'li kavramlardan o kadar etkilenmiştim ki, hayattan şikayetlenmek bana feci ergence geliyordu. evet yaş 20 bu arada.

    her şeyin mantıklı bi açıklaması vardır ve olmalıdır, yok diyorsan sen göremiyorsundur, görmen ve bu mantığa uyman gerekir, uymuyorsan da edebinle uymamalısındır ve bunun da kendi içinde tutarlı bir "uymama" olması gerekir, bir şeyi objektif olarak ortaya koyamıyorsan salaksındır, "bu yaşta" hala ergenlik bunalımı yaşıyorsan pardon da yani hıyarmışsın, kendi hayatını istediğin gibi yaşayamayışının sorumluluğunu başkasına yükleyemezsin...

    of böyle bi insandım ben ya.
    ağzıma sçtın ayn rand. bambaşka biri olabilirdim.
    şu bunalımlarımı 20 yaşında yaşayıp bitirseydim, şu an hayalini kurarak ölebileceğim bir sürü şeye kavuşmuş olabilirdim.
    daha huzurlu biri olmak gibi.

    şimdiki aklım olsa, nik filan da istemez, direk adımla takılırdım. gerek yok çünkü.
    nik'ler geçiyor, sen o ruh halinde kalmıyorsun.

    nik bi tek şu anlamda işe yarayabilir, google'da buraya her gün tabak gibi yazdığım özel hayatımla çıkmak istemem. siz bilin sorun yok da, google bilmesin.

    neyse diyorduk ki, işte ben 20 yaşında öyle bir insandım.

    mayıs'ta, sözlük'e geleli 8 yıl bitmiş olacak.

    o 8 yılın ilk zamanlarında tüm hayalim dagny gibi biri olabilmekti. herkesi seven sayan ama kendi kafasında - o zamanlar farkında olmadığı ve söylenirse de inkar edeceği - stereotype'lar olan biriydim. "benim de kürt arkadaşlarım var" tipi insan yani. bu yüzeysellikte.

    aralarda bir sürü şey oldu bitti. başka biri oldum.
    çok ağladım. çok da ağlattım. kimlerin ahını ne kadar çok almışım ki, 2011'in ikinci yarısından beri de ağlamanın bokunu çıkardım.
    şimdi uzun uzun anlatmayayım.

    ama meğer hiçbir şey o kadar "rasyonel ve objektif" değilmiş.
    asıl rasyonellik, her şeyde illa bi mantık aramamak ve "gelişigüzele" inanabilmekmiş.
    objektivite diye bir şey ise zaten yokmuş. pozitif bilimler hariç, o da belki.
    gelişine yaşayacak, hiçbir şeye "o kadar" anlam yüklemeyecekmişsin.
    çünkü senin çok feci anlam yüklediğin "insan olmak" denen nane, gerçekten o kadar "kendine özgü" bir şeymiş ki, iki insanın o özgü'lüklerinin birbiriyle örtüşmesi harbiden de mümkün değilmiş.
    "bunu anlamayacak olamaz herhalde?" diye küçümsüyormuşsun ama, anlamayabilirmiş. anlamayabilirmişsin.
    "bu da yapılmaz ki lan hayvan mısın olm!" diyormuşsun ama yapılabilirmiş. yapabilirmişsin.
    "o da o kadar beceriksiz olmasaydı neabayım" diyormuşsun ama olabilirmiş. olabilirmişsin.

    değerliymişsin evet, ama zaten herkes değerliymiş, o yüzden değer dediğin şeyin anlam ve önemi kalmıyormuş.
    herkes eşit olunca, kimsenin bir özelliği kalmıyormuş.
    sen dahil. o dahil. herkes dahil.

    çok kızınca, çok sevince, aşktan ölünce, kaybedenliğin bokunu çıkardıkça, ya da zaferler kazandıkça, utançtan yerin dibine girdikçe... bunların hepsinde hala insanmışsın ve bunları yaşayan herkes hep insanmış.

    o yüzden, insan olmanın çok da bi olayı yokmuş.
    herkes her an her boku yiyebilirmiş.

    keşke bunları daha az ağlayarak öğrenebilseydim.
    belki o zaman insanlara, ya da daha doğrusu insan olmaya, ya of ne diyorum işte direkt "kendime" dair bir umudum kalırdı.

    ama artık yok. çünkü insanım ve sırf bu yüzden boktanım.
    herkes insan ve sırf bu yüzden herkes boktan.

    ha "can" denen şey çok kıymetli, o başka. kimin canı olduğu önemli değil; içinde hayat olan şey önemlidir.
    ama insan olmak, çok skik bişey.

    başka bir şey olalım.
    ya da ben olayım.

    bu kadar önem atfettiğim bir şeyin bu kadar boktan olduğunu düşünmem gerekmesin.

    böyle zor oluyor.

    öperim.
  • uzun zamandır aklımda bu kadın.
    çok uzun zamandır aklımda, hayatımda, günümde, gecemde, hastalıkta, sağlıkta...
    bazen şey olur, birşeye ihtiyacınız. ha okey size olmaz siz mükemmelsiniz de, bizim olur. ufak şeylerdir belki size göre, banyo yapmak gibi misal, sıcakta uyumak gibi, kolaydırlar, ama biz sağlayamayız. yapamayız.
    öyle durumlarda cebimizde anahtarı vardır bazı insanların, arayıp ya sana gidebilir miyim deriz, kızar, sırf sorduk diye.
    o anahtarı cebine boşuna mı koyduk diye.
    ben çok çok uzun zamandır bu kadının yanında, bu kadının evinde kendimi evimde zannettim.
    evinde hissetmek çok büyük bir his.
    çok büyük.

    hakkını ödeyemem. yemin ederim, hayatımı adasam, ömür boyu buna yemek yapsam, her gece üstünü örtsem, her hastalandığında çorba yapsam yine ödeyemem.

    en sevdiğim insan kategorisinde, çok salak. yaptığı güzelliğin, kurtardığı hayatın farkında bile değil.
  • bazen şahsen tanıdığımı düşündüğüm oldu. hayır kesinlikle tanımıyorum. belki okuldan veya adliyeden tanışıklığımız, göz aşinalığımız vardır. aşağı yukarı yaşıtız, aynı okuldan mezunuz ve meslektaşız.

    tanısam hem en sevdiğim hem en gıcık olduğum arkadaşım olabilirdi. yemin ederim aynı ben. böyle biri daha var sözlükte, yaşı küçük ama kendimi görüyorum.

    eski entrylerimize bakınca hem hayatımızın hem bakış açılarımızın hem düşüncelerimizin ne kadar değiştiğini, değişimin ne kadar paralel ilerlediğini görüyorum. bu hanımefendinin entrylerini okuyunca bazen oha ben ne zaman yazdım bunu diyorum.

    sonra baktım, ikizler burcuymuş. aynı okuldan, aynı bölümden, yakın dönemlerde mezun olmuş meslektaş ve ikizler burcuna mensup bir kadın. doğal olarak kendimi görüyorum.

    anne olmuş, mutluluklar dilerim. yepyeni insanlarla yaşayacak, birbirlerini tanıyacaklar ve her koşulda çok sevecekler. hiç bitmeyen bir sevgi. sonsuz sevgi pınarı gibi bir şey annelik.

    aynı zamanda bunalacağı, ehhh yeter diyeceği, çok yorulacağı ve kendini yetersiz hissedeceği zamanlar olacak. gerçi yetersizlik hissi hiç bitmiyor.

    bazen o eski kadını özleyecek. bazen o eski kadının ne salak olduğunu düşünecek. hepsi hem doğru hem yanlış olacak. uzun yıllar depresyona giremeyecek, 2 dk depresyona girip çıkmak zorunda kalacak. oysa uzun uzun şöyle tadını çıkara çıkara depresyona girmek, işe gitmemek ne güzel. (uzun dediğim 1-2 gün filan) o hakkımızı kaybettik.

    çoğunlukla, annelikten önceki hayatında ne yaptığını hatırlamayacak.

    bir gün, “çocuklarıma aşığım ama annelik çok berbat” derse beni bulsun. buna biraz daha zaman var.

    mutluluklar, sağlıklar, bereketler dilerim. bol şans.
  • cümleleri olmasa, duyguları göbek yapardı...
  • bostancı - kabataş deniz otobüsünde levent üzümcü'nün sol tarafın oturan "güzel kız" (mış).
  • garip bir stalker'ım var. kim olduğunu bilmiyorum ama hasta olduğunu düşünüyorum. belki de bu aslında tanrı'nın kendi "sinir etme" anlayışıdır ama tanrım bak ben adanalıyım, seninle kavga etmek benim fıtratımda var. bak kavga yerine ikimiz birden sevinebiliriz, çay iç bişeyiç?

    neyse.

    şimdiye kadar bunu çok da dert etmedim. hastanın biri, benim birkaç bin entry'mi resmen "çalışmış" bir manyak, hayatımda ne zaman ne olsa onunla ilişkilendirilecek bir entry'yi bulup oyluyordu. bazen "tematik" oylama serisi yapıyordu. bazen, birbiriyle çok farklı zamanlarda ve farklı başlıklara yazılmış ama yine çok alakalı olan tivitler arka arkaya oylanmış oluyordu. böyle böyle şeyler.

    keşke not alsaydım.

    salı günü, çok inandığım bir ilişkim sona erdi. ben yazmadan duramam mümkün değil, ergenliğimden beri yazarak kendine gelen biriyim. tabi ki onu da yazdım. hatta muhtemelen benden genç olan ve hiç tanımadığım kadının biri "bunları böyle yazmak ergence olmuyor mu" dedi diye ona bir ton fırça da attım. "sana ne lan" demedim tabi ama demişten beter konuştum. yani benim olayım bu. ben yazan bir insanım. birine elli saat dert anlatmam, anlatırken bile sağın solun geyiğini yapabilirim, bağıra bağıra ağlarken bile bir şeylere hayvan gibi gülebilirim, ben karşımda bir insan olduğu zaman bi "dururum." kendimi tam olarak bırakmam. çünkü o bir insandır, candır. ama klavye öyle değil. istediğin kadar ve istediğin gibi boşalabilirsin. istemeyen okumaz. birini darlama ihtimalin çok daha azdır. ayrıca da hep söylerim, kendini yazılı olarak doğru düzgün ifade etme çabasında çok enfes bir "meydan okuma" görüyorum ve bu dev hoşuma gidiyor. yahu ben yazmaktan ve yazarak rahatlamaktan haz duyuyorum, hayatta en sevdiği şeylerden biri dilekçe yazmak olan avukat nerd'ünün tekiyim ben, tabii ki bunu da yazacaktım. manyak mısınız insana bu yüzden bikbik edilir mi. sana ne lan sa na ne.

    netice olarak ayrılıkla ilgili bir şeyler de yazdım.

    anında, "sevilmek" başlığındaki entry'm oylandı. aylar önce yazmıştım. işte özetle, biri tarafından sevilmek çok ciddi bir sorumluluktur, onu incitmemek lazımdır blablabla. tamam zamanlaması manidar ama o kadar da değil tam olarak. olur yani.

    neyse bir entry daha yazdım ertesi gün. ve iki gündür düşünüyorum ki, iki yazdığım da fena olmadı, hakaret yok, itham yok, arabesk değil, "olanı biteni" anlattığım ve bu esnada kimseyi suçlamadığım insan gibi entry'ler oldu ikisi de. oldu yani, evet, bu acı böyle çekilmesi gereken bir şey. çünkü adam kötüsünü hak eden, arkasından küfredeceğim bir adam değil. he ağzıma sıçtı o ayrı ama olacak o kadar, üzülünmeyen ayrılık mı olur? üzülmemişsen sen zaten o kişiyle birlikte değilmişsin panpa.

    işte ben tam böyle düşünürken, bir baktım şu oylanmış:

    (bkz: olmaz/@dagny taggart)
    "suçlamayan, suçlanmayan, haklı-haksız aramayan, sadece 'olanı' söyleyen, o kadar güzel bir şarkı ki bu."

    tarih 3 nisan 2011.

    ya kardeşim sen manyak mısın? sen manyak mısın ya?

    ya bırak çek git hayatımdan hasta sapık ya.

    çünkü kötü niyetlisin. bu çok net. sen, evet sana söylüyorum, sen kötü niyetlisin.
    önce sevilmek'i oyla ki "ulan nasıl ziyan edildim" diye dertleneyim. ertesi gün gel bunu gözüme sok ki adamın arkasından iyice ağlayayım. sen manyak mısın ya.

    ama yine tam bilemedin aslında, çünkü o mucizeler aslında hiç yaratılmamıştı. yani sen adamın arkasından iyice ağlayayım istedin ama olmadı tam, çünkü o adam kahramanım olmaya aslında hiç oynamamıştı. ben öyle olmasını istemiş ve olabileceğine inanmıştım.

    eğer entry'lere bakıp şerefe dediğimi filan düşünüyorsan veya kendi kafanda karşılıklı rakı içiyorsak mesela, hayır pezevengin evladı, içtiğin rakı değil. ben ağzına tükürdüm.
  • şimdi bu kadının konuya girişleri daha güzel, yani böyle fırında pişen kekin kokusu gibi baştan bi sarmalıyor ben onu beceremiyorum. diyeceklerimi diyip yoluma bakacağım.

    günü zamanı hatırlamıyorum ama eşyalar daha yeni gelmişti. ben ayakkaplarımı giymiştim kapıdayım, o salondan bişi alacaktı. içerden bi ses geldi "bir ben miyim bu kadar az bu yoksulluktur" böyle iki satır mırıldandı. o anı kaydettim ben mesela, o şarkıyı daha önce hiç o kadar güzel bir tonda duymamıştım. kapının orda soluğumu kesip dinledim kaç saniye sürdüyse.

    sonra mesela bişi var onun hayatında, allah bize kaldıramayacağımız yükü yüklemiyor ya, malum kendisi kütük bakımından allahın kankası olur. o da kaldıramayacağı yükün altına girmiyor. şöyle ki, kediye alerjisi var; alıyo kucağına yavruyu seviyo okşuyo purr purrr purrr sıfır sorun sıfır alerjik aksiyon işte ne zaman kedi kalkıp gidiyor, o da diyor "kalkıp ellerimi yıkayayım" hapşuruklar başlıyor. alerjisinin tetikleneceği zamana bile kendi karar veriyor resmen?!

    bir şey daha ekleyip huzurlarınızdan çekilicem. bu haftasonu benim işlerden görüşemedikti az önce ağzımı açık bırakacak birkaç havadis verdi:

    - oha!

    - ya elif, sen biliyorsun doğru düzgün bir hayatım olduğunu, buna rağmen iki gün görüşmesek kesssin bişeyler olmuş oluyor, napıyorum ben acaba ya sdfhsdhshshah

    - işte ben de onu bulamıyorum!

    dünya alem bilir ki ben bu kadının evinin insanı, paspasının tozu, mutfağının fairysiyim, yani nasıl desem bir tabaktan kaç lokma aldığından, gözünü seğirdiği ağız kenarının gerildiği ana kadar her şeyini gördüm bildim ezberledim ne zaman iki gün görüşmesek vizyona ilk kez giriş yapmış film gibi çıkıyor karşıma!!!!

    heyecanla takip ediyoruz efendim :)
  • ayın başında "bi entrye giriş yaparken yeni pişen kekin kokusu gibi sarıp sarmalar yazdıkları" demiştim. şu an gerçekten yeni pişirdiği kekin kokusu sardı evi.

    bunları yazarken salondaki masanın üstünü boşaltmamı istedi (kahvaltı edicez, kek sonra) ben domates salatalık peynir ekmek takılırız derken "menemeni yapıp geliyorum" dedi.

    din kursun ilk müridi ben olucam.
  • ara sokaklardan yürüyor bu arkadaş, kuytulara köşelere saklanıyor vapur beklerken.çekincesi de "aman biri görüp de hukuki şeyler sormasın".lakin kaçamıyor çift retinalı kartal gözlerimden.sıkıştırıp merhaba bile demeden soruyorum "şimdi mesela birine küfür ettin seni mahkemeye verd........" diye.görmek isteyenler kadıköy migrosta patlıcan standının önünde kendisini ziyaret edebilir.
hesabın var mı? giriş yap