• herhalde delilikten korkmayanlar sadece delilikten korkamayacak kadar delirmiş olanlardır. peki neden böyle bir güçlü korku duygusunu tetikler delilik? aslında adına delilik denen şeyin bu denli korkutucu olması, kısmen yaşamadığımız bir hayatı, başımıza gelme ihtimali taşıyan bir olayı, her an içine düşme ihtimalimiz olan bir şeyi, hatta çok vahim bir durumla karşılaştığımızda bu durumun tek çözümü olarak gözükmesinden kaynaklanır.

    aslında deliliğin her ne kadar tam bir kuralsızlığa işaret ettiği düşünülse de oldukça katı kuralları vardır. örneğin bir çocuğun deliliğiyle, geçim sıkıntısına düşmüş bir yetişkinin deliliği ve hatta yalnız başına kalmış bir yaşlının deliliği birbirlerinden oldukça farklıdır ve bu farklar kendi içlerinde "rasyonalize" edilebilir.

    deliliği rasyonalize etmenin en büyük girişimi belki de psikanalizdir. zira, hem deliliği bilinçdışının "irrasyonel" müdahaleleri olarak herkesin içinde bulunduğu durum haline getirerek evrenselleştirir, hem de onu özgürleştirerek, "medeni" bir şekilde ondan kurtulmanın yollarını arar.

    aslında bilinçdışı, tarihsel her dönemde, ya kuşkucu bir kisvede ya da sistematik olmayan dışavurumlarla kendini sürekli düşünürlerin gözleri önüne sermişti. bu örneklerden biri erasmus'tur.

    erasmus deliliğe şöyle seslenmişti. "delilik, sen bilgenin kendi korkusunun ele geçirilmez sığınağını belirsiz bir övgüyle döşediği nesne değilsin artık, ve o, her şeye rağmen kendini orada evindeymiş gibi hissediyorsa hâlâ, bu ancak tünellerini kazan daima işbaşındaki o üstün faktörün, akıldan ve onun hizmet ettiği logos'tan başka bir şey olmamasındandı.

    o halde, freud'dan oldukça önce erasmus deliliğin logos'un, aklın etki alanından koparılması gerektiğine dair bir yorum yaparak, bilinçdışına dair bir görü sahibi olduğunu göstermişti. yine de, biz bilinçdışından ziyade delilik mevzusuna biraz daha odaklanalım.

    ne tuhaftır ki, insan bazı durumlardan, bu kadar korktuğu şeye bürünerek, deli rolü yaparak paçayı kurtarmaya çalışır. sadece mahkeme karşısında suç işlemiş biri değil, kendi ailesinin içinde dahi bu rolün işe yaradığı durumlar vardır. "asabiyim, bana bulaşmayacaksın." gibi mikro-tehditler aslında "tadında" bir deliliğin gündelik konularda ne kadar işe yaradığını gösterir. tabi, bu durum kişinin deli rolünü ne kadar iyi yaptığına bağlıdır. deli rolü yapan biri, aslında sadece görüntüyü kurtarmaya çalışan bir insan taklidi yapmak zorundadır. başka insanların gözündeki yerini kaybetme korkusu ve ihtiyaçlarının görünmez hale gelme korkusu (tıpkı çocuğun annesinin memesinden süt emmek istemesine rağmen onun tarafından fark edilmediğinde yaşadığı ilk korkudaki gibi) insanın içindeki büyük tiyatrocuyu açığa çıkarır.

    bu rol kesmeleri tetikleyen muhtelif korkular, yine tuhaf bir şekilde delilik korkusuyla örtüşür ki, insanı hem deli taklidi yapmaya hem de delilikten korkmaya iten motivasyonun aynı korkular olması insanın oldukça çelişkili yapıdaki doğasını gün yüzüne serer.

    tabi bu çelişkili doğasına "yenilmiş", gerçek deliler de bulunur. aslında onlar belki de, hiçbir zaman yeterince dikkatli bir izleyici kitlesi bulamamış, yaratamamış ya da edinememiş insanlardır. bu durumda deli rolü yapan insan, tam da delinin yapamadığı şeyi yapmak zorunda kalır: yani, başkalarının ilgisini çekmek... o halde delilik bir performans olabildiği ölçüde gerçek olmaktan uzaklaşır. bir performans ise, ancak bir izleyici kitlesi (aile, arkadaş çevresi, iş çevresi, tanımadığın insanlar, tüm ülke, tüm dünya...) var olabildiği ölçüde tanımının içini doldurur.

    örneğin gündelik siyasi konulardan birini ele alalım. başkanlık...hiçbir başkan, ideal başkana daha çok benziyor değildir. sadece birinin performansını bir diğeriyle ve kafamızda yarattığımız başkan imgesiyle kıyaslanabilir. deli rolü yapmak da böyledir. hiçbir deli rolü yapan insana zırdeli diyemeyiz. sadece birinin performansını bir diğeriyle ve kafamızda yarattığımız deli imgesiyle kıyaslayabiliriz. peki bu ne anlama gelir? performanslar gerçekliklerini karşılaştırmalı bir şekilde kazanıyorlarsa, bir ortamda ne kadar fazla karşılaştırma varsa, performansıyla bürünmeye çalıştığımız kimliğin içine girmemiz bir o kadar zorlaşır. buna delilik eşiği diyorum. yani, delilik eşiği artar. öyle olduğu ölçüde, belki günümüzün eskiden tahayyül bile edilemeyecek yaygınlık ve etkililiğe sahip kitle iletişim aygıtlarıyla kalıba soktuğu 21. yüzyıl insanı, toplumsal delilik eşiğinin gelmiş geçmiş en yüksek olduğu noktadadır. öyle kolay kolay deli olamazsınız yani. fakat bu durumun yarattığı çok tuhaf bir gerçek var.

    orijinal bir deli olmak, tanısı konmuş bir vaka durumuna düşmemek, gittikçe zorlaşıyor. artık ruh doktoruna başvuranlar bile kendi kimliklerini çoktan oturtmuş vaziyette danışıyorlar. örneğin "bende obsesif kompulsif bozukluk var. beni ona göre tedavi edin." gibi. burada tuhaf olan şey şu. hem kendi "vakamızın", o korkutucu gerçek delilikten oldukça uzakta olduğunu düşünerek içinde bulunduğumuz durumu normalize etmeye çalışarak kendimizi rahatlatıyoruz, fakat tam da bunu yaparken içinde bulunduğumuz "vakayı" bir performans olarak sürekli yeniden üretiyoruz.

    gerçek deli toplumsal bağları koparır fakat deli rolü yapan ne pahasına olursa olsun bu bağı tümden koparacakbir makasla mevzuya dalamayacağını ve dalmaması gerektiğini bilir.

    peki psikanaliz ve tiyatronun delilik konusunda hangi noktada kesişir? ikisi de, delilerin dinlemeye değer olduğunu düşünür. hatta ikisine göre de en fazla dinlenmeye değer insanlar delilerdir. birinde "normal" deliyi dinler ve parasını alır, diğerinde ise "normal" deli rolü yapanı izler ve ona para verir. bu bağlamda, gerçek hayattaki deliyle psikanliz ilgilenmekle birlikle, bu deli pekâlâ deli rolü yapan biri de olabilir. tiyatrodaki deliyle seyirciler ilgilenmekle birlikte, bu deli pekâlâ rolüne "fazlaca" bürünüp, gerçek bir deliye dönüşebilir.

    delilik, mesafeyi oldukça yoğun bir şekilde yeniden düzenler. deliye karşı ilgi de çok yoğun olur, fakat tiksinti de aynı şekilde oldukça yoğundur. maruz kalınan delilik normalize edilemediği ölçüde, etki de tepki de, sempati de antipati de en yüksek seviyelerde yaşanır.

    genelde, aklı başındalık denilen şeyin büyük ölçüde delilik, delilik denen şeyin de büyük ölçüde aklı başındalık barındırdığını düşündüğümüzde içimiz rahatlar. çünkü bilinmez olanı tek bir planda normalize edebilmiş oluruz.

    sonuç olarak, insanlara anlaşılmaz, aşırı derecede rahatsız edici veya sempati uyandıracak biçimde tuhaf davrananlara deli deriz. deliler bu minvalde, anlayamadığımız ve kabul edilmez davranışlar sergileyen , dolayısıyla da bizi tehlikeye atan insanlardır. insanları anlamaya ne denli büyük yatırım yaptığımızı ortaya koyarlar. neredeyse diyebiliriz ki, delilik birbirimizi anlamamızı idealize etmemize ve birbirimizi anladığımızı inanmak istememize sebep olan şeydir.

    delilik, size tahammül edebilen hiç kimse bulamadığınızda olan şeydir. ama başımıza gelmesini kesinlikle istemeyeceğimiz o şey bir "kahraman" olarak oyunda karşımıza konulduğunda coşkuya kapılırız. psikanalizle tiyatronun delilik konusu üzerinden birbirlerine yaklaştığı paradoksal zeminde bir çığlık olarak açığa çıkan soru şudur:

    kendimi kabul edilemez duruma sokmadan kabul edilemez şeyleri nasıl dillendirebilirim?

    kabul edilemez olanın allanıp pullanarak önümüze sunulması hiç de yabancı gelmiyor değil mi?

    ünlü bir iş insanının şöyle bir sözü vardı. "reklam masrafımın sadece yarısı işe yarıyor. ama hangi yarısının işe yaradığını bilmiyorum." delilikte de bu böyledir. deli insanın nesinden rahatsız olduğumuzu pek bilmeyiz. ancak hepimiz deli rolünün işimize yaradığı tüm anları biliyormuş gibi görünürüz.
  • delilik şüphesiz aptallıktan daha iyidir,delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur.
    aptallık ise var olmamış bir zekanın var olmamaya devam edişidir.
  • yaşanan hayatın 5 duyu organı ve akıl yolluyla kavranabilecek son sınırının yetmemesi hali. gördüğüm her örneğinde ağır basmış, öne çıkan tek bir duygu var. trafik kazası sonrası takılan kadran gibi kalıyorlar.
  • 10/10 vasıf
  • "her şeyden vazgeçiyor insan, değişmiyor yalan dolan..."

    insanın başını alıp giden şarkı.
  • süregelen acıların mükafatıdır.
  • delilik güzeldir mesela ben geçen bir kuyuya taş attım hala çıkaran yok. uğraşıp duruyorlar
  • her saniyesinde kendimi bulduğum, türkçe rock'ın medarı iftiharı şarkılardan biri.

    "neler buldum ne kaybettim
    ne beklerdim hiç bilmezdim
    içine düştüğüm nefret
    biraz miras biraz alınteri."

    (bkz: pilli bebek)
  • dünyayı sevenler veli değildir
    dünyadan geçenler deli değildir
    insanoğlu gamdan hali değildir
    her birini bir efkara yazmışlar
    aşık sümmani baba
  • ayni anda iki farkli yonde gitmektir

    demisti bir profesorum. nietzsche'den alintiladigini iddia etmekteydi.
hesabın var mı? giriş yap