• filmde melanie ogretmenlik meslegine basladigi okulda diger ogretmen arkadaslariyla tanistigi bir ortamda "umarim egitimde yeni bir solugu olumlu karsilarsiniz" diyor. amaci tam da bu aslinda. okulun ilk gunu sinifta etkili bir konusma yapiyor, bazi ogretim kitaplarini degistirmek istiyor vb. gel gor ki pratikte isler o kadar kolay yurumuyor. ogrencileri daha ilk derste kendisinin ne kadar tecrubesiz oldugunu anliyor ve ogretmenlerini pek takmiyorlar. okulun eski ve tecrubeli ogretmenleri zaman zaman kendisine yardim teklifinde bulunmasina ragmen melanie bunlara pek kulak asmiyor ve burnunun dikine gidiyor. tabi bu duruma; yeni bir hayata baslamanin getirdigi sikintilar, arkadas edinmedeki yeteneksizligi, yalnizlik gibi unsurlar eklenince melanie'nin hayati boka sarmaya basliyor bir yerden sonra.

    el kamerasi ile cekilmis olmasi filmi daha bir gercekci kilmis. en can alici yani sonuydu zannimca. hatta biraz ileri gidecek olursam gelmis gecmis en iyi final sahnesine sahip filmdi bile diyebilirim.

    bu kadar kucuk bir butce ile insanin iliklerine dek isleyen boylesi bir film cekebilmek her babayigitin harci degil. bu etki dozu tavan yapan ilk filmden sonra yonetmen maren ade'nin niye bir diger film icin 6 yil bekledigini anlamak pek te guc olmasa gerek. btw yonetmenin son filmi toni erdmann icin de geri sayim basladi yamulmuyorsam. yakinda festivallerde olur.
  • yalnızlık...

    açıkçası filmin 15-20. dakikası civarındayken filme "dandik" sıfatını yakıştırmak üzereydim fakat neden sonra filmin içine girmek de değil öyle balıklama çekildim. bir ara gerçekten kalbim ağrıdı; bilirsiniz o hissi böyle nefes alış verişlerim değişti. çok gerçek ve bir o kadar da korkunç bir hissi, sosyal hayvanlardan olan insanın başına gelebilecek en kötü tecrübeyi: -filmin adına gönderme yaparsak- "orman içinde yalnızlık çeken ağacı" yani toplum içinde bir şey paylaşacak, iki çift laflayacak kimseyi bulamamayı aktarıyor bu film ve bunu gerçekten de başarılı bir şekilde yapıyor. melanie'ye bir yandan acı bir şekilde yakınlık duyarken bir yandan da bu kadar çaresiz kalıp kendisini küçük düşürmesinden dolayı da kızıyordum. "eziklik" ama çaresizlikten, yalnızlıktan gelen bir ezikilik. kendimi tina'nın ve tina'nın arkadaşlarının yerine koyuyorum ve açıkçası ben de pek farklı davranmazdım melanie'ye (ki istemeden böyle davrandığım insanlar olmuş olabilir) ama öte yandan kendimi melanie'nin yerine koyuyorum ve işte kalbim sıkışıyor.

    farklı farklı coğrafyalarda yaşadım ve tyche**'ye şükür ki pek böyle bir sorun çekmedim. yine de en büyük korkum, herhalde tüm insanların en büyük korkusu budur işte. başka ülkelerde şu durumda olmayı bir şekilde idare edebilirsin belki****** ama "kendi ülkende" şu durumda olmak insanın kendine güvenini yerle bir edecek bir şey...

    melanie'nin işi hiç iyi gitmiyor, işinde yaş olarak da ona en yakın olan karşı cinsten iş arkadaşıyla çıktığı yemek de fiyaskoyla sonuçlandı çünkü melanie o konudan uzaklaşmaya çalışırken adam sırf iş hakkında konuşuyor. komşuları yaşlı adamlarla daha genç, alakasız tipler. en fenası, küçük bir şehir olduğundan gittiği club'ta bile herkes kendi küçük arkadaş grubuyla takılıyor. bir tek işte bir şekilde tina'yla biraz konuşabiliyor ve bu yüzden de tina'ya çok güçlü bir şekilde tutunmaya çalışıyor. e bu da tabii ilişkiyi doğal yapmıyor ve tina haklı bir şekilde çok rahatsız oluyor.

    bir bakınca melanie aşırı gururundan iş yerinde yardım almayı reddeden; onla ilgilenen iş arkadaşını geri çeviren; biraz da yalnız olduğu belli olmasın diye yalan söyleyen ve en kötüsü tina'yla yakın olmaya çalışırken tina'nın hayatına haddi olmayan bir şekilde burnunu sokan bir kadın olarak ve tüm bunları yaparken de aslında "ezik" olmasından dolayı belki de nefret edilecek bir tip. ama gel gör ki bu yaptığı her şeyi ne yazık ki anlayabiliyorum... ve bu yüzden de en sonunda kalbimin sıkışmasını engelleyemiyorum.

    uzun lafın kısası "film nasıldı?" diye sorasanız iç sıkıntısıyla kocaman bir of çekerim. 8/10 dedim ve izlenmesini tavsiye ederim.
  • bu yıl cannes'da ‘toni erdmann’ ile fırtına estiren ‘maren ade’nin çektiği ilk film.

    ‘kabullenilemeyen yalnızlık’ üzerine etkileyici bir deneme.

    yönetmen tercihi dışında teknik yetersizliğin katkısı ile oluştuğunu düşündüğüm ‘gerçekçi’ atmosfer, ana karakterin yaşadıklarının ve hissettiklerinin direkt olarak izleyiciye geçmesini sağlıyor ve film anksiyete nöbetinden farksız hale geliyor.

    sadece muhteşem final sahnesini görmek için bile izlenebilir ‘the forest for the trees’.

    karakter odaklı, yalnızlık temalı ve insan psikolojisini didikleyen filmlerden hoşlananlara tavsiyedir.
  • izlemenin son derece rahatsız ettiği , beni çok etkileyen film.
    yalnızlığı ve dışlanmışlığı o kadar iyi hissettiriyor ki bir anda melenie oluyorsunuz. rahatsız hissedip hayatta daha önce kaç kere melenie olduğunuzu düşünüyor , sorguluyorsunuz bir çok detayı.
    yönetmen izlediğim ilk filmi , izlerken diğer filmlerini merak ettim , kısa zaman da izlemeyi düşünüyorum.
    mutsuz sonlardan , gerçekçi dramlardan hoşlanıyorsanız hayat enerjinizi bir anda emebilecek bir film.
  • sosyal disleksiden(?) muzdarip bir kişinin hayatından bir bölüm anlatan, diğer maren ade filmleri gibi etkisi finalinden sonra görülmeye başlanan 2003 yapımı film.
  • herkesin hayatının bir döneminde kendini bulabileceği bir alman filmi.

    --- spoiler ---

    ana karakterimiz 27 yaşında, yeni şehir değiştirmiş ve yeni bir okulda öğretmenlik yapmaya başlayan kadın bir karakter. hayatının yeni bir dönemine adım atmanın heyecanıyla başlayan film kadının yalnızlığını kabullenmeme ve yalnızlıktan kaçma çabalarıyla ilerliyor. komşularına tanışma hediyesi olarak likör hediye eden melanie, karşı apartmanda oturan komşusunu da dikizleyip onunla tanışma bahaneleri bulup kaynaşmaya çalışıyor. film öyle bir noktaya geliyor ki melanie hem iş hayatında sınıfta kuramadığı otorite ile büyük bir hayal kırıklığına uğrarken hem de beraber takılmaya çalıştığı arkadaşı tarafından sürekli ekiliyor. yalnızlıktan kaçmak için yüzsüzlüğünü çok ileri boyutlara taşıyan melanie en sonunda tanışmaya çalıştığı arkadaşı tarafından istenmediğini kabullenmek zorunda kalıyor. filmin başında yüzündeki o tatlı heyecan yerini giderek dolu gözlere ve dokunsan ağlayacak bir surata bırakıyor. evindeki duvarların artık ona bir hapishane olarak geldiğini anlayabiliyorsunuz. filmin en sonunda da güzel bir müzikle araba giderken direksiyonu bırakıyor ve camı açıp kafasını rüzgara karşı çıkartıyor. sanırım bu da onun için yalnızlığı kabulleniş oldu.
    --- spoiler ---

    “konuşmak bizi çıkılmaz bir sokağa götürürdü
    bir yalnızlığa böyle
    kim varsa bir yalnızlığa giderdi, dünyada
    kim varsa bir isyandı, dünyada”

    etkileyici ve sarsıcı bir filmdi. tavsiye ediyorum.
hesabın var mı? giriş yap