• yeni parfümüm... hafif baharatlı çok hoş bir koku. tekin acar'dan aldım. ahahahahahaha... şaka lan şaka... monteskü'nün kitabı bittabi. ilginç bir şey öğrendim de onu yazayım dediydim: bu kitap bütün popülaritesine rağmen monteskü'nün başını çok ağrıtmış. zira monteskü bu yapıtını kaleme aldıktan sonra kilise yanlısı partiler tarafından spinozist (bkz: spinoza)olmakla suçlanmış. uzunca bir dönem spinoza isminin bir tür kafirlik tınısı taşıdığı düşünüldüğünde bunun ağır bir suçlama olduğu anlaşılabilir.

    kaynak: türker armaner, spinoza ve zamanın siyasi bir mekan olarak restorasyonu, s. 18, 8 no.lu dipnot, felsefe tartışmaları dergisi, 33, 2004.
  • de l'esprit des lois'nın başına ovidius'un bir mısrasını yazar, prolem sine matre creatam (anasız doğan çocuk). bunu niye yazdığı sorulunca şöyle der (tabii fransızca): "böyle bir eserin yazılabilmesi için iki şey gerekli; deha, ki babasıdır, bende var; özgürlük, ki anasıdır, fransa'da yok". (fransızca la liberté ve le génie sözcüklerinin féminin-masculin olmalarıyla ilgili bir kelime oyunu da yapılmaktadır)
    ayrıca kendileri atut ve oriental despotism gibi guzide kuramların sahibidir, cemil meric kendisini pek sevmez, onu "fazla abartılmış bir yetenek" ve "köy ağası" olarak niteler.
  • yazımı yıllarca sürmüş, yaklaşık 920 sayfalık bir montesquıeu şaheseri. bugüne kadar okuduğum en faydalı 5 eser içine gönül rahatlığıyla koyarım. bakmayın öyle kanunlar ruhu dediğine; sosyoloji, psikoloji, felsefe vb ne ararsan var.

    öncelikle benim okuduğum iş bankası yayınlarından, kanunların ruhu üzerine şeklinde adlandırılandır. zaten tam bu sebepten sevgili sözlüğümüzde kitapların orijinal isimlerinin yorumlanması gerektiğini düşünüyorum.

    kitaba çok değer verdiğim ve 900 küsür sayfalık bir kitabı alıp okumak istemeyenlerin olacağını düşündüğümden kitabın kendime göre dikkatimi çeken kısımlarını çok az da olsa yorumumu da katarak not etmeye karar verdim. aslında bu yaptığım ciddi bir işsizlik alameti gibi de gözükebilir.

    kaçınılmaz şekilde giri biraz uzun olacak. ancak kitap hakkında kabaca fikir vermesi bile buna değer. gerçi kitabın sonları fazla sürüklemiyor. o kısımlarda not etmeye değer pek bir şey göremedim.

    haydi bismillah;

    -monarşi, cumhuriyet, aristokrasi, istibdat tarzı yönetimler ve hatta belki henüz icat edilmemiş sistemler içersinde en iyi yönetim şekli nedir veya ne olmalıdır sorusu kafamızı çoğu zaman kurcalamaktadır. kitabın benim kafamda yaktığı en önemli ışık bu konu ile ilgili oldu diyebilirim. aslında sadece bu konu değil bu ve benzeri her konuya bu bakış açısını uyarlıyabiliriz. aslında saydığımız sistemlerden hiç biri iyi değil ve hiçbiri kötü de değil. tamam hadi biraz istibdat hariç. montesquıeu der ki "doğaya en uygun yönetim şeklinin, söz konusu şekilde yönetilecek halkın tabiatına en uygun düzenlemeye sahip yönetim şekli olduğunu söylemek daha yerindedir". yani kalkıp köle ruhlu insanları, erdemlerden yoksun ve hatta bihaber insan sürüsünü cumhuriyetle yönetmeye kalkarsanız o iş elinizde patlar. konuyu kendi açımdan açmam gerekirse; bir konuyla ilgili ideali ararken sadece aradığımız şeye odaklanmamalıyız. bizim çoğu zaman yaptığımız en büyük hata da bu oluyor. aradığımız o mükemmel şey onu koyacağınız yerde berbat durabiliyor. tıpkı bir gecekonduya koyduğunuz çin vazosunun eğreltiliği gibi.

    -çoğu zaman kanun koymadan önce , söz konusu kanunu sınamak yerinde olacaktır. roma'da senatonun kararları bir yıl boyunca kanunun hükmündeydi. önce ne kadar uygulanabilir olduğu ve toplumdaki karşılığı yoklanıyordu.

    -bir cumhuriyette vatandaşa bir anda tanınan aşırı yetki, bir monarşi, hatta bir monarşiden fazlasını yaratmak olur.

    -halkçı bir yönetimde yaşayan yunan siyasetçiler, kendilerine destek olabilecek yegane güç olarak erdemi tanımıştır. oysa bugünkü siyasetçiler bizlere sadece imalattan, ticaretten, maliyeden, servetten hatta lüksten bahsediyor.

    - erdemin bittiği toplumlarda zorbalığı değil ancak zorbaları ortadan kaldırabilirsiniz.

    -insanlar eskiden kanunlarla özgürken, artık kanunlar karşısında özgür olmak istiyor.

    -domitianus'un korkunç zalimlikleri valileri o denli korkutmuştu ki, halk onun hükümdarlığı zamanında biraz olsun kendine gelmiştir. bir tarafta her şeyi mahfederken, öbür taraftan ta uzaklarda göze çarpan bir kaç çayır bırakan seller de böyledir.

    -nezaketin geldiği kaynak o kadar da saf değildir; nezaket fark edilme arzusundan ileri gelmektedir. kibirli olduğumuz için nazik davranırız. aşağı tabakadan olmadığımızı, her çağda sırt çevrilen insanların arasından gelmediğimizi kanıtlayan davranışlar sergilemekten gurur duyarız.

    -istibdat yönetimlerinde eğitimin köle zihniyetliolması gerekir. yönetici konumunda dahi böyle bir eğitim almış olmak avantajdır. ""zira hiç kimse aynı zamanda köle olmadan tiran olamaz.""

    -aşırı itaat, itaat edenin cahil olmasını gerektirir. hatta emreenin dahi cahil olmasını gerektirir.

    -istibdat devletlerinde eğitim, çok sınırlı bir eğitimdir. yüreklere korku salmakla, birkaç basit din kuralını zihinlere kazımakla yetinir. bu tür yönetimlerde bilgi tehlikeli, rekabet uğursuzdur.

    - bazı devletleri savaş meydanında yenseniz bile kültürlerini korudukları sürece o milleti ele geçirmezsiniz.

    -halka dağıtılan para demokrasilerde ne kadar zararlı sonuçlar doğurursa, aristokrat yönetimlerde de o kadar iyi sonuçlar doğurur.

    -ticaret eşit insanların mesleğidir. hükümdarın tüccar olduğu istibdat devletleri, en sefil devletlerdir. bu tür devletlerde hiçbir şey onarılmaz, hiçbir şey iyileştirilmez. sırf yaşamak için evler inşa edilir, hendek kazılmaz, ağaç dikilmez. her şey topraktan sağlanır, toprağa bir şey verilmez.

    -louisiiana'daki vahşilere meyve yemek istedikleri zamanağacı kökünden kesip meyveleri toplarlar. işte istibdat tam olarak böyle bir şeydir.

    -istibdat yönetimin ana prensibi korkudur. bununla birlikte, utangaç, cahil, korkak halklara fazla sayıda kanun gerekmez. her şey iki üç fikir etrafında dönmelidir. yeni fikirler gereksizdir. bir hayvanı eğitirken, sahibini, aldığı talimatları yürüyüşünü değiştirmemeye özen gösterirsiniz. hayvanın beyninine iki üç hareket sokarsanız, daha fazlasına gerek yoktur.

    -rüşvetle ilgili olarak; bir şey verilmeyen insanlar, hiçbir şey istemez. biraz bir şey verilen insanlar ise kısa süre sonra daha çok, sonra daha da fazlasını ister.

    -cumhuriyet yönetiminde insanlar eşittir. istibdat yönetiminde de insanlar eşittir. insanlar cumhuriyette her şey, istibdadda ise birer hiç oldukları için eşittir.

    -her türlü ahlaksızlığın sebebi araştırılmalıdır. görülecektir ki, bunun nedeni, cezaların hafifliği değil, suçların cezasız kalmasıdır.

    -bir kötülüğü düzeltmek isteyen kanun koyucu çoğu kez sadece verilecek cezayı düşünür. sadece bu konuya yoğunlaşır, sakıncalarını düşünmez. kötülük islah edildikten sonra geriye yozlaşmış ve despotizme alışmış bir halk kalır.

    -hırsızlar ve katillere aynı cezanın verildiği rusya'da hep cinayet işlenirdi. çünkü ölüler konuşamaz.

    -cumhuriyetler lüks yüzünden, monarşiler fakirlik yüzünden yıkılır.

    -monarşilerde kadınların zayıflıkları gururlu değil ancak kibirli olmalarına elverdiğinden, kadınlar arasında daima lüks hüküm sürer. ancak istibdat devletlerinde kadınlar lüks getirmez. bu devletlerde bizzat kadının kendisi lüks bir objedir.

    -lüksün arkasından daima iffetsizlik, iffetsizliğin arkasından daima lüks gelir. kalbin hareketlerini serbest bırakırsanız, aklın zaaflarını nasıl frenliyebilirsiniz ki?

    -kadınların evin efendisi olması hem mantığa hem doğaya aykırıdır. buna karşılık, kadınların imparatorluk yönetmesi mantık ve doğaya aykırı değildir.

    -halk özgürlüğünden ne kadar çok istifade eder görünürse, özgürlüğünü kaybedeceği ana o kadar çok yakınlaşmış demektir.

    -bir devlet, çöküş halindeki bir devlete komşu ise, söz konusu devletin çöküşünü hızlandırmaktan sakınmalıdır. zira bu durum düşülebilecek en şanslı konumdur.

    -demokrat ve aristokrat devletler tabiatları gereği özgür değildir. bu tür yönetimlerde özgürlük ancak güç istismarı yoksa mevcuttur. fakat güce sahip herkesin bu gücü istismar etmeeğiliminde olduğu bir gerçektir.

    bu noktada aristo eleştirisi de dikkat çekici. malum aristo'nun politika eseri var. bu eserin neden sığ bir eser olduğunu kısaca çok güzel açıklamış. der ki: aristo beş çeşit monarşi sayar. bunları devlet yapısına göre değil, tesadüfi şeylere göre ayırır. örneğin prensin erdemleri, zorbalığı vb devlet yapısıyla alakasız şeylerdir. ayrıca pers imparatorluğu ile lakedamionia krallığını aynı katogoride görür. oysa biri istibdat biri cumhuriyettir.

    -romalılardan asla uzaklaşamazsınız. bugün dahi, bir zamanlar başkentleri olmuş şehirde, yeni inşa edilmiş sarayları bırakıp onlardan kalan yıkıntıları aramaya gidersiniz.

    -olabilecek en iyi kanunlara sahip olan bir devlette davası görülüp de ertesi günü asılacak olan bir adam, türk padişahından daha özgürdür.

    -yönetimin despotizme kayması için ihanet suçunun muallak olması yeterlidir.

    -söz suç teşkil etmez, çoğu kez düşüncede kalır. oysa sessiz kalmak bütün konuşmalardan çok şey ifade eder.

    -şayet biri şahsımızı veya idaremiz aleyhine konuşursa, o kişiyi cezalandırmak istemeyiz. şayet söz konusu kişinin söyledikleri hoppalıktan ileri geliyorsa, o kişiyi küçük görmek gerekir. şayet delilikten ileri geliyorsa, ona acımak gerekir. şayet söyledikleri hakaret içeriyorsa, onu affetmek gerekir.

    -hiciv yazılarına tek kişi yönetiminde hangi nedenle yassak getirilirse, demokrasilerde o nedenle izin verilir.

    -hiciv yazıları halkın muzip tarafını eğlendirebilir, memnun olmayanları teselli edebilir, kamu görevlilerine olan hasedi azaltabilir. halka acı çekme sabrı verebilir, halkın kendi acılarına gülmesini sağlayabilir.

    -roma'da haksız davacı alçak bir adam olarak kayda geçer ve alnına ifitira anlamı taşıyan kalumnia kelimesinin ilk harfi basılırdı.

    iklimin insana olan etkisi ile ilgili kısımda dikkat çekici noktalar oldukça fazla. özellikle sıcak bölgelerdeki düşünce yapısının, keşiş hayatının, dinginliğin ve felsefi düşüncenin temelinde tembellik yattığını belirtir. hatta bu tembelliği erdemleştirme çabası olarak görür. "keşişlik, insanların eyleminden çok kurguya meyilli olduğu sıcak doğu ülkelerde doğmuştur" der. sıcaklık arttıkça derviş ve keşiş sayısı artar.

    -şarap içmeyi yasaklayan muhammet kanunu, arabistan ikliminden doğmuş bir kanunundur. aynı şekilde kartacalılar da şarabı yasaklamıştı. buna benzer kanun soğuk ülkelerde iyi sonuç vermezdi.

    ayrıca iklimle birlikte eylemden çok hayali kanunlarla kadınlar baskı altına alınır . sıcaklık eylemi azaltıp kıskançlık, fitne vb dürtüleri hararetlendirir. bu bağlamda kadınların toplum hayatı da zorlaşır. kuzey bölgelerde kadınlar hareketlerinde özgürken güneye inildikçe halkların hayalgücü alevlenir ve kanunlar da eylemden ziyade düşünceye göre şekillenirdi. bir kadın doktora bile aileden biri yanında olmadan gidemez hale gelir.

    kölelikle ilgil ikısmı okurken yakın zamanda izlediğim bir black mirror dizisinin men against fire bölümü gözümde canlandı. kitapta der ki "sözü edilen insanlar tepeden tırnağa simsiyahtı ve burunları o kadar basıktı ki , onlara acımak hemen hemen imkansızdı. zencileri insan saymamız imkansızdır."

    -aristoteles doğuştan köle olan insanlar olduğunu kanıtlamaya çalışır ama bunu bir türlü yapamaz.

    -sırf kanunlar kötü yapıldığı için tembel olan insanlar vardır. ve bu insanlar tembel olduğu için köleleşir.

    -köleler aile içinde yaşamaktansa, bir aile için yaşarlar. bazı ülkelerde kadınların aile içi köleliği buna benzer.

    -"o halde tek bir kadına izin veren kanun, asya iklimi değil avrupa iklimine uygundur. muhammetçiliğin asya'da bu kadar kolayca yayılmasının ve avrupa'da yayılamamasının nedeni budur"

    -şehvet de açgözlülük gibidir. hazineler biriktikçe iştah artar.

    -3. ahmet'in patrona halil isyanı ile tahttan indirilmesiyle, anlatılanlara göre vezirlerin evleri yağmalanmaya başlamış ve bu evlerden tek birkadın çıkmamış, uygunsuz cinsel yönelimler olduğu görülmüştür. işte çok sayıda kadın olması bazen doğamızı da bozabiliyor.

    -dağ insanları bütün güçleriyle halkçı yönetimi, ova insanları asiller yönetimini, deniz kenarında yaşayanlar ise bu iki yönetim şeklini birleştiren karma bir yönetim şeklini talep ediyordu. verimli ülkeler, güçlüye karşı hiçbir şey savunamayacak ovalardır. bu yüzden en güçlüye boyun eğilir. oysa dağlık ülkelerde sahip olunan şeyler korunabilir. kaldı ki korunacak çok bir şey de yoktur.

    -vahşi halklar ile barbar halklar arasında şöyle bir fark vardır: vahşi halklar birtakım özel nedenlerden dolayı bir araya gelemeyen, dağınık yaşayan küçük milletlerdir. oysa barbarlar genellikle bir araya gelebilen küçük milletlerdir.

    -halklar genellikle kendi geleneklerine çok bağlı olur. bu gelenekleri elinden almak, halkı mutsuz etmek demektir. o halde gelenekleri değiştirmemek, halkı bunları kendi kendine değiştirmeye teşvik etmek gerekir.

    -solon',a atinalılara verdiği kanunların dünyadaki en iyi kanunlar olup olmadığı sorulmuş. solon ise "ben onlara tahammül edebilecekleri en iyi kanunları verdim" demiştir. kanun koyarkan anlanması gereken budur.

    -ögür bir millet kurtarıcıya sahip olabilir; boyunduruk altındaki bir millet, ancak yeni bir zorbaya sahip olabilir.

    -en mutlak monarşilerde, tarihçiler hakikate ihanet eder, zira hakikati dile getirecek özgürlüğe sahip değildirler. en özgür devletlerde ise tarihçiler, özgür oldukları için hakikate ihanet eder. zira özgürlük daima hizipleşmelere neden olduğundan, nasıl ki bir istibdat devletinde tarihçiler despotun kölesiise, buradaki tarihçilerde kendi önyargılarının kölesi olacaktır.

    -platon der ki "ticaret temiz ahlakı bozar".

    bu noktada gemiciklere selam çakmasak olmaz:
    -karısı theodora'ya mal taşıyan demiyi gören theophilos gemiyi yaktırmıştır. "ben imparatorum", demiştir karısına, "oysa siz beni kadırga sahibine çeviriyorsunuz,. fakirlerin yapabileceği meslekleri de biz yaparsak, fakirler neyle geçinecek?" theophilos sözlerine şunları da ekleyebilirdi: "tekeller kurmaya başlarsak, bizi kim durdurabilir? verdiğimiz taahütleri yerine getirmeye bizi kim zorlayabilir? yaptığımız bu ticareti dalkavuklar da yapmak isteyecektir ve onlar bizden çok daha açgözlü ve adaletsiz olacaktır." no comment...

    -ticarette kaybeden milletler hiçbir şeye ihtiyacı olmayan milletler değil, her şeye ihtiyacı olan milletlerdir.

    -vergi ve faiz affı gibi iyilik olsun diye yapılan aşırı kanunlar, aşırı kötülüğün doğmasına sebep oldu. hem borcun faizini hem de kanunun öngördüğü cezaların doğurduğu tehlikelinin bedelini ödemek gerekti.

    -geç ödeyen az öder.

    -dilenciler gibi, hiçbir şeye sahip olmayan insanların çok çocuğu olur. zira bu insanlar, kuruluş aşamasındaki halklar gibidir. çoccuklarına mesleğini öğretmek hiçbir külfet getirmez, çocuklar daha doğarken bu mesleğin araçları addedilir.zengin ve batıl inançlara sahip ülkelerde bu insanlar çoğalır, zira toplumun hiçbir yükünü çekmezler, aksine kendileri topluma yük olur.

    -kadınsız yaşamak mümkün olsaydı,kendimizi bu illetten kurtarırdık. fakat doğa gereği, ne kadınlarla mutlu yaşayabiliyoruz ne de yaşamımızı onlar olmadan sürdürebiliyoruz.

    -tek başınıza yaşamak için bekar kalmıyorsunuz. her birinizin masasında ve yatağında kendisine eşlik eden bir kadın var. siz sadece kendi serseriliğinizde huzur arıyorsunuz.

    -devlet sokaktaki çıplak adama biriki sadaka vermekle yükümlülüklerini yerine getirmiş olamaz. devlet her vatandaşa güvenli bir geçim kaynağı, sağlığa zararlı olmayan bir hayat tarzı sağlamak zorundadır.

    -tanrının var olup olmamasıyla ilgili olarak bay bayle der ki "benim hakkımda o çok kötü bir adam demelerindense, o yok demelerini tercih ederim".

    -çok sayıda tapınma kuralına sahip birdin, daha az kurala sahip bir dine kıyasla insanları kendine daha çok bağlar. bizi sürekli meşgul eden şeylere daha çok bağlanırız. dini ibadet nedir bilmeyen barbar ve vahşi halkların kolay din değiştirmesinin sebebi budur.

    - platon der ki "namussuz bir adamdan hediye kabul eden iyi bir adamın yüzü kızaracağına göre, dinsizlerin sunuları hakkında tanrı acaba ne düşünüyor"

    -baskı uygulanan her dinin bir gün bizzat baskıcı hale gelmesi genel bir prensiptir.

    -bir din, ikaz ederek değil, unutmaya iterek, öfkelendirerek değil, başka tutkular ruhumuzu ele geçirdiği ve dinin telkin ettikleri sessizliğe gömüldüğü bir anda insanı kayıtsızlığa iterek yok edilir.

    -amaç bariz şeyleri kanıtlamak olduğunda, insanları ikna edemeyeceğinizden emin olabilirsiniz.

    işbu noktada yaklaşık üç sayfalık bir yazı var ki her bir kelimesi bence ibret vericidir. bu bölümden de küçük kesitler alıyorum. engizisyonculara itafen yazılan bir bölüm...

    ""....muhammetçiler inananlarının sayısıyla övündüğünde, onlara bunu zor kullanarak elde ettiklerini, dinlerini kılıç zoruyla yaydıklarını söylüyorsunu, o halde siz neden kendi dininizi ateşle yayıyorsunuz?... size, onun*, dünya üzerinde olsa bize davranacağı gibi davranmanız için yalvarıyoruz. hristiyan olmak istemeyen sizsiniz! eğer hristiyan olamıyorsanız, en azından insan olun... hakikat, bize bu hakikati eziyet ederek kabul ettirmeye çalışmakla itiraf ettirdiğiniz acizliğiniz değildir... şayet eski önyargılarınızdan kurtulamazsanız ki dikkat etmezseniz bu önyargılar tutkularınız olur, asla ıslah olmayacaksınız, her türlü ışığa ve eğitime kapalı insanlar olduğunuzu itiraf etmek gerekecek. sizin gibi insanlara yetki veren millete yazık!!!.... zira dininizi sevseydiniz, onu böyle kaba bir cehaletle çürümeye terk etmezdiniz. sizi birkonuda uyarmam lazım; şayet gelecekte bir kişi şu yaşadığımız yüzyılda avrupa halklarının medeni olduğunu söylemeye cüret ederse, bu halkların barbar olduğunu kanıtlamak için sizi örnek gösterecekler. sizin hakkınızda öyle kötü bir kanaat oluşacak ki yüzyılımızı karalayacak, bütün çağdaşlarınız sizden nefret edecek"""

    ekonomi ve özellikle düello ile ilgili kısımları okursunuz artık. buraya aktarmalık kısımlar olarak görmedim. düelloyu da amma uzun uzadıya anlatmış sormayın gitsin. ancak 7 yaşındaki ingiliz kıza koca seçme hakkı verilmesi gibi garip şeyler var bu bölümlerde. ayrıca mülk edinme kısımları vb yerleri de buraya taşımanın lüzmu yok.

    sonuç olarak kitaptan alınan üç beş cümleyle yetinilmeycek kadar dolu bir kitap olduğunu göstermek istedim. okuyun ve okutturun.
  • 1748 tarihli bu montesquieu yapıtı, basıldığı dönemde, onsekiz ayda tam 22 baskı yapmıştır. sanki tuna kiremitçi kitabı mubarek...

    kaynak: northcote parkinson, siyasal düşüncenin evrimi, s. 111, remzi kitabevi yayınları, istanbul 1984.
  • sorbonne tarafından mahkum edilen, roma'da yasaklanan montesquieu eseri.
  • ahem

    yapıtın gercek adı cok uzun olup ;de l'esprit des lois ou du rapport que les lois doivent avoir avec la constitution de chaque gouvernement, mouers, climat, religion, commerce, etc. a quoi l'auteur a ajouté des recjercjes sur les lois romaines, touchant les successions, sur les lois françaises et sur les lois féeodales seklindedir.

    montesquieu’nun yirmi yılda hazırladığı bu büyük yapıt, her biri yaklaşık olarak on beş – yirmi bölüme ayrılan otuz bir kitaptan oluşur. yazar, kendinden önceki pek çok düşünür gibi söz konusu bağıntıları soyut görüşlerde aramaz, doğaötesi tanımlardan yola çıkmaz. tarihin somut gerçeklerine yönelerek deneysel ve akılcı bir yol tutar. ilkeleri koyduğunu, özel durumların kendiliklerinden bunlara uyduğunu söyler. yasalar, hükümetler, töreler, iklim, din, tecim, nüfus gibi bağıntıları açısından inceleyen ve bu yoldan onların özünü kavramaya çalışan montesquieu hükümet biçimlerini üçe ayırır: cumhuriyet, krallık ve zorbalık. cumhuriyeti de ikiye böler: demokrasi ve aristokrasi. cumhuriyet yönetiminde egemenlik toplumun ya tümünde (demokrasi) ya da bir bölümündedir (aristokrasi). krallıkta hükümdar belli yasalara göre yönetimi sağlar. zorbalıktaysa bir tek kişinin yasasız, kuralsız, gönlünce yönetimi söz konusudur. bütün bu yönetim biçimlerinin dayandığı temel ilkeleri de belirleyen montesquieu’ye göre cumhuriyetin ilkesi erdem, krallığınki onur, zorbalığınkiyse korkudur. bu ilkelerin sarsılması devletin yıkılmasına yol açar. düşünür, yönetim biçimiyle iklim arasında yakın bir ilişki görür, cumhuriyetin soğuk ülkelerde, zorbalığın sıcak yerlerde, krallığınsa ılıman bölgelerde elverişli ortam bulduğunu öne sürer.

    yazar açıklamalarıyla yergici ya da övgücü değildir. her ulusun kendine uygun düşen biçimde yönetilmesinden yanadır. ama kendi eğilimlerini, beğenilerini ortaya koymaktan da geri kalmaz. belirlediği çeşitli yönetim biçimlerinden fransa için ingiliz örneğini, bir başka deyişle meşruti krallığı (bkz: mesruti krallik) uygun görür. siyasal özgürlüğü ve kuvvetlerin ayrılığı ilkesini savunur. yasama, yürütme ve yargılama erkinin aynı elde toplanmasını özgürlüğü yok edici bulur. özgürlük ve adaletin ancak bu sosyal çarkların birbirini sınırlandırması ve denetlemesiyle sağlanabileceğini ve bunların birbirinden bağımsız bulunmasıyla yasaya dayanan bir yönetimin gerçekleşebileceğini savunur. yazarın siyasal felsefesine yön veren temel öğe denge kavramıdır: yasama yurutme ve yargi arasındaki denge ,toplumsal güçler (kral, halk, soylular) arasındak denge. bu denge yasaya dayanan yönetimin temel koşuludur.

    bazılarının 17. yüzyılın en önemli yapıtı saydığı l’esprit des lois’nın etkisi büyük olmuştur. montesquieu’nün bütün görüşlerini özetleyen bu kitap anayasal rejimlerin başlıca özgürlükçü ilkelerini belirlemiştir. özellikle 19. yüzyılda gerçekleşen siyasal düzeltimler bu yapıtta açıklanan düşüncelerin izlerini taşır.
  • montesguieu nun en büyük ve en önemli eseri olarak kabul edilir.17 yıl boyunca bu kitabı yazmak için uğraşmıştır.altı bölüm ve otuzbir kitaplık bir eserdir.
    ilk sekiz kitapta hukuk ve hükümetten,sonraki beş kitapta askeri ve mali konulardan bahsetmiş,üçüncü bölümün altı kitabında geleneklere iklim şartlarının etkisini incelemiştir.dördüncü kısmın dört kitabını iktisadi konulara ayırırken,beşinci bölümdeki üç kitapta dinden vbe son beş kitaptada roma ve fransız hukukları ile feodal hukuktan söz etmiştir.
    hukuk sistemlerinin halkın karakteri,içinde yaşadığı ekonomik koşullar,iklim gibi şartlara bağlı olarak değiştiğini ve bütün bu koşulların yasaların özünü oluşturduğunu söylemişti.kitabına bu yüzden "kanunların ruhu" adını vermişti.ona göre iklim bir halkın karakter ve tutkularının biçimlenmesini etkiledğini düşünüyordu.ingilizlerle sicilyalılar farklıydı mesela.aynı sistem bu iki halk için uygulanamazdı."özgürlük" yasaların izin verdiği herşeyi yapma hakkıydı.
  • türkiye iş bankası kültür yayınları’nın basımı ve berna günen’in çevirisiyle eseri okuma ve inceleme fırsatım oldu. çevirmen eserin hakkını vermiş, 940 sayfadan oluşan bir eseri akıcı bir dille türkçeye kazandırmak büyük emektir.

    montesquieu beyfendinin neredeyse değinmediği bir konu ve alan kalmamış. tarih, politika, din, toplum yapıları, felsefe ve ekonomi dahi çoğu yere değiniyor. daha ilginç olanı ise kadınları yerden yere vuruyor.

    hacimli bir metin olmasından ötürü okumak için sakin bir vaktinizin olması gerekir, yaklaşık 17 gün gibi bir sürede bitirebildim, durmaksızın not aldıran bir içeriğe sahip. bir diğeri ise konuların birbirine olan bütünlüğünü çok iyi sağlamış ve içerik dağınık durmuyor.
  • "eğer aynı idarenin kişilik veya yapısında, yasama erki yürütme erkiyle birleşmişse, hiçbir şekilde hürriyet yoktur. çünkü aynı monarkın veya aynı senatonun, zalimce yürütmek için zalimce kanunlar yapmasından korkulur.

    yargı erki de, yasama ve yürütme erklerinden ayrılmış değilse gene hürriyet yoktur. eğer bu erk, yasama erkiyle birleşirse, vatandaşların hayat ve hürriyetleri üzerindeki idare, keyfe kalmış bir idare olur. çünkü yargıç kanun koyucunun durumuna düşer. şayet yargı erki, yürütme erkiyle birleşirse, yargıç korkunç bir zalim kesilir.”

    "bu üç erki de aynı kişi veya… kurullar kullanırsa her şey mahvolur. ….

    avrupa’nın çoğu krallıklarında hükûmet hafifletilmiştir. … bu üç erkin padişahın kişiliğinde birleştiği türk ülkesinde ise korkunç bir istibdat hüküm sürer…"
  • turkcesi "hukuk adami alkolik eder/edebilir" demek olan cumle.
hesabın var mı? giriş yap